En Sıcak Konular

Hasan Cemal


Hasan Cemal
0 0 0000

Cehennemde melekler ya da 12 Eylül’le hesaplaşmak!



12 Eylül’ün 30. yılı önümüzdeki 12 Eylül’de. 12 Eylül askeri yönetimi deyince, akla hemen Diyarbakır Askeri Cezaevi gelir, orada yapılan korkunç işkenceler hatırlanır.
Aşağıda, bu hapishanede insanlık dışı aylar yaşamış Avukat Hüseyin Yıldırım’ın 29 yıl sonra anlattıkları var.
Bir zamanlar Öcalan’ın yakın çevresinde yer alan, sonra onunla yolları ayrılan, Hollanda’da bir suikast girişiminden de kıl payı kurtulan Hüseyin Yıldırım, Neşe Düzel’le 11 yıldır yaşadığı İsveç’te konuştu.
Önümüzdeki 12 Eylül referandumunda evet oyu kullanarak, sembolik de olsa, 12 Eylül askeri yönetimiyle hesaplaşmak isteyenler aşağıdaki kısa alıntıya zaman ayırabilir.

* * *

Siz hangi yıl Diyarbakır hapishanesine girdiniz?
Ben Diyarbakır cezaevine 1981 yılının kasımında girdim ve on bir ay kaldım. O cehennemden 1982’de çıktım. Zaten ben 10 Kasım 1981’de Diyarbakır cezaevine götürüldüğümde de ayaklarımın üstünde duramıyordum.
Niye?
Çünkü poliste çok ağır işkence görmüştüm.
Poliste neler yaşadınız?
Yedi günde beni bitirdiler. Gözlerimi bağlayıp, beni önce tavana asıp çarmıha gerdiler ve elektrik şoku verdiler. 16 ya da 17 Ekim 1981 tarihiydi. Polis soruşturma bölümündeki her odadan işkence çığlıkları geliyordu ve o sırada radyo açıktı, Evren konuşuyordu. Evren radyoda, “Türklerin karakterinde işkence yoktur” diye bağırıyordu. Evren’in o sözleri işkence çığlıklarına karışıyordu.
Sizi sonra Diyarbakır cezaevine mi götürdüler?
Ringo denilen demir kafesli bir cezaevi aracı vardı. Beni onunla Diyarbakır cezaevine götürdüler. Daha aracın kapısı açılmadan, bahçede “geldi geldi” diye bir çığlık koptu.
Ellerinde odunlarla bir grup işkenceci aracın etrafını sarmışlardı. İşkencesiyle ünlü, cezaevi iç güvenlik amiri Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran, elleri cebinde karşımda duruyordu. Beni ağır sopalarla dövdüler. Sonra Yıldıran, “Hadi aslanlarım, Avukat Bey’e helva yedirin” dedi.
Helva yedirin ne demek?
Beni büyük bir salona götürdüler. Dört tarafında duvara dizilmiş hücreler bulunan ortası açık dört katlı bir yer. Bu açık alanın orta yerinden lağım akıtıyorlar. Demir parmaklıklı hücrelere ise merdivenlerle çıkılıyor. Hücredekiler birbirlerini görmüyor ama işkenceciler dört taraftan herkesi görüyor. Bana, “soyun” dediler, soyundum. Allah Allah diye üstüme sopalarla saldırdılar.
Epey dövdükten sonra beni lağımın içinde bir aşağı bir yukarı sürüklediler. Sonra biri başımı bacaklarının arasına aldı ve uzun süre sopalarla arkamdan vurdular. Nereye vuracaklarını biliyorlar. Sinirlerin geçtiği yerlere vuruyorlar. Ciğerlerim ağzıma geldi ve bayılmışım.
Bitti mi?
Elbiselerimi ateşe verdiler ve sırtüstü o ateşe yatırdılar. Daha sonra beni duvarın dibindeki bir makaranın önüne getirdiler. Makarada ip sarılıydı. İpin ucunu halka yapmışlar. Çok affedersiniz... İlk kez anlatıyorum bunu... Çok affedersiniz. İpi benim cinsel organıma geçirdiler... Biri ipi tutuyor ve çekiyor. O zaman çok utandım. Bu çok ağır geldi.
Lütfen ağlamayın... İsterseniz anlatmayın, başka bir konuya geçelim.
Siz istediğinizi yayınlayın ya da yayınlamayın. Ama ben içimdekileri boşaltmak istiyorum. Her taraftan işkence sesleri geliyordu. Ben, “kafama bir kurşun sıkın bunu yapmayın” dedim.
İpi bırakmam için ellerime tersten sopalarla vuruyorlar. Bütün parmaklarım kırıldı, ayak topuklarım kesildi. Sonunda iri yarı bir onbaşı, “ben bu kadarına yokum” dedi ve fırlayıp beni kucakladı. Beni beşinci hücreye götürdüler ve kenefe koydular.
Aman Tanrım...
O işkencelerden sonra ben şuna inandım. Yeryüzünde en dayanıklı canlı insandır. Akşam oldu, nöbetçi bana acıdı ve beni lağımın içinden betonun üstüne çıkardı. Bana bir sigara verdi. O da bir askerdi. Size söyleyeyim. O cehennemin içinde melekler de vardı.
Sabah oldu “ulan avukat” diye gene geldiler. Beni lağımın içine gene yatırdılar. Öyle dövdüler ki bayılmışım. Zaten bir müddet sonra acıdan göğsün tıkanıyor ve bağırman da kesiliyor. Kendime geldiğimde ayaklarımdan akan birikmiş simsiyah kanı gördüm. Yavaş yavaş ayaklarımı içime doğru çektim ve betonun üstüne yattım.
Her işkence gören yaşadıklarını bu kadar ayrıntılı hatırlar mı?
Hiç bir zaman unutmaz. Hiçbir şeyi unutmaz. Orada ölüm bir an önce gelsin istedim. Diyarbakır cezaevinde herkesi böyle imtihan ettiler. Ben dört aydan fazla hücrede kaldım ve dört ay her gün işkence gördüm. Bir de hücrelere kedi büyüklüğünde fareler saldırıyordu.
Ne!!!!
Birini kovuyordun, diğeri geliyordu. Fareler üstümüzde dolaşıyordu. O işkenceci Yüzbaşı Esat, ben kilo kaybettikçe, bana “şişmanlamışsın yahu” diyordu. Benim bütün parmaklarım kırıldı. Bakın... Hâlâ düzelmediler. Çenem ortadan ikiye bölündü. Bakın... Dizlerime çok vurdular. Bakın... Doktor falan yok, kendi kendine kaynadı çenem de bütün kemiklerim de...
İhtiyar lakaplı bir çavuş, cebine kendi yemeğini koyuyordu ve gizlice bana cebinden çıkardığı tahta kaşıkla içine ekmek doğranmış çorba ve et yediriyordu. Beni, dışarıdaki gelişmelerden haberdar ediyordu. “Seninle ilgili dünyada büyük tepki oluşmuş” diyordu. Uluslararası Af Örgütü falan ayağa kalkmıştı.
Dedim ya... Cehennemde melekler de vardı.(26, 27 Temmuz 2010 tarihli Taraf)
Tatil sonrası siyaset notlarının dördüncüsü yarın.

milliyet

 



Bu yazı 1,135 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 16 Eylül 2012 Türkiye AB’nin, AB Türkiye’nin neresinde?
    • 13 Eylül 2012 Ve soruyorum Ak Parti iktidarına...
    • 7 Ağustos 2012 Özkök Paşa demokrasi adına bir şanstı!
    • 12 Mayıs 2012 Ak Parti’yle kadınlar, başörtüsü sorunu ve Kürt sorunu...
    • 18 Nisan 2012 Demokraside asker sorunu, sivil sorunu!
    • 15 Nisan 2012 Suriye’de akan kan ve evimizin içi!
    • 3 Nisan 2012 Suriye’de ben de tarafım!
    • 27 Mart 2012 Zamanın ruhu ve dış konjonktür PKK’ya karşı!
    • 21 Ocak 2012 İnsanlık ölmedi, karanlık sorgulanacak!
    • 18 Ocak 2012 Sanık Kenan Evren, ayağa kalk!
    • 20 Kasım 2011 ''Dersimli okşanmakla kazanılmaz!''
    • 18 Ekim 2011 Herkes ‘Atatürk milliyetçisi’ olmak zorunda mı?..
    • 5 Ekim 2011 Ak Parti, CHP, BDP uzlaşması...
    • 29 Eylül 2011 Ciğeri yanan Erdoğan’a, Öcalan’a...
    • 27 Eylül 2011 PKK, BDP, Güneydoğu’dan haberler öyle ki...
    • 22 Eylül 2011 Avrupa Birliği Türkiye'ye dürüst davranmıyor mu?
    • 21 Eylül 2011 Düşen helikopterin beynini kim söküp aldı ?
    • 7 Eylül 2011 Başbuğ Paşa da hesap vermek zorunda!
    • 2 Eylül 2011 Erdoğan’ın askeri vesayetle mücadelesi...
    • 6 Ağustos 2011 Kürt sorunu: Bardağın dolu ve boş tarafı!

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,543 µs