En Sıcak Konular

Leyla İpekçi


Leyla İpekçi
0 0 0000

Orta Anadolu; Modern yerellikler, çoğul kimlikler



Kendimize has olanı aramanın yolu dışarıya, başkalarına sarkabilmekle başlıyor. Tanpınar'ın deyişiyle 'sırlı derinliği' ancak böyle keşfedebiliriz. Tam olarak tanımlanamaz elbette bu derinlik. Çünkü değişime, dönüşüme, başkalaşmaya açıktır. Keşfetmeye kalkan herkes ve her kültür kendi sihrini katacaktır hakikate. İçkili ya da içkisiz. Kimi içkiyle, kimi içkisiz. Kendi olmayı başaracaktır.
Çoğul kimliklerimizi seviyorum. Hayata tutunma biçimlerimizin çeşitliliğini seviyorum. Dünyanın pek çok yerinde modernleşme giderek tek tip bir Batı kültürünü kendine referans aldığı için, Anadolu'daki birçok farklı kültürün ve yerelliğin bu tek tip modernleşmeyle etkileşime girdikçe ne kadar farklı sentezler ortaya çıkarabildiğini izlemek bana umut veriyor. Bir haftadır Orta Anadolu'dayım. Bir kentten diğerine, toprağı, suyu, bitki örtüsünü, taşın rengini görerek ilerliyorum. Daha önce geldiğim kimi kentlerdeki değişimi algılamak, ilk kez geldiğim kentlerin ruhuna dokunmaya çalışmak gibi bir niyetim var. Hakikate hep kendi meşrebimize göre baktığımız için, hepimiz onun bir başka yönünün ortaya çıkmasına el vermiş oluyoruz aslında. Tartışmaların nesnesi daha çok iki kent: Konya ve Kayseri. Konya'da üniversiteli gençler rock barda canlı müzik dinlerken, kızlarla el ele gezerken, daha 'yerli' gençlerin en güzel giysilerini çekmiş olarak kentin meydanında fink atmasını seyrediyorum. İnternet kafelerin en genişini, sokak lambalarının kent mimarisine ve tarihsel dokusuna en uyumlu olanını, vitrinlerdeki cansız mankenlerin son moda giysilerle nasıl giydirildiğini izliyorum. Kentte en sık görünen özel otobüsler. Durmaksızın bir otobüs duruyor ve içinden sayısız kadın iniyor. Çoğu örtülü. Türkiye'nin çeşitli illerinden hafta sonu gezmeye gelmişler. Mevlânâ'yı ziyaret edip, Alaeddin Tepesi'nde çay içecekler. Memnunlar gezebildikleri için. Türbe, dua ve kadın. Ülkemizin ataerkil kodlarını dönüştürmeye başladığını görmemek mümkün değil tesettürlü kadınların. Müthiş bir heves ve şevk.

Sadece sokakta olmanın bir önşartı değil örtülü olmak. Aynı zamanda kendi başına dolaşmanın, tarih öğrenmenin, başka sosyal ilişkiler geliştirmenin de bir tezahürü. Bir bakıma, modern yerellik. Buradaki hareketliliği ve kendine özgü 'yaşama kültürü'nü üretme arzusunu görmeksizin "örtü kadını erkeğin altında eziyor" diyerek tüm hakikati izah etmeye çalışanlara hayret ediyorum. Onlara her seferinde hayatın dinamiği yanıt veriyor. Hiçbirimizin ideolojilerimizi sağlama olarak kullanma hırsımızın hayatın akışını yönlendirmeye yetemeyeceğini bir kez daha görüyorum.

'Ortalama laik' insanı kim saptayabilir?

Sadece Konya'da değil Anadolu'nun diğer şehirlerinde 'ortalama insan'lar birçok tanıma birden dahil olabilirler. Buradaki hakikate yaklaşmak için laik-dinci gibi tanımların dışında, bambaşka tanımlara muhtaç diliniz. Ancak buranın tabiatına uyumlu kelimelerle ifade edebilirsiniz neden insanların çoğunun içkili lokantalara gitmeyi tercih etmediklerini. Camilerden, umumi tuvaletlerden, kargo dükkanlarından, esnaf lokantalarından, üstgeçitlerden, seyyar satıcıların tezgahından toplamalısınız tanımlarınızı. İçkili lokanta açacak girişimciler Konya'da yaşayan Yasin Aktay'ın da belirttiği gibi, içkinin çekeceği müşterinin kaçıracağı müşteriden fazla olmasının hesabını yapmak zorundalar. (Yabancı turist potansiyeline rağmen.) Aktay, ABD'de ekonominin kuralına bırakılmaksızın, yasal düzenlemelerle bir şehirde kolayca kumar oynanabilirken başka yerlerde oynanamadığını hatırlatıyor. Birçok şehirde tamamen arz-talep dengesi içinde içkisiz restoran işletemezken başka şehirlerde içkili restoran çalıştırmanın binbir türlü yasal engele tabi olduğunu da ekliyor.

Asıl yüzleşilmesi gereken hakikat şu: Konya'da veya başka kentlerde içkili lokantaların bulunmaması bir yaşama sorunu, bir çatışma alanı olarak yansımıyor insanlara. Tıpkı örtülü olanlarla olmayanların bir arada çalışıp üretmesinin, tüketmesinin bir sorun teşkil etmemesi gibi. (Bunu anlamak yerine, biz bir avuç 'aydın' birbirimizin ideolojisiyle çatışmak adına malzeme ediyoruz bu saptırılmış gündemi.) Kendimiz üretip kendimiz tüketiyoruz. Buralardaki yaşam kodlarına asla değmeden.

Ardından klişe soru da geliyor: "Anadolu kentlerinde eskiden içkili lokanta vardı. Şimdi niye yok?" Kayserililer bu meseleye bir taassup sorunu olarak değil, sokakta rahat dolaşabilme, sağa sola ailecek gidebilme imkanı olarak bakıyorlar. (Aileyi bir darbeyle yok edebilir misiniz?) Zaten publar var. Dileyen orada içki içiyor. (Önünden geçerken modern giyimli iki travesti çıktı oradan ve önümde yürüdükleri süre boyunca İstanbul'dakinin aksine dönüp kimse bakmadı onlara.) Otellerin lokantaları, içki satan marketler, tekel bayileri de cabası. İş lokantaya gelince, insanlar (zorla içirmek mümkün mü?) içkili lokantaların atmosferini solumak istemiyorlar. Eskiden nasıl içkili lokanta bulmak hayat kültürünün doğal bir yansıması ise bugün içki bulmamak da aynı şekilde doğal bir uzantısı. Nasıl o vakit içkiden şikayet eden varsa, elbette bugün de içkisizlikten şikayet eden olacaktır.

Yaşam dinamikleri ideoloji tanımıyor

Yaşam pratikleri, hayatın dinamiği, akışkanlık, ortak ritüeller ne geçmişte donuk ve statik bir gerçeğe dayanıyorlardı ne de bugün. Belki bundan birkaç ay, belki birkaç yıl içinde içkili lokantalar açılacaktır. Belki açılmayacaktır. Asıl yanılgı, bunu tek tip bir modernleşme gereci olarak görmekte. Eskiye ait bir ritüelin ille daha iyi olduğunu savunmak nasıl bir modernizm anlayışıdır? "Eskiden babaannelerimiz de başını örtüyorlardı ama geleneksel olarak" demekle hayatın sosyolojisini kavrayabiliyor muyuz? İstanbul'un bazı semtlerinde başörtülü kadın sayısı örneğin Konya ve Kayseri'deki merkez semtlere oranla çok daha yüksek olabilir. (Kaldı ki bu kentlerde kadınların tamamı da başörtülü olabilir.) Bu gerçekliğin ruhunu algılamak içkisiz lokanta saymakla mümkün olabilir mi?

Nuray Mert'in de belirttiği gibi, muhafazakarlık bir dünya görüşü olarak modernizmin ürettiği bir kavram. Gündelik hayat dilinde muhafazakarlık tanımının belli konularda bazı değerleri korumak isteyenleri kastetmekten ziyade taassuptan, sofuluktan, gericilikten dem vurmak için kullanılıyor olması bakış açımızı da saptırıyor galiba. Kainattaki hiçbir şey statik, olağan ve katılaşmış bir hakikate sahip olmadığı için, değişim ve dönüşüm ne kültür söz konusu olduğunda ne de geleneklerin algılanışı söz konusu olduğunda aynı kalabilir. Dolayısıyla hangi yeniyi neye göre alacağımızdır birimizinkini diğerimizin hayat tasavvurundan farklı kılan.

Kayseri, çevresiyle birlikte başlamış dönüşmeye. Örneğin ziyaret ettiğim Ağırnas'ta AB fonuyla taş işçiliği kursu verilebiliyor çocuklara. Eskiden köyler elektrik veya televizyonun gelişiyle, beyaz eşyacıların açılmasıyla kasaba mertebesine yükselirdi en fazla. Bugün ise büyükşehir belediyelerinin hizmetleri, TOKİ konutlarının hızla dikilmesi gibi etmenler nedeniyle köyler büyük şehirlerin mahalleleri haline geliyor. Bir yemenici veya bakırcı dükkanı dünya kentlerine sipariş mal satabiliyor. Bu çarpıcı dönüşüm sayesinde, örneğin Niğde'nin uzak bir köyünde bulunan eski bir kiliseye asfalt duble yollarla ulaşabiliyorsunuz. Akşehir çıkışındaki bir benzincinin yanında Benetton gibi markalarla karşılaşabiliyorsunuz.

Kayseri, dinamizmi, dayanışması ve hızı ile Bursa'dan, Konya'dan, hatta Antep'ten çok farklı bir gelişim izliyor. Otellerde yer bulmak neredeyse imkansız. Bitmeyen kongreler, yemekli organizasyonlar, hafta sonu toplantıları... Buraya ilk gelen herkesin söylediği gibi bulvarların ve kaldırımların genişliği, binaların düzenlenişi, park ve bahçeler, dükkanlar öyle bilinçli bir kent mimarisiyle düzenlenmiş ki, insan hayran olmadan edemiyor. Tabii kısa sürede yaşanan büyük değişimin tezahürleri çok çeşitli. Örneğin merkezdeki bir taksi şoförü değişimin son beş yılda olduğunu vurgularken, eski dokusunu halen koruyan Gesi ilçesindeki muhafazakar biri değişimin nimetlerinden herkesin eşit faydalanamadığından yakınabiliyor.

Kendi tanımlarımızın tuzağında

Kayseri'deki değişimi ille liberal eğilimli ve kapitalizmi yücelten bir siyasi partinin muhafazakarlığıyla özdeşleştirmek ve böylesine yeknesak bir kalıba sokmak hayatın dönüştürücülüğünü tam olarak kavrayamaz hale getirebilir bizi. İlk Müslüman olanlar, puta tapan bir topluluk içinde bir durumdan bir başka duruma ilk geçmiş olanlardı. Bu anlamda sahabelerin ilk İslam modernleri olduğu söylenebilir. Tıpkı kıyafet değişikliğine ilk adapte olanların cumhuriyet devrimlerinin şapka takan öncülerinden olması gibi. Her değişim, çağın ruhuna nasıl kendini uydurduysa, Kayserililerin sekülerleşerek dinin ruhundan tamamen uzaklaşacağını umanlar ile mütedeyyin kitlelerin aşırı kapitalizmle dinsizleşeceğini savunanlar bu anlamda aynı tuzağa düşüyor olabilirler. Bugün hem demokrat, hem liberal, hem Müslüman, hem Kayserili olarak tanımlayabiliyor mesela insanlar kendilerini. Gelecekte Kayserililerin ne olacaklarını ille bugünden kendi ideolojik bakışımızla mühürlemek neye yarar?

Kayseri'deki fabrikalar, büyük işyerleri veya küreselleşmeye eklemlenen şirketler merkezlerini İstanbul'a taşımaya çoğunlukla pek ihtiyaç duymamışlar. Bu bakımdan Kayseri, kendi kendinin taşrası haline gelmemiş. Aksine, giderek çekici bir merkez olmuş. Emekli fabrikatör boş durmamış, bir başka iş kurmuş. Hayırseverler birbiriyle yarışmışlar. Yeni üniversitenin inşası için işadamları aralarında paylaştırmışlar yaptıracakları blokları. (Bu kentin başarı öyküsü hep ortak kalemlerle yazılıyor. Bir bakıma üretim odaklı cemaatleşmeler söz konusu.) Eğitimin yanı sıra kültüre de yatırım başlamış. Örneğin belediyenin açtığı güzel sanatlar kursuna kayıt olmak için başvuranlar o kadar fazla olmuş ki, dondurmak zorunda kalmışlar. Sekiz bin kişilik kongre merkezi açılmak üzere, hemen her semtte spor sahaları var. Nilüfer Göle 'yeni muhafazakarlar' için bir ailede hem başı açık hem kapalı öğrenciler olabilmeli diyordu. Kıstasınız buysa: Orta Anadolu kentleri böyle aslında. Kendilerini bazılarının uzaktan ayrıştırdığı gibi 'ortalama laik veya 'ortalama dindar' gibi tek tip tanıma hapsetmiyorlar. Buradaki çokbaşlı gerçekliği kavramak yerine içkili lokanta sayısı üzerinden toptan bir 'çağdaş medeniyet' okuması yapabilir miyiz? Hakikatin ruhunu tek bir veriye gönderme yaparak yakalayabilir miyiz? Buradaki kitlelerin kendilerini tanımlama biçimlerine hiç mi güvenmiyoruz ki, ille fazladan bir 'niyet okuma' ısrarına kapılıyoruz oturduğumuz yerde? Ülkemizin taassup haritasını çıkarmaya çalışıyoruz?

Kayseri'de apartmanların altında dev giyim markalarının veya spor malzemelerinin devasa mağazaları yer alıyor. Reklam panolarında mayolu kadınlar. Örtülülerle birlikte etek boyu diz üstünde kızlar dolaşıyor. Baskı da bir şekilde vardır mutlaka. Fakat bunu tek veri kabul ederseniz, insanlarınızın medeniyet tasavvuruna kopuk kalmaya devam edersiniz. Köylülerin geleneksel baş bağlama biçimini yüceltmek adına üniversiteli gençlerin eğitim almak yerine evde oturmasını savunmaya başlarsınız.

Anadolu'da her seferinde İstanbul'da görmediğim birçok yerel buluşla karşılaşıyorum. Kayseri'de yeni binalardan başka burada bir şey yok diyenlerin 'yeniden umut etmek için' buradaki 'yeni hayat' arzusunu görmeleri gerek. Fish and chips-turşu menüsüyle, elektrikle çalışan özürlü sokak araçlarıyla, welcome yazılı özel çiçek tasarımlarıyla, ortası boş binalarla, neo Selçuklu taş mimariyle burada karşılaştım. Belki bölgedeki başka yerlerde de vardır tüm bunlar ama her kent kendine has nitelikleri ile insana hitap edebilir. Bir yerde gözünüze çarpmayan, bir başka yerde sizi büyüleyebilir. (Antep'te bir kafede garson çağırmak için peçete kutularında özel tuşlar var. Basıyorsunuz, içerideki panoda masa numarası yanıyor ve hemen geliyorlar.) İlle her kent aynı gelişme kodlarını taklit edecekse bunun adı sahici bir değişim olabilir mi zaten?

Kendimize has olanı aramanın yolu dışarıya, başkalarına sarkabilmekle başlıyor. Tanpınar'ın deyişiyle 'sırlı derinliği' ancak böyle keşfedebiliriz. Tam olarak tanımlanamaz elbette bu derinlik. Çünkü değişime, dönüşüme, başkalaşmaya açıktır. Sonsuz imkanlıdır. Keşfetmeye kalkan herkes ve her kültür kendi sihrini katacaktır hakikate. İçkili ya da içkisiz. Kimi içkiyle, kimi içkisiz. Kendi olmayı başaracaktır.

zaman



Bu yazı 919 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 10 Haziran 2008 'Temel ilkelerin iktidarı'yla evrensel adalet mümkün mü?
    • 3 Haziran 2008 Barış Meclisi'nde, barışın ortak diliyle
    • 27 Mayıs 2008 Adaletin merkez ve çevresi
    • 20 Mayıs 2008 Güneydoğulu dillerde yaşamak
    • 13 Mayıs 2008 Orta Anadolu; Modern yerellikler, çoğul kimlikler
    • 6 Mayıs 2008 Asıl gayrimüslimler çekti bu ittihatçı zihniyetten!
    • 29 Nisan 2008 Adaleti hangi dil ile talep edebiliriz?
    • 22 Nisan 2008 Özgürlük ve barıştan korkanların 'Tam bağımsız Türkiye'si
    • 15 Nisan 2008 Hakikat, ideolojik birimlerle ölçülemez
    • 8 Nisan 2008 İktidardan indiriliş öyküleri: Hep aynı kelimelerle
    • 30 Mart 2008 Ateş ve bahçe
    • 25 Mart 2008 Taraf gazetesi nasıl 'İslamcı ve AKP yanlısı' oldu?
    • 11 Mart 2008 Zalimin diliyle hakkı savunmak
    • 4 Mart 2008 Üniversiteye tarikatlar girecek diye çeteler mi girsin?
    • 19 Şubat 2008 Başörtülüler 'herkes için özgürlük' isteyince...
    • 12 Şubat 2008 Korku tutsaklığından özgür düşünce çıkar mı?
    • 5 Şubat 2008 Ilımlı İslam, laiklik ve 'emperyalizm işbirlikçileri'
    • 31 Ocak 2008 Halkların 'kendi olma özgürlüğü'
    • 29 Ocak 2008 Türbandan korkanlar neden adaletsizlikten korkmuyor?
    • 27 Ocak 2008 Biricik olmak

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,621 µs