İnternette yazarım… Evet, ancak yanlış anlamayın: Benim internet bilgim word’de yazdıklarımı siteye aktarmakla sınırlı. İnterneti araştırma için kullanabiliyorum. E bir de iletişim kaynağım tabi. Haber alma özgürlüğümü çoğunlukla internete borçluyum. Son olarak artık en ilkel iletişim biçimi haline gelen e-posta nerdeyse internet kültürümün sınır karakolu.
Tamam kısa kesiyorum: İnternetteki gelişmelerden bihaberim ve hep geriden gelirim. Bu biraz ilgi meselesi tabii. Son model teknolojilere göz ucuyla baktığım gibi internete de patronun ittirmesiyle dikkat kesiliyorum. Gönülsüz bir ilişki yani aramızda kurduğumuz. Tipik bir ‘ignorance’… Göz ardı etmekten kaynaklı cahillik mesabesi…
Söz biraz dolandı ancak nihayet gelmesi gereken yerde: Facebook’dan bahsediyorum. Birkaç gündür gazeteler pompalamasaydı ne Facebook’dan haberim olacaktı ne de girip merakla nedir bu diye bakınacaktım. Bakmayın, gazetelerin teknoloji sayfalarını karıştırdığımdan değil. Facebook ile ilgili haberlere gözüm çarpıyordu. Ama beni “nedir ki bu” diye meraktan çatlatan Tuğçe Baran’ın o yazısı oldu.
Facebook’a üye olduktan sonra sitenin ruhuna uygun davrandım ve çocukluk ve okul arkadaşlarımı aramaya giriştim. Farkında vardığım şey şuydu: Bir ben eksikmişim Facebook’ta. Yani herkes oradaymış. Hatta ofisimde birlikte çalıştığım, hemen çaprazımda oturan o hain bile. Meğer üye olmuş da bana haber vermemiş. Çok alındım ve serzenişimi “oww demek sen de buradasın. İnsan haber verir” diye iletmekten kendimi alamadım. O da benden “abi valla ben de yeni girdim, aşk olsun” yollu özür diledi. Yeni üye olduğum için halden anladım ve affetmek zorunda kaldım.
Facebook kısa sürede bir milyonu aşkın üyeye ulaşan bir “sanal-sosyal ağ!” ‘Bu denli büyümesinin nedeni nedir, şeytan tüyü nerede’ diye düşünmeye başladım. Elbette bu sorunun yanıtını bu işlerden anlayan biri vermeli. Yani emsallerini iyi bilen bu yüzden Facebook’un farkını kavrayabilecek biri… Ekşi Sözlük’te yazıldığı gibi bu konuda ben ne yazık ki traktör ile Ferrari arasındaki farkı anlamayacak kadar bilgisizim.
Ancak bilgili olduğum konular da var. Basın örneğin. Bir şey basında bu kadar yer tutarsa ben işkillenirim. Basın ile PR (halkla ilişkiler) arasındaki kan-kardeşliğini çok iyi bildiğimden (etrafım PR’cı-gazetecilerden geçilmiyor) basının köpürttüğü markalar dikkatimi çeker ve “bu sefer acaba kim ne kazanacak” diye kendime sorarım. Mesela Facebook ile ilgili haberler Türkiye’de birkaç haftadır çıkıyor. Üstelik –hadi açık konuşalım- Facebook ile ilgili basında çıkan haberler haber diliyle değil PR diliyle yazılıyor (sormayın, ikisinin arasındaki farkı söylemeyeceğim). Hal böyle olunca insan daha bir işkilleniyor. Sahi… Bu işten kim ne kazanıyor? Bilen varsa açıklasın!
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle