En Sıcak Konular

Cengiz Çandar


Cengiz Çandar
0 0 0000

En zor coğrafyada Türkiye'nin misyonu



Zor bir coğrafya burası. Afganistan ve Pakistan. Afpak coğrafyası. Dünyanın en zor, en sorunlu, potan-siyel olarak en tehlikeli coğrafyası.
Zorluk topoğrafyadan başlıyor. Fiziki coğrafya Pakistan-Afganistan sınırı ve sınırın iki yanı boyunca uzanan kuş uçmaz kervan değişmez dağlarla çok zor. Zaten Afganistan’ı kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda çapraz kesen Hindikuş dağlarının adı bile anlamlı. ‘Hint öldüren’ anlamında bu sıradağlar Hintlilere geçit vermemiş. Bu coğrafyada Sovyetler Birliği dizlerinin üzerine çökmüş. Koca NATO’nun sonunu bile ilan edebilir bu coğrafya.
Amerika için bu coğrafyada ‘küresel ölçekteki belanın merkezi’ Afganistan’dan ziyade Pakistan olarak görülmeye başlandı. Pakistan varoluşsal sorunlara yüz yüze ve dünyanın birçok gücü için Pakistan devletinin çökmemesi en önemli öncelik halinde.
Ve Türkiye, bu coğrafyada Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun başdöndürücü temas trafiği ile rol alıyor.
Lahore’de önceki gün 40 derecede kavurucu sıcak altında Soli Özel “Endüstri devriminin burada olabilmesi imkânsızdı besbelli” deyiverdi. “Batı ve kuzeybatı Avrupa’dan çıkması şaşırtıcı gelmiyor...” Şaka yollu “Tabii” dedim, “bu iklimde ve coğrafyada insanlar bir gölge peşinde koşar, bir süre sonra mayışıp tembelleşmek zorunda. Endüstri devriminin disiplini ve çalışkanlığına yer yok buralarda.”
Lahore’de Güney Amerika latifundialarını andıran yemyeşil bir çiftliğin orta yerindeki kaşanesinde elimizdeki soğuk şerbetleri yudumlarken, eski başbakan, ana muhalefet lideri, yakın geleceğin muhtemel başbakanı Navvaz Şerif’i dinliyoruz. Ahmet Davutoğlu ile uzun baş başa görüşmesine başlamadan önce. Müslüman dünyayı ve özellikle Pakistan’ı kastederek, “Niçin geride kaldığımızı düşünmeli araştırmalıyız” diyor ve aile geçmişini anlatıyor, “Babam Pakistan’ın ortaya çıkmasından tam 10 yıl önce Hindistan’ın en büyük sanayicilerinden biriydi. Çelik üretiminde bir numaraydı. Ürettiği çeliği Güney Kore’ye satardık...”
Ne oldu Hindistan’ın bir bölümü Pakistan olarak 1947’de ortaya çıkan Müslümanlarına? Niye böyle oldu?
***
Bu sorunun cevabını, en azından cevabın ipucunu bir Lahore’lu, ünlü gazeteci Ahmet Raşit’in dün sözünü ettiğim son kitabının şu satırlarında bulabilmek mümkün:
“Pakistan’ın güvenliksizliği kısmen Hindistan’daki iki yüzyıllık İngiliz yönetiminin bir sonucudur. Bugünkü Pakistan’ı oluşturan bölge ondokuzuncu yüzyıl ortalarında, İngilizlerin Bengal ve orta Hindistan’ı ele geçirmelerinden en az yüzyıl sonra zaptedildi. Sindh 1843’te, Pencap ondan altı yıl daha sonra. İngilizlerin kuzeybatı Hindistan’ı zaptetmeleriyse sadece akıncı Afgan, Beluci ve Paştun aşiretlerine karşı güvenliği sağlamak amacı ve daha sonra Orta Asya’ya genişleyen ve Afganistan üzerinden Hindistan’a müdahale etmesinden korkulan Rusya korkusuyla ilgiliydi. Afganistan’daki iki savaştan sonra (1839-1842 ve 1877-1881) İngilizler güvenli ikmal hatlarına ihtiyaç duydular ve o nedenle kuzeybatı Hindistan’ı Pencap eyaletinin başkenti Lahore’dan yönettikleri bir garnizon kolonisi haline dönüştürdüler. Hindistan’daki İngiliz ordusunun garnizonlarının yarıdan fazlası Belucistan ve Kuzeybatı Sınır Eyaleti’nin Afganistan ile sınırı boyunca üslenmişti.
Pencap’ta İngilizler hem patronaj ve hem de baskıyla toprak sahibi feodal sınıfı kendilerine müttefik yaptılar; karşılığında onlar için kanallarla geniş bir sulama sistemi kurdular ve Pencap köylülerinin birçoğunu orduya kaydettiler. Pakistan, bazı bilim adamlarının ‘bir sürekli sıkıyönetim devleti’ diye nitelediği bu güvenlik devletini miras aldı. Pakistan’ın kimlik krizi, Raj (İngiltere yönetimindeki Hindistan’a verilen ad-cç) döneminde burada yaşayan Müslümanlarda içselleşmiş korkular, güvensizlik ve çelişkilerde kökleşmiştir...”
Buna bugün itibarıyla Pakistan’ın nükleer silah sahibi olmasını, beri yandan Afganistan’daki ‘cihad’ şartlarında üreyen ve yayılan el-Kaide, Taliban gibi akımları ve örgütlenmeleri, Hindistan ile arasındaki amansız çekişmeyi ekleyin. Zaten Pakistan nezdinde Afganistan’daki gelişmeler, çok büyük ölçüde oranın Hindistan denetimine geçmesini önleme mücadelesinin izdüşümü.
Pakistan’da kimle konuşsanız, sıfatı, işi ne olursa olsun konu dönüyor dolaşıyor Hindistan’a geliyor. Taliban’ı bile kendi ürünü olarak görmekten ziyade, ‘Hindistan’ın Pakistan’ı zayıflatmak için kullandığı el’ olarak görüyorlar. Sınırın öte yanında Afganistan’da, Taliban-el-Kaide tehdidi altındaki Hamid Karzai’den bile hazzetmiyorlar. Pakistanlılar. Onu ‘Hindistan’a yakın’ ve ‘Amerikan yapımı’ olarak algılıyorlar.
Amerika?
Nefretin ve öfkenin hedefi. İngiltere’nin konumunu miras almış ve Hindistan’la iş pişiren bir güç olarak gördükleri Amerika’ya derin bir öfke var bu coğrafyada.
***
Böyle bir tarih konjontüründe, kendisini yanlız, Batı tarafından itilmiş-kakılmış hisseden öfkeli Pakistan’ın ‘psikolojik sağlığı’nı kazanması için güvenebileceği gerçek bir dosta ihtiyacı var.
Türkiye, bu ihtiyacı karşılayacak kozlarıyla ‘Büyük Oyun’un coğrafyasına bedenini ve ruhunu sokuyor. Bunu yapabilecek imkanları birkaç yönden mevcut.
1. ‘Afpak ekseni’ndeki tarafların hepsiyle iyi ilişkileri bulunmak, dost ve Pakistan’a ilişkin ‘kardeş’ sayılmak gibi avantajları var ve elle tutular hiçbir ‘özel çıkar’ın peşinde koşmuyor.
2. Milli Mücadele’de, bir bölümü daha sonra Pakistan’a dönüşecek olan Hindistan Müslümanları referans noktaları olarak Türkiye’yi görerek, muazzam bir destek vermişlerdi. Dolayısıyla, Pakistan devletinin çökmesinin önüne geçmek, Türkiye için edası gerekli bir ‘tarihi’ ve ‘manevi borç’ olarak duruyor.
3. İslam’ı, İslam tarihini, çeşitli İslami akımları, bunların arka planlarını bilmeden ve öyle bir ‘bilgi’ye göre davranmadan Pakistan’a yeterince destek olamazsınız. Adınız Barack Hussein Obama ya da süper diplomat Richard Holbrooke olsa bile, bu gerçek değişmiyor.
Örneğin, Taliban’ın Pakistan’ın Deobandi medreselerinin geleneğiyle ilişkisini, buna Pakistan’ın yaygın Sufi akımı Barelvi’nin karşı durduğunu bileceksiniz. El-Kaide’nin güney yönünden, Arabistan yarımadasından gelen Vahhabi cereyanıyla donandığını, Taliban’ı da enfekte ettiğini; oysa Pakistan’da zengin bir Sünni-Hanefi geleneğinin yaşadığını, kuzey yönünden gelen Nakşibendi ve Sufi etkisiyle buna karşı bileceksiniz.
Nitekim, çok kısa süre önce Pakistan’da ilk kez 40 kalburüstü din adamının ‘Ulemalar Konseyi’ adıyla Taliban’a karşı tavır aldığını kaydedip, bunun ‘stratejik anlamı’nı değerlendirebileceksiniz. Bu tür ‘bilgiler’ ve onlardan yola çıkacak olan ‘siyasi harekat planı’, askeri harekatla elde edilmesi düşünülen sonuçlardan, çok daha geçerli ve kalıcı ‘stratejik sonuçlar’ üretmeye aday.
Elbette, bu ülkenin karnının doyurulması, ekonomisinin canlandırılması da şart.
Türkiye’nin ‘soft power’ını dünyanın bu çetin coğrafyasına uzatmas şansı var ve bir de artı faktör Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun tam da bu konulardaki vukufu. Davutoğlu, burada ‘içeriden’ konuşuyor.
O, Türkiye Dışişleri Bakanı sıfatı taşıdığına göre, Türkiye ‘içeriden’ konuşuyor.
Konumuz, Pakistan’ın çökmesini önlemek.
Bu konuları daha çok konuşacağa benziyoruz. Pakistan’ın ardından yarın Afganistan’dan konuşmak üzere...

radikal



Bu yazı 903 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 2 Mart 2012 'İç savaş salgını' ve 'korunma yolları'...
    • 8 Şubat 2012 Türkiye, Suriye'de savaşa mı gidiyor?
    • 13 Temmuz 2011 Diyarbakır DTK'nın, BDP Ankara'nın
    • 22 Haziran 2011 Türkiye'nin doğru Suriye pusulası
    • 14 Haziran 2011 Yeni anayasa için AK Parti-BDP-CHP uzlaşması
    • 13 Mayıs 2011 İktidar Kürt sorununu anlamalı
    • 16 Nisan 2011 AK Parti'nin Güneydoğu'da 'siyasi ricatı...'
    • 12 Nisan 2011 Aday listelerini okuma kılavuzu
    • 1 Mart 2011 Hoca ve 28 Şubat'ın cenazesi
    • 22 Şubat 2011 Libya: Osmanlı dominosu ve Bingazi'deki kan davası
    • 19 Şubat 2011 Ergenekon faturası
    • 5 Şubat 2011 Mısır'ın tarih yazdığı gün...
    • 8 Ocak 2011 Hizbullah tahliyesi mi rönesansı mı?
    • 5 Kasım 2010 TAK, ne kadar PKK, ne kadar 'Ergenekon?'
    • 29 Ekim 2010 'Tek Cumhuriyet'in iki Ankara'sı
    • 26 Ekim 2010 Bu gidişle katilden çocuk yaratılacak
    • 6 Ekim 2010 Washington'daki Türkiye
    • 1 Ekim 2010 Daha seyahatin başı, çözümün eşiği değil...
    • 29 Eylül 2010 Türkçeye onurunu iade edin
    • 21 Eylül 2010 Hakkâri provokasyonuna inat

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,256 µs