En Sıcak Konular

Cengiz Çandar


Cengiz Çandar
0 0 0000

'Avrupa'nın hasta adamı'ndan 'bölgenin yükselen gücü'ne...



İstanbul’da Suriye Devlet Başkanı Başşar Esad ile Başbakan Tayyip Erdoğan buluştular. İlk bakışta sıradanlaşmış hale gelen yakın Türkiye-Suriye temasının bir başka üst düzey toplantısının ardından basına ilk düşen bilgi iki ülke arasında vizenin kaldırılması oldu.
Bir zamanlar, -çok değil 10 yıl kadar önce- söz konusu iki komşu ülke arasındaki ilişkiler olabildiğince uzaktı ve daha da ötesi ‘hasmane’ idi. Türkiye’nin komşuları arasında en uzun (ve büyük bölümü mayınlı) sınıra sahip olduğu ülkeye gidiş-gelişler deveye hendek atlatmak kadar zordu. Suriye, ‘PKK karargâhı’nın merkezi ve örgütün en önemli destekçisiydi.
Rejim karakteri bugün de temel bir değişiklik olmamakla birlikte- bir ‘istihbarat kuruluşları koalisyonu’ olan Suriye’nin istihbarat örgütü Muhaberat, PKK’nın en önemli ‘lojistik destekçisi’, güçlü lideri Hafız Esad ise ‘siyasi kılavuzu’ gibiydiler.
Son 10 yıl içinde öyle önemli gelişmeler gerçekleşti ki, Ankara ile Şam, ‘hasım komşular’dan ‘kanka komşular’a dönüştüler. Bu bakımdan, Türkiye ile Suriye arasında vizenin kaldırılması başlıbaşına çarpıcı ve önemli bir gelişmedir.
Ama İstanbul buluşmasının önemi bunun da ötesinde. Hafta başında Suriye Devlet Başkanı’nın Şam’da sarayına davet ettiği bir grup Türk gazetecisine ‘Kandil dağından inecek 1500 Suriyeli PKK’lıyı af edeceğini açıklaması Türkiye’nin ‘Kürt Açılımı’nın ‘şiddetten arındırılması’ ve ‘silahlara veda’ boyutundaki çok ama çok önemli bir gelişmeye, ‘Kürt sorunu’nun sınır-aşan bölgesel boyutuna ilişkin bir ilerlemeye işaret ediyor.
Bu arada Erdoğan-Esad görüşmesinde son günlerde giderek gerilmeye ve tam iyileşmeden yine bozulmaya yüz tutan Amerika-Suriye ilişkilerinde, Türkiye’nin ‘arabulucu’ rolü üstlendiği, bazı Amerikan ‘strateji kuruluşları’nda ileri sürüldü.
Türkiye’nin uluslararası ilişkiler sisteminde ‘yükselen profili’ni en çarpıcı biçimde yansıtan gelişme ise, Suriye-Irak ihtilafını çözmek amacıyla dün İstanbul’da Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari ve Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim ile, Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa’nın katılımıyla biraraya gelmesidir.
Bizzat bu toplantının kendisi, Türkiye’nin nereden nereye geldiğine ayna tutuyor...
***
Mekân olarak Türkiye’de ve siyasi olarak Türkiye’nin huzurlarında gerçekleşen Arap Birliği katılımlı Irak-Suriye buluşması birçok şeyi bir arada ortaya çıkarıyor:
1. Mısır’ın ve onunla birlikte Arap Birliği’nin hem Arap dünyası ve hem de uluslararası politikada azalan etkisi ve bunların yerini Türkiye’nin doldurması. Bir zamanlar, Araplararası ihtilafların ele alındığı yer, Kahire idi.
Artık İstanbul.
2. Avrupa Birliği’nin Fransa (Nicolas Sarkozy) üzerinden müdahil olmaya çalıştığı ‘Ortadoğu’na nüfuz ve etkinlik’ yarışında, Türkiye’nin Fransa’nın önünde koşması.
3. Amerika’nın Bush Amerika’sının ‘askeri gücü’nün Obama Amerikası’nın ‘yumuşak gücü’nün (soft power) Türkiye üzerinden ve Türkiye aracılığıyla Washington talimatı ile değil, -kendiliğinden- devreye sokulması.
Lübnan’ın Daily Star gazetesinin dünkü başyazısı bu konuya yani ‘Türkiye’nin bölgesel işlevi’ne ayrılmıştı. Yazı şöyle başlıyordu:
“Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ülkesinin son haftalarda Suriye ile Irak arasında ortaya çıkan ihtilafı söndürmek için çaba göstermesinden ötürü övgüye layıktır. Bu çabalarında başarıya ulaşmasa bile kınanamaz, zira hiçbir dış güç bu tür kaba rejimlerin medeni davranış sergilemelerini sağlayamaz. İki devletin beceriksiz diplomasileri Bağdat’ta 19 Ağustos’taki ölümcül bombalamaların hemen ertesinde ortaya çıktı ve aralarındaki kan davasının son hali oldu. Her iki taraf trajediyi kamuoyunda düşmanca atışma oyununa çevirdiler. Bağdat Suriye’yi komplocuları barındırmakla suçladı, Şam Irak’ın suçlamalarını ‘ahlak dışı’ diye niteledi.
Büyükelçilerini de karşılıklı olarak hızla geri çektiler ve aralarında devletten devlete bir çözüm bulunması fırsatını tıkamış oldular...
Elbette ki, zayıf diplomasi bu iki rejimin kaba davranışının sadece bir yönüdür. Her iki ülkenin özellikle bölgenin yüzünü değiştireceği hayalini kurdukları ideolojileri ihraç etmeye
kalkışmak suretiyle tüm Arap dünyasına zarar vermek konusunda uzun bir geçmişler var. Aynı zamanda ülkelerini demir yumrukla yönetmek konusunda uzun bir geleneği paylaşılyorlar. Bunu yaptıklarını meşrulaştırmak için güvenlik gerekçelerine başvurdular. Oysa, iç ve bölgesel istikrarsızlığın sıklıkla sebeni kendileriydi. Son yıllarda Bağdat ve Şam’ın başlıca oyuncuları değişti ama güçlü adam zihniyeti aynı kaldı.
Türkiye kavgada arabuluculuk yaparak ve her daim ortadan yok olan Arap Birliği tarafından yerine getirilmesi gereken bir görevi üstlenmiş olarak önemli bir rol oynuyor...”
Türkiye, bunu nasıl yapıyor?
1. Siyasi tercihi, artan ve sınırlarının dışına taşan ekonomik gücünün gereği olarak, bölgesel istikrar istediği için;
2. En önemli gündem maddesi olan Kürt sorununun ‘şiddet boyutu’nu sona erdirmek bakımından bölgesel Irak ve Suriye ile- işbirliği ‘olmazsa olmaz’ şart olduğu için.
3. Demokratik bir rejime sahip olduğu ve bölgedeki aktörlerin çok büyük bölümü nezdinde güvenilir bulunduğu ve itibar sahibi olduğu için.
***
Türkiye’nin bu ‘proaktif bölge diplomasisi’nin getirisini anlamak için, İstanbul’da Irak-Suriye arasında yapılan arabulucuğu vurgulayan ve öven Daily Star başyazısı ile aynı gün yayımlanan Amerikan Stratfor değerlendirmesine bakalım. Stratfor, Suriye ile Amerika arasında son dönemlerdeki gerginliğe ilişkin ve Irak ile Lübnan’da yine sorun çıkarmayı, pürüz üretmeyi benimseyen Suriye politikasını tahlil ettikten sonra şöyle diyor:
“Bu bakımdan, (çok şey) bölgenin yükselen gücü Türkiye’ye bağlıdır. Türkiye tekrar duruma müdahil olabilir ve Suriye ile (Amerika) arasındaki görüşmeleri tekrar yola koyabilir...”
Şu satırlar ise 2008 Nobel Barış Ödülü sahibi Marti Ahtisaari’nin başkanlığındaki ‘Bağımsız Türkiye Komisyonu’nun (Akil Adamlar) AB’ye sunduğu ‘Avrupa’da Türkiye-Kısır döngüyü kırmak’ başlıklı rapordan:
“... AB ile desteklenmiş bir Türkiye, halen Rusya, Çin ve ABD’nin etkin olduğu bu bölgede Avrupa’yı da bölgesel bir güç olarak devreye sokabilir. Başka hiçbir ülkenin liderleri Moskova ve Şam, Tahran ve Kudüs gibi çok farklı başkentler arasında seyahat edebilmekte ve hem saygıyla karşılanmakta hem de önemli politik hedeflerini bu kadar geniş anlamda görüşememektedir. Türkiye, herhangi bir krizi ve sorunu AB için tek başına çözemez ama Türkiye olmadan da AB’nin bölgede işi çok daha zor olur.”
Türkiye’nin 19. yüzyılda ‘Avrupa’nın Hasta Adamı’ olmaktan 21. yüzyılda ‘yükselen güç’ olmaya dönüşümünü bu satırlardan anlamak ve Ortadoğu aynasında görmek mümkün.
İşte ‘en önemli hastalığı’ olan Kürt sorununu da tam bu nedenle çözmeye mecbur Türkiye.
Çözme iradesi gösterdiği vakit, çözme yeteneğine sahip olduğunu anlamak zor değil.
‘Kürt Açılımı’nı ve ‘başarı şansı’nı bir de bu açıdan değerlendirin...

radikal



Bu yazı 955 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 2 Mart 2012 'İç savaş salgını' ve 'korunma yolları'...
    • 8 Şubat 2012 Türkiye, Suriye'de savaşa mı gidiyor?
    • 13 Temmuz 2011 Diyarbakır DTK'nın, BDP Ankara'nın
    • 22 Haziran 2011 Türkiye'nin doğru Suriye pusulası
    • 14 Haziran 2011 Yeni anayasa için AK Parti-BDP-CHP uzlaşması
    • 13 Mayıs 2011 İktidar Kürt sorununu anlamalı
    • 16 Nisan 2011 AK Parti'nin Güneydoğu'da 'siyasi ricatı...'
    • 12 Nisan 2011 Aday listelerini okuma kılavuzu
    • 1 Mart 2011 Hoca ve 28 Şubat'ın cenazesi
    • 22 Şubat 2011 Libya: Osmanlı dominosu ve Bingazi'deki kan davası
    • 19 Şubat 2011 Ergenekon faturası
    • 5 Şubat 2011 Mısır'ın tarih yazdığı gün...
    • 8 Ocak 2011 Hizbullah tahliyesi mi rönesansı mı?
    • 5 Kasım 2010 TAK, ne kadar PKK, ne kadar 'Ergenekon?'
    • 29 Ekim 2010 'Tek Cumhuriyet'in iki Ankara'sı
    • 26 Ekim 2010 Bu gidişle katilden çocuk yaratılacak
    • 6 Ekim 2010 Washington'daki Türkiye
    • 1 Ekim 2010 Daha seyahatin başı, çözümün eşiği değil...
    • 29 Eylül 2010 Türkçeye onurunu iade edin
    • 21 Eylül 2010 Hakkâri provokasyonuna inat

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,415 µs