Taha Kıvanç
0 0 0000
Hangi patron, hangi yönetici, hangi yazar içeri alınır?
Nereye gitsem aynı soruyla karşılaşıyorum: “Başlatılan yargı süreci nereye kadar gider?”
İlk gün “Sincan’a kadar gider” cevabını veriyordum, baktım tutuklananlar Sincan Cezaevi’ne konuluyor, şimdilerde farklı bir cevap arayışındayım. Neme lâzım; bakarsınız birileri çıkıp “İntikamcı hislerle bunu yapıyor” derler...
Oysa 28 Şubat (1997) bana şahsi bir zarar vermedi, almam gereken bir intikam yok... Bütün Ankara temsilcileri ile muhabbetler çok ileri noktalara götürülürken Genelkurmay’ın kapıları yüzüme sımsıkı kapanmıştı. Kapandı da ne oldu?
Bugünlerde birilerinin “Oto-sansür uyguluyoruz”, “Her istediğimizi yazamıyoruz”, “Kalemimiz elimizden alındı” türü şikâyetlerini işittikçe “Aferin bize” deme ihtiyacı duyuyorum: Bizler ağlamadık, gölge boksu yapmadık, hönkürmedik, yüzsuyu da dökmedik. Ya ne yaptık? Aslanlar gibi karşı mücadelemizi yaptık... Dönemin Genelkurmay Başkanının “Bin yıl süreceği” garantisini verdiği ‘28 Şubat süreci’ 16. yılında mahkemelik olduysa o aslanlar gibi mücadelenin bunda büyük payı var.
‘İntikamcı hisler’den söz edenler kendi çizgilerindekilerin hislerini açık etmiş oluyorlar...
27 Mayıs (1960) ihtilâli sonrasında basınımız hiç de iyi bir sınav vermemişti. Darbeyi destekleyen ‘gazeteci’ kılıklı tipler geçmişte DP iktidarını desteklemiş meslektaşlarını “Kuyruklar” diye tezyif etmiş, aleyhlerine tasfiye kampanyaları açmış, kalemleri elinden alınanların arkasından teneke çalmışlardı...
“Hadi canım” demeyin sakın, çünkü kanıtlarım var.
Yakın zamanlara kadar bir gazetede köşe işgal etmekte olan yaşı hayli ileri bir yazar, 27 Mayıs’tan dört gün sonra, ihtilâlle yönünü askere doğru çevirerek yayınına devam eden gazeteleri Yeni İstanbul gazetesinde çıkan ‘imzasız’ başyazısında kınadıktan sonra, şu satırları yazabilmişti: “Eğer bugünkü idarenin sayın başkanı, bu memlekette hür, müstakil, dürüst ve seviyeli bir basının bulunması kararında ise, işe her türlü ana kanunlarla birlikte, evvelâ basından tasfiye ile başlamalıdır.”
‘Basından tasfiye’ tavsiyeleri birbiri ardına sütunlarda yer almaya başlar... Şimdilerde Cumhuriyet’te yazan Oktay Akbal o sırada Vatan’da köşe sahibidir; ihtilâl öncesinde ‘DP destekçisi’ olanlarla sınırlı kalmamasını tasfiyenin, 1954’e kadar ‘DP şakşakçılığı’ yapanları da kapsamasını arzular. (‘Sahte Kahramanlar’, 9 Haziran 1960).
Emil Galip Sandalcı da Vatan yazarıdır; “Basın olarak her şeyden önce kendi kendimize müsamaha etmemeyi öğrenmeliyiz” cümlesiyle biten yazısına (10 Haziran) başlık olarak temennisini çıkartmıştır: “Önce içimizdekiler...”
Tasfiyeler başlar, pek çok gazeteci işinden olur. Bunlardan biri kısa süre önce kaybettiğimiz Yılmaz Çetiner’dir. ‘Nefes Nefese Bir Ömür’ adını taşıyan anılarında (Doğan Kitap) 27 Mayıs ihtilâli sonrasında başına gelenleri de anlatır Yılmaz Bey: İhtilâl öncesinde ‘Haber’ gazetesini yayınlamaktadır. Gazete sahibiyken ‘Hayat’ dergisinde sıradan muhabirliğe dönmek zorunda bırakılır...
Hem de sonradan amiralliğe terfi ile Askeri Yargıtay Başkanlığı yapacak, bir ara Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı olacak Fahri Çoker dayısı olduğu halde...
Ankara Gazeteciler Cemiyeti’nin 2. Başkanıdır aynı zamanda Yılmaz Çetiner; üyesi olduğu yönetim kurulu yedi arkadaşıyla birlikte onu da Cemiyet’ten ihraç eder... ‘DP’li’ bilindiği için... İki kuru lokmaya muhtaç hale getirilir bazı gazeteciler...
Darbecilerin teşvikiyle basında en geniş tasfiyeyi gerçekleştirenler ise ihtilâlciler tarafından mükâfatlandırılır... İlkin ‘Öncü’ adlı bir gazetede toplanılırlar, sonra da içlerinden en cevvalleri yurtdışı görevlere atanır: Şimdilerde CHP milletvekili olan Londra’ya atanır, bir kanalın yüksek perdeden kavga edilen programında yer alan diğeri Almanya’ya...
“Yargının başlattığı 28 Şubat ‘post-modern darbesi’ni hesaba çekme süreci kimlere kadar gider?” sorusunu yöneltenlerin derdi hangi patron, hangi yönetici ve yazarların sorgulanacağı aslında.
Bu yazımı sabahın köründe onlar da okuyacak; hayal kırıklığı yaşasınlar diye yazıyı burada kesiyorum.
star
Bu yazı 1,306 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
17 Eylül 2012
Hem okudum, hem de yazdım
-
4 Eylül 2012
CIA başkanı neden geldi?
-
16 Temmuz 2012
Vicdanım buna da elvermiyor
-
2 Temmuz 2012
Suriye nasıl bir ülke, Suriyeliler nasıl insanlar...
-
21 Mayıs 2012
Bir geziden ilk notlar
-
15 Mayıs 2012
‘Yeni CHP’ nihayet sözcüsünü buldu
-
16 Nisan 2012
Hangi patron, hangi yönetici, hangi yazar içeri alınır?
-
23 Mart 2012
Ben demedim, o dedi
-
13 Mart 2012
Köşemi bugün Cumhurbaşkanı Gül’e bırakıyorum
-
9 Mart 2012
TR325 kodadlı becerikli uzman...
-
20 Şubat 2012
‘Operasyon’ diye ben buna derim
-
30 Ocak 2012
Davos’ta Türkiye dersi
-
27 Aralık 2011
Bu yılın Cumhurbaşkanlığı büyük ödülü...
-
12 Aralık 2011
Ak Parti üzerine hesaplar
-
9 Aralık 2011
Gül vetoya ne zaman karar verdi?
-
14 Kasım 2011
Kriz çıkaranlar gidiyor, ama yerlerine gelenler de yabancımız değil
-
24 Ekim 2011
Kaddafi’nin son demleri...
-
3 Ekim 2011
Dr. Sallaso’nun kunduzunun izinde
-
29 Ağustos 2011
Ben meraklı bir insanım, özür dilerim
-
26 Ağustos 2011
Bütün kepazeliklerin anasını açıklıyorum
Yorumlar
+ Yorum Ekle