En Sıcak Konular

Nihal Doğan



Nihal Doğan
0 0 0000

"Doğal tuz", sodyumun nefretine karşı!



Hayat su ve tuz ile başlıyor.

Tuz’un tarihini araştırdığımızda 14.000 farklı kullanım alanı olduğunu, tarihte medeniyetler arasında tuz savaşları yapıldığını, tuza hakim toplumların gelişip zenginleştiğini öğreniyoruz.

Tuz ile ilgili en eski kalıntılar, M.S.1000 yılına ait. O dönemde yaşayan Büyük Maya Uygarlığı, tuz üretimini kontrol ederek yükselmiş, tuz ticareti sayesinde zenginleşmiş ve tuz kaynaklarının kontrolü için yapılan sürekli savaşlara rağmen gelişmiştir.
Avrupalılar geldiğinde Maya Uygarlığı çöküş aşamasındaydı ve bu durumun temel göstergelerinden biri de tuz ticaretindeki krizdi.
Mayalar tuz’u; doğum kontrolü için mercanköşkü ve xul ağacının yaprakları ile, epilepsi için yağ ile, doğum sancısını hafifletmek için bal ile karıştırarak kullanmışlar.

Mayalar bitkilerden tuz elde etmesini de biliyordu. Otlarla birlikte bitki ve bazı palmiye türlerini yakıyor ve küllerini daha sonra buharlaştırdıkları salamuraya atıyorlardı.

Bu teknik tüm Amerika ve Afrika’da dış dünyadan ayrı yaşayan orman kabilelerinde kullanılıyordu.

Tuz eski geleneklerde; hem doğum hem de ölümle ilgili törenlerde kullanılırdı. Yeni evlilerin evlerinin dört köşesi de tuzlanırdı, bunu da kötü ruhları kovmak veya uzak tutmak için diye açıklarlardı.

Tuz'un içinde fizik bedeni de oluşturan her tür titreşim oranının mevcut olduğu çok eskilerden beri fark edilmişti. Masada tuz'unuzu paylaştığınız kişiyle dost olursunuz, çünkü onunla aynı frekansta titreşirsiniz.

Eskiden beri yemeklere konulan tuz, aslında düşünme yetisine sahip olabilmek için konuluyordu.

Bütün düşüncelerimiz ve bunların kaynağı, su ve tuza bağlı!

Doğada var olan doğal tuz’da 84 element bulunuyor, insan bedenindeki tuz da aynı doğadaki tuz gibi 84 elementten oluşmakta. Doğa aslında doğal olan her şeyde ihtiyaçların tamamını sağlıyor!
Bedeninizde tuz olmasaydı hiçbir şeyi düşünemeyeceğinizi biliyor muydunuz?

Bütün düşüncelerimiz ve bunların kaynağı, su ve tuza bağlı.
Burada daha sağlıklı olmak için değil, daha şuurlu olmak için belirli bir suyu içmeniz veya tuzu yemeniz söz konusu, çünkü şuurlu olursanız, otomatik olarak daha sağlıklı olursunuz.

Biyofiziksel olarak baktığımızda tuz, tüm enformasyonu alabiliyor ve biyokimyasal olarak da tüm bedenimizi dengede tutan elektrolit dengemizi koruyor.

Son yüzyılda endüstri ve kimyanın gelişimiyle, görsel anlamda standartlar yüksek görünse de, ruhsal, duygusal ve fiziksel anlamda yaşam kalitemizde bozukluklar ortaya çıktı.
Sonuç; üretimde yoğun olarak kullanılan kimyasal katkı maddeleri ile “yapay” bir yaşam!

Kendimize her zaman ne kadar canlı ve doğal gıda aldığımızı sormamız gerekir.

Eğer kimyasal miktara değil de kaliteye dikkat ederseniz, organizmanın ne kadar az gıdaya ihtiyacı olduğunu saptarsınız

‘Sodyumun Nefreti’

“Doğal tuz ile Rafine tuz arasındaki farklara baktığımızda aslında, aklımıza takılan bir çok sorunun cevabı ortaya çıkıyor”.
 
Mark Kurlansky’ın İnsanlığın Tuzlu Tarihi kitabında ‘Sodyumun Nefreti’ bölümünde, 1875 – 1956 arasında yaşamış Britanyalı yazar Edmund Clerihew Bentley tarafından taşlama olarak kaleme alınan dörtlük dikkat çekici:

Sir Humprey Davy,
Mide bulandırıcı adam-döndü köşeyi,
Keşfedince Sodyumu,
Nefret kapladı toplumu

Sir Humprey Davy kendini yetiştirmiş bir kimyacı ve 1807’de dünyada en sık rastlanan yedinci element olan sodyum dahil bir dizi elementi ilk kez elektroliz yoluyla ayrıştıran bilim adamı.
Yani Sodyumun babası diyebiliriz.

Bugünkü modern tıp tuzsuz beslenmemizi öneriyor. Bildirilen tuz rafine edilmiş NaCl dür.
Ve gerçekten de bu söz konusu ‘Sodyum Klorür’den mümkün olduğunca az almalıyız.
Normalde günde 0,2gr. tuz almalıyız. Günlük yediğimiz rafine gıdalardan istemeyerek günde 12 gr. kadar tuz almış oluyoruz.      

Beden, ancak belirli bir dereceye kadar hücre suyunu nötralize etmek için kurban edebilir, çünkü daha fazlası ödem oluşumuna sebep olur. Bunlar, hazır gıdalarla almış olduğunuz diğer inorganik cüruflar için mükemmel bir çöplük olarak hizmet eden su dokularıdır.
Ve birdenbire ağırlaştıkça ağırlaşırsınız.

“Size tavsiyemiz: kendinizi rafine edilmiş ürünlerden ve insanlardan koruyunuz”.

TUZ ve Endüstri

Dünyadaki tuz üretiminin %93-94'ü direkt olarak endüstriye gidiyor.
Onsuz ne plastik, soda, yumuşatıcılar, deterjanlar, ne de yağlar, üretemezdik. Kimyasal ayrıştırma işlemleri için ise sadece NaCl gerekli. Bu işlemler için doğal tuzun içindeki diğer elementler kimyasal reaksiyonları etkileyeceğinden önce rafine işlemleri ile diğer maddeler ayrıştırılıyor ve geriye sadece  NaCl kalıyor. Bu işlemler için ayrıştırılan tuz'dan endüstride kullanılmayan %6'lık kısımda gıda sektörüne aktarılıyor.

Bu yüzden de eskiden uğruna savaşlar verilen tuz, diğer adıyla beyaz altın, artık çok ucuza her yerden elde edilebiliyor. Ama elinize geçen tuz artık gerçek tuz değil, elinizde bir artık mahsul tutuyorsunuz. Bu da yoğun agresivitesinden ve fiyatından dolayı gıda sektöründe gıdaları uzun süreli muhafaza etme işleminde, konserve işleminde kullanılıyor ve tüm hazır gıdaların uzun ömürlülükleri bu şekilde sağlanıyor. Kalan bir kısım da yemek tuzu olarak sofralarımıza geliyor.
      
Rafine Tuz ve KİMYASAL KATKILAR

Sofra tuzlarına ayrıca bazı maddeler ilave ediliyor. Bunlardan biri iyot minareli.
Yemek tuzlarına iyot eklenerek vücudun ihtiyacı karşılanmak isteniyor. Almanya'da  iyot tuzlara ve endirekt olarak ekmeklere de girdi. Her fırıncı, her kasap bu tuzu kullanmak zorunda.

Fakat bu iyotlama işleminden sonra hastalıkların oranı %28 arttığı da gözlenmiştir.
Kalp çarpıntıları, kalp ritm bozuklukları, yorgunluk, konsantrasyon eksiklikleri, uzun süre iyileşmeyen yaralar, kronik akne gibi rahatsızlıklarda artışlar mevcut.
İyot alımı ile bedeninize yüksek agresivitesi olan bir metal daha almış oluyoruz.

Yemek tuzlarına bir de flor ilave ediliyor. Tuzlarınıza bir de flor ilave edildiğinde, irade gücünüz tamamen zayıflıyor.
 
Tuza, kimyasal isimleri çok fazla yer tutacağından üzerinde hiçbir zaman yazılmayan ve zaman zaman harfler ve rakamlarla kısaltılan (E-530, E-533, E 550 gibi) maddeler de ilave ediliyor. Mesela sofra tuzunun iyi serpilebilmesi için alüminyum hidroksit ilave ediliyor. Ve bu tuzu çocukluğunuzdan itibaren yiyorsanız, Alzheimer hastalığına yakalanma şansınız da yüksek. Beyninizde sinir iletişim hatlarında içtepiler iletilemedikçe, adınızı bile hatırlayamazsınız.

DOĞAL TUZ ve “SOLE”

Ve siz tekrar gerçek doğal tuz almaya başladığınızda, bedeninize ihtiyacı olanı, eksik olanı sağlayarak kendinizi canlandırırsınız. Fiziksel veya manevi şekilde biriktirdiğiniz her şey önce tekrar ortaya çıkar, bundan dolayı önce ağrınız olan yerinizde iltihaplanma oluşur ve ardından iyileşme gerçekleşir.

% 26 oranında doğal tuzu, doğal kaynak suyu ile karıştırdığınızda, kısa bir süre içinde % 26'lık “sole” dediğimiz bir karışım oluşacaktır, Bu karışımın çok yüksek dezenfektan etkisi olduğundan uzun süre saklanabilir. Bu “sole”den her gün 1 çay kaşığı dolusu alıp bir bardak su ile birlikte içilir ve neticede 6 dakika içinde elektrolit dengenizi düzeltmiş oluyorsunuz.

Burada enteresan olan bedenimizin asit-baz dengesini tuzun sağlıyor olması. Normal koşullarda bedenimizde %70 baz ve % 30 asit olmalı, fakat gıdalarımızın endüstriyelleşmesinden dolayı bu denge %80 asit - % 20 baz'a doğru kaymış durumda.

TUZ’un Sırrı

Bedeninizde herhangi bir dokunun strüktürel yapısı değişmeye başlamışsa, orada kanser oluşacaktır. Bunun için yine üst nano metrekarede bulunan belli bir dalga boyuna ihtiyacınız var. Bunu da dışarıdan tuz kristal lambaları ile yapabilirsiniz. Havada dengeli bir iyon potansiyeline ihtiyacımız var.

Tuzun titreşim frekansı aynı bizim bedenimizin frekansı gibi olduğundan, tuz kristal lambaları bu konuda çok önemli görev yapmakta. Örneğin bizim beynimizin elektriğini ölçtüğümüzde 8 Hertz civarındadır, aynı frekansı tuz lambalarda vermekte.

Televizyon seyrederken 100 – 160 Hrtz. civarında frekanslara maruz kalıyorsunuz. Bu yüzden uzun süre televizyon seyrettiğimizde sinirli olmamız kaçınılmaz.  Bedeniniz televizyon ve bilgisayarla doğal elektriğinin 20 misli frekansa maruz kalıyor. Bunun yaptığı tahribatı siz düşünün. 
Tuz lambaları ile bu durumu düzeltmek mümkün.

Artık bugün sadece tuz kristalin yapısından dolayı radyasyonu nötralize etmek mümkün olduğunu biliyoruz.
Örnek verirsek;  atom çöpü olan radyasyon artıkları tuz depolarında saklanıyor.
Bu da tuz'un sırrı, bu sır da onun geometrik şeklinde saklı.

ÇANKIRI TUZ MAĞARALARI

Ülkemiz doğal tuz kaynakları bakımından zengin bir ülke.

Çankırı, Iğdır, Kastamonu gibi illerimizde tuz mağaraları bulunuyor ve buralardan çıkan kristal kaya tuzları doğal tuz olarak tanımladığımız, doğanın bize hediyesi olan tuzlar.

Çankırı Tuz Mağarası yaklaşık 5000 yıldır yararlanıldığı tahmin edilen Türkiye'nin en büyük kaya tuzu rezervlerinin bulunduğu bir yer.

Yurt dışında buraya benzer mağaralar astım, depresyon, ruhsal ve psikolojik bazı rahatsızlıklar, tansiyon vb. bir çok hastalığın tedavisinde kullanılmakta.

Buradaki Kaya Tuzu yataklarının Hititler zamanından beri kullanıldığı tahmin edilmekte.

Çankırı’nın doğusunda yaklaşık 20 km. mesafede bulunan Tuz Mağarası,  kaya tuzu yataklarının işletilmesi maksadıyla açılmış olup, bugün nispeten dar girişinin devamında modern karayolu tünellerini andıran birçok galeriden meydana gelmiş büyük bir mağaradır.

Çankırı Tuz Mağarası'ndan çıkartılan kaya tuzları, kaya tuzunun doğal kristal yapısını muhafaza etmek için el ile oyularak tuz lambaları imal ediliyor.
Kristal kaya tuzu, havadaki artı iyonları nötr hale getiriyor!

Şimdi "Himalaya tuz lambası mı Çankırı lambası mı daha fazla eksi iyon yayıyor" diye sorabilirsiniz...
Bu bir araştırma konusu olabilir!

Tatil dönemi yaklaşıyor, alternatif tatil seçeneği olarak cennet ülkemizin tuz mağaralarını gezmeye ve hayatımız için bu kadar önemli olan doğal kaya tuzunu yakından görmeye ne dersiniz?

Kaynaklar:
İnsanlığın Tuzlu Tarihi / Mark Kurlansky- Aykırı Yayıncılık İstanbul 2003
Su ve Tuz / PeterFerraira



Bu yazı 11,615 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 24 Temmuz 2010 Meyve suyu ile likör, şarap ile sirke arasındaki 'hayati' fark ne?
    • 4 Ocak 2010 Salataya, yoğurda 'keten tohumu' ekin, bağışıklık sisteminizi güçlendirin!
    • 5 Aralık 2009 "Gerçek domates", gençlik ve dinçlik iksiri!
    • 23 Kasım 2009 Tarım Bakanına GDO hakkında 7 hayati soru?
    • 30 Haziran 2009 “Kiraz” ve “Vişne” genç ve dinç yaşatan müthiş aile!
    • 14 Nisan 2009 Maydanoz hem zayıflatıyor, hem de korku ve endişeyi yok ediyor...
    • 3 Şubat 2009 Kırmızı Pancar kanı temizliyor, kansere, diyabete ve vereme karşı koruyor!
    • 21 Aralık 2008 Taze havuç suyu içenler 'unutkanlık'tan kurtuluyor, 'kanser'den korunuyor!
    • 27 Ekim 2008 "Çörekotu"nun küçük kara tohumları, sağlıklı bir hayatın anahtarı...
    • 18 Eylül 2008 Karanfil çayı için, baştan ayağa güçlenin!
    • 15 Temmuz 2008 Keçiboynuzu pekmezi yiyen, hastalık görmüyor!
    • 16 Haziran 2008 Ihlamur ağaçları çiçek açıyor…
    • 16 Haziran 2008 Doğal bal nasıl anlaşılır?
    • 10 Haziran 2008 Saf doğal “bal”la, hastalıklara elveda!
    • 22 Mayıs 2008 Gül kokusuyla tedavi!
    • 15 Mayıs 2008 İçtiğinizin “su” olduğundan emin misiniz?
    • 22 Nisan 2008 Itır çiçeği bizi seviyor...
    • 17 Nisan 2008 "Doğal tuz", sodyumun nefretine karşı!
    • 8 Nisan 2008 Hayatınızı güzelleştirecek çözümler pek yakında!

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,397 µs