En Sıcak Konular

Umur Talu


Umur Talu
0 0 0000

Çok yanlış, çok!



Bir şey söyleyeyim mi?
Olur.
Biz gazeteciler, direnmeyerek, yanlışa yanlış, doğruya doğru demeden de idare ederek, boyun eğerek, maddi endişe, tatmin, ihtiras ve arsızlıklar ile kariyerist, fetişist, hedonist, sahte, muhteris, yer yer fesat bir gurur ile itibar müptelası olarak ihanet ettik.
İhanetin listesi;
Kendimizden sizlere kadar uzanıyor.
Elhak, siz gazeteci olmayanların bir kısmı da, bayağılıklara baygınlıklarla buna çanak tuttu.
Çok da masum değilsiniz yani.

Bilen bilir; mesleki mevzuda biraz "muhafazakar"ımdır.
"Sözde ilerleyen, koşu bandında çok koşan; değişmekten, dünyayı değiştirmekten ziyade topaçlaşan veya fırdöndüleşen kimi arkadaş"ın, başı eğik baş döndürücü hızını azıcık dengelemek için kimine de "muhafazakarlık" düştü ya.
"Kar"dan ziyade, "muhafaza" kısmı.

Sonradan edinilmiş, özeleştirilerden, muhasebelerden, itirazlardan, istifalardan, bağımsız kalabilme ve sürekli öğrenme çabalarından süzülmüş, "tecrübelere dayalı" sebepleri var.
Ama şahsi, bir nevi genetik kökü de var:
Gazeteci babasını henüz toprağa verip 6 yaşında yatılı ilkokula başlayan ve bir gün "Necdet" öğretmeninden "kendisi" hakkında şunu dinleyen bir çocuk tasavvur edin:
"Senin bir kaderin var oğlum. Biri, bu okuldur. Diğeri de, gazetecilik ve yazı. Bundan 100 yıl kadar önce, ilk Türkçe gazeteyi çıkarmış Şinasi ile Namık Kemal sürgüne gidince, Tasvir-i Efkar'ı yayınlamayı emanet ettikleri büyük dedenden beri öyle."
Hemen hemen böyle bir şeydi.
Kimsenin umurunda olmasa da, bir gün gerçekten mesleğe başlayıp bir çeyrek asırdan fazla, her kelimeyi, her cümleyi, her satırı, her sayfayı, her başlığı, her yazıyı, her fotoyu, her gazeteciyi, her imzayı, her tasayı ve acıyı, her hakikati, her insanı "emanet" bilebilmek, emanete olabildiğince ihanet etmeden, akıl ve vicdan koşturabilmek, konuşturabilmek derdiyle geçti.
Ne bileyim; içimiz, misal Ertuğrul beyler kadar hiç rahat olamadı.
Her adımda, kendini, işi, günü veya geleceği sorgulayan huzursuzluk.
Çakıl taşını da, akıl taşını da "muhafaza" telaşı.
Kaleyi içeriden düşüren, teslim eden, alan "Truva atları"na, çok bilmişlerden çok gaddarlara kadar, binbir mesleki, vicdani, insani ihanete karşı.

Şimdi gazeteciler görüyorum.
Diyelim ki bir pencereden; diyelim ki, buğulanmış aynalarda.
Kimi rehin düşmüş, sessiz, kırılgan.
Kimi rehin düşmüş, ama cazgır bezirgan.
Patronu hapse giderken batık banka kasasını son anda soyup "kendi" parasını çalandan, tanker kazasından sonra sahilde petrole, zifte bulanıp çırpınan ama kendini kartal sanan karabataklara kadar.
Bir de hacıyatmazlar!
Oysa bu meslek, ister abdest alır gibi deyin, ister temizlik imandan, ister daha dünyevi ifadeyle, sağlam kafa sağlam vücuttan; "el ve beden temizliği ile akıl ve vicdan sağlığı"nı şart sayardı.
Lafın gelişi; elini temiz tutan abdestli olmak yerine asbestli olmayı seçti kimileri.
Bunu ancak gazeteciler hissedebilir.
Kusura bakmasınlar; patronlar o kadar değil.
Oysa, "Kral soytarıları" önce kendi yoldaşlarını, meslektaşlarını zihnen, manen, maddeten köleleştirecek denli yamuldular ve kendilerini "hep vezir" ederken, kendileri de dahil, çok şeyi rezil ettiler.

Zaten kendimize kızıyorum.
Bu rezalete; siyaset, asker, iş dünyası, reklam baskısına teslim olmayabilir, gazeteciliğin içine eden menfaat, servet, tahakküm arzularına izin vermemek, direnebilmek, hakikatin, toplumun, doğruluğun menziline girebilmek için "yer yer" ayaklanabilirdik.
Ama kimimiz, dört ayak üstünde durmayı, "ayakları üstünde durmak" zannetti.
Kısacık ömürde, haberin, yorumun, gerçeklerin, eleştirinin sorumluluğunu size emanet eden, bence hayatın bir lütfü olan bu "dünyanın en zevkli işi"ni, sanırım yanlış anladılar!
Çok yanlış, çok!



Bu yazı 919 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 19 Ocak 2009 Kravatın vicdanı
    • 15 Ocak 2009 Yeraltı ordusu!
    • 26 Aralık 2008 Hakikatin içyüzü
    • 15 Aralık 2008 Onların oğulları kızları...
    • 11 Aralık 2008 Bak şu bakana!
    • 23 Kasım 2008 Üç ana...
    • 17 Kasım 2008 Taş ile bomba... Kanun ile adalet
    • 13 Kasım 2008 Ya öyle değil de böyle ise...
    • 19 Ağustos 2008 Kırk tilki kırk ayak
    • 28 Temmuz 2008 Kahpelik!
    • 28 Ekim 2007 Kasrı Şirin mi şirin!
    • 10 Ekim 2007 Düşünmeye davet
    • 26 Ağustos 2007 Biat kültürü imiş!
    • 21 Haziran 2007 Büyük lokma... Büyük konuşma
    • 20 Haziran 2007 Susurluk, Ankara Sauna, Atabey Kaldırım, Danıştay Trabzon, İstanbul bomba Cumhuriyet
    • 17 Haziran 2007 Her senaryo aktörünü bulur
    • 11 Haziran 2007 Şimdi incir zamanı
    • 3 Haziran 2007 Bana her şey seni hatırlatıyor!
    • 29 Mayıs 2007 Bunu da gördük!
    • 28 Mayıs 2007 Kanmayın kıymayın!

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,752 µs