En Sıcak Konular

Hasan Cemal


Hasan Cemal
0 0 0000

Çin Komünistleri de tarihe direnemez!



Urumçi’de 30 yıl önce Uygur Türkleri ile geçen zaman...

Uygur Türklerinin yaşadığı zulüm ve baskıyı içim acıyarak izliyorum. Çin devletinin acımasızlığı ve hoyratlığıyla Han milliyetçiliğinin barbarlığı gerçekten dehşet verici.
Ne yazık!
İnsanın bir zulmü eli kolu bağlı seyretmesi de işkencedir. Vahşet karşısında hissedilen çaresizlik bazen insanı kahrediyor. Çünkü elinden hiçbir şey gelmiyor.
Otuz yıl önceydi.
Ben o topraklara gitmiştim.
Şincan’ın başkenti Urumçi’de, Tanrı Dağı’nın eteklerinde, Gobi Çölü’nün ortasındaki Turban kasabasında bir hafta geçirmiştim.
1979’un Eylül ayıydı.
Cumhuriyet’in Ankara temsilcisiydim. Milliyet’ten sevgili kardeşim Örsan Öymen’le birlikte kırk gün boyunca Çin’de dolaşırken Çin Türkistanı’na da yolumuz düşmüştü.
Kimileri, Doğu Türkistan derdi.
Çin’deki resmi adı ise o zaman Sinkiang Uygur Özerk Bölgesi’ydi. Anlar gibi olduğumuz bir dili konuşuyorlardı. Birçok Türkçe sözcük ağızlardan dökülüyordu.
Urumçi’de çevreme toplanan cıvıl cıvıl çocuklara isimlerini sorduğumda demişlerdi ki:
Hankız, Amine, Talat, Mükerrem, Sabit, Tilşat, Gülmire...
Hastaneye doktorhane, paraya pul, başkan yardımcısına muavin reis, muhabire muhbir, gazeteye geziti diyorlardı. Urumçi’deki Tarih Müzesi’nin cephesine Başkan Mao’nun bir sözünü kocaman asmışlardı:
Tarihni halk yaratkan!
Tarihi halk yazar, yaratır.
Uygurca aynen böyle yazılmıştı. Bir tek halk sözcüğündeki a harfi nedense ters a idi. Uygurlar 1949 Mao İhtilali’yle birlikte Pekin’in egemenliğine girdikten sonra Arap alfabesinden Latin harflerine geçmişlerdi.
Mihmandarımız demişti ki:
“Burada kalsanız, Uygurcayı beş altı ayda bülbül gibi öğrenirsiniz.”
Pekin’den Urumçi’ye uçakla dört saatte gelmiştik. Bir gün iki saatlik bir araba yolculuğundan sonra Tanrı Dağı’ndaki bir Kazak obasına gitmiştik.
Bir sabah vakti, sisin henüz kalkmadığı bir saatte, Ergenekon Destanı’nın esin kaynağı olan bu dağın eteklerindeki kıl keçeden bir Kazak çadırında kahvaltıya buyur edilmiştik. Yer sofrasına bağdaş kurup topak topak çökelek peynirleri yemiştik, dumanı tüten pidelerimizin arasında tuzlu tereyağları eriterek...
Bugün gibi hatırlarım.
Ak sakallı iki ihtiyar gelip yanıma çömelmiş, benim dilimde aynen şöyle sormuşlardı:
“Halil’le Hamza’yı tanırsız?”
Şaşırmıştım, Tanrı Dağları’nın eteklerinde bana kendi dilimde Halil’le Hamza’nın sorulmasını... Sonra Moğol çevirmenin yardımıyla konuşmuştum o iki ihtiyarla. 1949’da komünistler iktidarı ele geçirince, İsa Alptekin’in peşinde, at sırtında, Anadolu’ya, Türkiye’ye göç eden arkadaşlarıymış Halil’le Hamza...
Sonra Urumçi’den bir sabah vakti erken arabayla yola çıkmıştık. Hiç unutmam o yolculuğu. İki yanımız Gobi Çölü’ydü. Kum çölü değil, üstünde yürünmesi bile neredeyse olanaksız, siyahımsı küçük sivri taşlardan oluşan bir uçsuz bucaksızlıktı.
Çok sıcaktı!
Arabamızın kliması da yetersiz kalınca, bunalmıştık Örsan’la... Ama sonra Turban’a, çöl ortasında yeşillikler içindeki bir kasabaya, daha doğrusu bir vahaya gelmiştik, deniz seviyesinden 154 metre aşağıda bir çukura...

Yıl 1979, yer Şincan’ın başkenti Urumçi. Akmescit Camii’nin imamı, Hasan Cemal’e bir bayram sabahı hoş geldin diyor.

Yerlere rengârenk kilimlerin serildiği bir çardak altında güneşi batırırken, adları Cennet, Ayşem, Fatmagül, Ayımnisa olan güzel çocuklar bize şarkılar söylemişlerdi.
Ramazan Bayramı’nın ilk günü Urumçi’deydik. Adı Akmescit olan bir camide bayram namazına gittik. Bugünkü yazımın göbeğindeki fotoğraf o sabah çekilmişti. El sıkıştığım, daha çok yaşlılardan oluşan cemaati pek öyle kalabalık olmayan caminin güler yüzlü, ince uzun sakallı imamıydı.
Bize o zamanlar Urumçi’de, Tanrı Dağı’nın eteklerinde ya da Gobi Çölü’ndeki Turban kasabasında hiç kimse Han milliyetçiliğinden, Çin devletinin baskısından söz etmemişti. Belki de biz 1979’da işlerin bu yanının farkında değildik, kim bilir.
Aradan otuz yıl geçmiş...
Urumçi’de kan gövdeyi götürdü.
Turban’da ne oldu bilinmiyor.
Şincan’daki baskı açığa çıktı.
Ama bilinen bir gerçek var. Son otuz yılda ekonomisini dışa, rekabete açan ve açlığı yenen, zenginleşmeye başlayan Çin, demokrasi ve hukuka kapısını sıkı sıkıya kapalı tutuyor.
Bir yanda pazar ekonomisi...
Diğer yanda baskıcı rejim...
Nereye kadar?
Ekonomide rekabetçi düzen, eninde sonunda, siyasetin karanlığını da yırtacaktır kaçınılmaz olarak...
Çin Komünistleri hâlâ tarihin akışına karşı koyabileceklerini sanıyorlar, özgürlükleri ve kimlikleri inkâr ederek tarihten hâlâ ders almıyorlar.
İyi pazarlar!
————————
Dipnot:
1979’da Ağustos ve Eylül arasında 40 gün süren Çin gezimin röportajı Cumhuriyet gazetesinde, 1979’un Eylül ayında 17 gün boyunca yayımlanmıştı.

milliyet



Bu yazı 1,409 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 16 Eylül 2012 Türkiye AB’nin, AB Türkiye’nin neresinde?
    • 13 Eylül 2012 Ve soruyorum Ak Parti iktidarına...
    • 7 Ağustos 2012 Özkök Paşa demokrasi adına bir şanstı!
    • 12 Mayıs 2012 Ak Parti’yle kadınlar, başörtüsü sorunu ve Kürt sorunu...
    • 18 Nisan 2012 Demokraside asker sorunu, sivil sorunu!
    • 15 Nisan 2012 Suriye’de akan kan ve evimizin içi!
    • 3 Nisan 2012 Suriye’de ben de tarafım!
    • 27 Mart 2012 Zamanın ruhu ve dış konjonktür PKK’ya karşı!
    • 21 Ocak 2012 İnsanlık ölmedi, karanlık sorgulanacak!
    • 18 Ocak 2012 Sanık Kenan Evren, ayağa kalk!
    • 20 Kasım 2011 ''Dersimli okşanmakla kazanılmaz!''
    • 18 Ekim 2011 Herkes ‘Atatürk milliyetçisi’ olmak zorunda mı?..
    • 5 Ekim 2011 Ak Parti, CHP, BDP uzlaşması...
    • 29 Eylül 2011 Ciğeri yanan Erdoğan’a, Öcalan’a...
    • 27 Eylül 2011 PKK, BDP, Güneydoğu’dan haberler öyle ki...
    • 22 Eylül 2011 Avrupa Birliği Türkiye'ye dürüst davranmıyor mu?
    • 21 Eylül 2011 Düşen helikopterin beynini kim söküp aldı ?
    • 7 Eylül 2011 Başbuğ Paşa da hesap vermek zorunda!
    • 2 Eylül 2011 Erdoğan’ın askeri vesayetle mücadelesi...
    • 6 Ağustos 2011 Kürt sorunu: Bardağın dolu ve boş tarafı!

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,573 µs