En Sıcak Konular

Haşmet Babaoğlu


Haşmet Babaoğlu
0 0 0000

Korkmak yerine övünmek, çalışmak, güvenmek!



Dün sokaklarda, meydanlarda Cumhuriyet’i kucaklamanın coşkusu vardı.

Yüzlere baktım, hallere tavırlara, giysilere baktım. Tıpkı dini bayramlardaki gibi, özen, ferahlık ve çocuksu bir neşe vardı. Çok güzeldi.

Ama siyaset platformunda işler öyle değil.

Sokaklardan siyasetin ve devlet işlerinin tepelerine doğru çıkınca tablo değişiyor.

Oralarda coşkunun ferahlığı değil korku pazarlığı var.

Oralarda çoktandır Cumhuriyet Bayramı kutlaması ya Cumhuriyet’in geleceğinden korkular ve Cumhuriyet’e karşı tehditler listesinin sağlamasını yapmak ya da bu listeye “bozuk atmak” anlamına geliyor.

Sokaktaki aydınlık yüzlerin yerini oralarda çatık kaşlar, asık suratlar alıyor.

Tabii güncel siyasetin ve onun izinden yürüyerek reyting ve tiraj alacağını uman medyanın da işine geliyor bu Cumhuriyet-laiklik-demokrasi üzerinden yapılan korku pazarlığı!..

“Korku kadar maliyeti düşük fakat siyasi etki gücü yüksek bir başka sermaye yoktur” diyenler haklı mı yoksa?

***

Oysa durup baksak, şöyle sakin kafayla yakın tarihimize göz gezdirsek; ne göreceğiz?

“İrtica korkusu”yla yatıp kalkmamız irticaya bir türlü çare olamamış.

“Bölünme korkusu”, “Sevr korkusu” ve benzeri korkuları sürekli dile getirmemiz, bu korkuların üzerine titrememiz bize 30 yıldır büyük acılar yaşatan bölücü terörün önünü kesmeye yetmemiş.

Dünyadan; ABD’den, Avrupa’dan, Asya’dan, Araplardan art niyetleri ve hesapları nedeniyle kuşkulanıp durmamız bizim uluslararası platformda gitgide daha kırılgan bir ülke oluşumuzu engellemiyor.

Artık anlamamız gerekiyor ki, kendi kendimizi korkutarak ancak siyaset yapılıyor.

Ama “iş” yapılamıyor.

Asıl olan güvenmektir; Cumhuriyet’in ve demokrasimizin kurumlarına, kendimize güvenmektir.


***

İnsanın varlık çamurunda kaygı (anksiyete) vardır.

Devletlerin ve siyasetin temel harcında da bir gün her şeyin yıkılıp viran olacağından duyulan korku yer alır. Normaldir.

Ama bilmeliyiz ki, fazla kaygı toplumsal güven duygusunu zedeler; hele sırf Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşıyor diye yaşanacak “siyasal panik atak” ortamı doğrudan siyaseti yer bitirir. Son pişmanlık da fayda vermez!

Korkudan, kaygıdan kurtulamayız. Ama korkumuzu yönetebiliriz.

Durmaksızın kaygılarımızla yerinmek yerine değerlerimizle övünmek...

Korkularımızı sömürmek, korkularımızla mızmızlanmak değil, korkularımızı yönetmek...

Bireysel düzeyde de, siyasal düzeyde de ihtiyacımız olan şey bu.


*****

fon/DİP NOTLARI
Tıp, “can sıkıntısı”na çare bulsun yeter

Ölümün ilacına gerek yok!

AHMET ÇUHACI


*****

Kitap
Öne çıkmayan güzel kitaplar

TÜYAP’ın 25. İstanbul Kitap Fuarı başladı. 5 Kasım’a kadar açık olacak.

Gerçek şu ki, ben kitapçıları seviyorum; özellikle de küçük kitapçıların kokusunu. Ama benim için fuarların şöyle bir önemi var: Okur artık stoklarında çok seçici ve sınırlayıcı davranan kitapçılarda veya çok satanlara odaklanan büyük kitap marketlerinde asla karşısına çıkmayacak kitaplarla bu fuarlarda tanışabiliyor. Varlığından habersiz olduğu yayınevlerinin standlarına bakanlar çok hoş sürprizlerle karşılaşabiliyor.

Ben de dedim ki, burada hafta boyunca pek medyatik olmayan ama güzel ve derin kitapların adlarını vereyim. Meraklısı bir bakıp karıştırsın. İşte ilk iki örnek.

* Zamanın Ağızları / Eduardo Galeano. Türkçesi: Bülent Kale. Çitlembik Yayınları.

Galeano Latin Amerika’nın en güzel ve özel yazarlarından. Rüzgârla uçuyor sanki. Koca kıtanın bir orasına konuyor bir burasına. Hikâyeler dinliyor, yaşıyor ve sonra onları kitaplarına aktarıyor. Onu okumak “uçmak” gibi...

* Resimde Görünmeyen / A. Ali Ural. Şule Yayınları.

Kendi köşesinde aklın ve kalbin oyasını işleyen ama penceresinden dünyanın dört bir tarafı görünen bir yazar Ural. 10 Yaşındaki Teslime, kaymakamlığın kendisine verdiği kağıda “zeytin yemek istiyorum” yazdığından beri, dünya zeytin gibidir, dünya bir zeytin tanesidir diye düşünen bir yazar. Bu kitaptaki denemeleri sarsıyor, duygulandırıyor, düşündürüyor.



Bu yazı 1,157 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 29 Nisan 2011 Çılgın projeyi eleştirenlere bakıyorum da...
    • 17 Temmuz 2010 Cep telefonu beyne zararlı mı?
    • 19 Aralık 2008 Gece... Mevlana... Düşünceler...
    • 16 Ağustos 2008 Giderayak İzmir, Çeşme, Alaçatı...
    • 17 Kasım 2007 Kaybedersek çok üzülmeyeceğim!
    • 27 Ekim 2007 Uçuruma doğru ilerleme
    • 13 Ekim 2007 Bayram gibi bayram!
    • 15 Eylül 2007 Kırılgan dünyalar, gergin tel gibi insanlar
    • 14 Temmuz 2007 İçimizdeki korkunç yalnızlık: Kıskançlık
    • 7 Temmuz 2007 Bu değil halkı, kendini bile tanımamaktır!
    • 5 Mayıs 2007 Mavi tuhaf ve karanlık bir renktir!
    • 21 Şubat 2007 Film deyip geçme, içinde ne çok şey var!
    • 26 Ocak 2007 Irkçılık, Şeytan ve Adem (insan)
    • 1 Ocak 2007 Beş yeni hayat... İşte bayram!
    • 11 Aralık 2006 Merakım dindi, geriye pek bir şey kalmadı!
    • 7 Aralık 2006 Papa ne yaptığını bilmiyor mu?
    • 6 Aralık 2006 Su bitecek, ilgileniyor musunuz?
    • 25 Kasım 2006 Philippe Noiret ölmüş diyorlar
    • 19 Kasım 2006 Romeo ve Jülyet yaşasaydı...
    • 8 Kasım 2006 Ecevit’in trajedisi: Bizi değil kendisini aldattı!

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,586 µs