En Sıcak Konular

Nedret Ersanel



Nedret Ersanel
0 0 0000

Er-Doğan buluşması: Sıradışı bir röportajın Patolojisi!



24 Temmuz Perşembe günü, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve Başbakan Erdoğan, Dolmabahçe’de bir araya geldi.

Aslında “röportaj yaptılar” diye yazmak daha doğru olur(du) ama, duyulduğu andan itibaren buluşma kamuoyuna daha farklı yansıdı.

Örneğin Anadolu Ajansı; “Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından kabul edildi. Görüşme Ertuğrul Özkök’ün talebi üzerine gerçekleşti” ifadeleriyle olayı abonelerine duyurdu.

Bunun üzerinde biraz durmak gerekiyor. Birincisi ajansların (basın organlarının) bu tür bir üslupu, “gazeteci-siyasi” görüşmeleri için kullanmaları alışıldık değil. Sıradışı diyebiliriz!

Dahası “talebin nereden geldiğini” belirtmek de bilindik bir yöntem değil…

Talep, zaten sıklıkla gazetecilerden gelir, nadiren siyasiler davet de bulunur. Bunun altının çizilmesi ister istemez dikkat çekiyor.

Ve böyle bir üslup kullanıldığında, yine ister istemez, “Aslında Özkök gazeteci ama başka bir şey konuşacaklar, herhalde Hürriyet’in veya Doğan Grubu’nun bir isteği veya derdi var, o aktarılacak” mânası zımnen çıkıyor.

Bu sefer de “uzlaşma” yorumları çıktı.

Öyle olduğu da, aynı gün, tüm internet sitelerine haberin yansıyış biçiminden ve ertesi gün de bazı gazetelerin yorumlarından sezildi.

Yoksa Başbakan mı çağırdı?..

Bu sorunun yanıtı hem “evet” hem “hayır”!

Esasen Başbakan 22 Temmuz’dan (seçimlerden) bu yana röportaj vermiyor. Bu nedenle, ikinci AKP hükümetinin ilk söyleşisi de sayılabilir.

Hâl böyle olduğundan, bir çok gazete ve gazeteci randevuda isteğinde bulunmuş durumda. Yani sırada birçok görüşme ve röportaj talebi bulunuyor.

Peki Ertuğrul Özkök’ün böyle bir talebi var mıydı?

Röportajın ilk bölümünün yayınlandığı Cumartesi (26 Temmuz) günü, Özkök’ün röportaj metninden ayrı olarak kaleme aldığı, “Dolmabahçe’de aldığım şahsi izlenimler ne?” başlıklı bölümünden böyle bir talebin olduğu anlaşılıyor;

“AKP hakkında kapatma davasının açılmasından kısa süre sonra Başbakan’ın Basın Danışmanı Akif Beki ile İstanbul’da uzun bir yemek yedik. O sohbette aklımdaki soruları dile getirip, bunları Başbakan’a sormak istediğimi söylemiştim.”

Anlaşılıyor ki, “resmli bir başvuru” yok. Yani yazı ile randevu talep edilmemiş, şifaen belki de söz arası ricada bulunulmuş. Sohbet ricası Akif Beki tarafından not edilmiş.

İşin önemli tarafı bu değil. 

Kapatma davası istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurulma tarihi 14 Mart. Bundan kısa süre sonra Özkök-Beki görüşmesi oluyor.

Yani Röportaj ile  rica arasında tam dört ay bulunuyor. Muhtemelen Özkök bile unutmuş olabilir sohbet sırasında söylediklerini. Ama 23 Temmuz Çarşamba günü Başbakan anımsıyor. Özkök aranıyor ve ertesi gün için davet ediliyor.

Bu durumda “talebin sahibi kim” sorusu biraz tartışmalı hale gelebiliyor. Zaten Özkök de bu konuya kilitlenmiş olmalı ki, bahsettiğimiz izlenimlerinde buna ayrı ve uzun paragraflar açıyor…

“(Basında) benim talebimle olduğu yazılmış, sohbet 4 ay önceydi, beklendiğimi söylediler” mealindeki ifadeler, normal zamanda hiç akla gelmeyecek açıklamalardır, kaleme alınıyor.

İddianame ve Kelkit?

Randevunun zamanlaması da önemli olabilir!

Çünkü, görüşme günü Perşembe ve Cuma günü Ergenekon iddianamesinin Mahkeme tarafından kabul ihtimali bulunuyor. Bu iddianamenin de açık hale gelmesi demek. Kaldı ki tüm basın bunu bekliyor.

Normalde bu türden çok önemli söyleşiler “hemen” ve ilk nüshaya yetiştirilir.

Ancak Hürriyet bir günü pas geçiyor, (görüşme “anının” duyulduğu hesaba katılırsa, bir başka gazetenin de hızlı bir görüşme gerçekleştirme olasılığı doğmasına rağmen), “teaser” veriliyor ve Cumartesiye erteleniyor.

İkinci zamanlama konusu ise Özkök’ü randevusundan ediyor! 24 Temmuz günü (röportaj ile aynı gün) Aydın Doğan Vakfı ile Gümüşhane Belediyesi tarafından ortaklaşa yaptırılan Sema Doğan Kültür Parkı’nın açılışı var.

Açılışın önemli konuğu MHP lideri Devlet Bahçeli. Doğan Grubu’nun ağır topları (Aydın Doğan ve eşi dahil) ile birlikte Kelkit’de olacaklar. Özkök’ün de orada olması gerekiyor.

Alışıldık olan, bu tür sosyal hizmetlerin açılış törenlerinde hükümetten kişilerin bulunması. Bulanamıyorlarsa, bulunmuyorlarsa, genellikle yerel yöneticiler (Vali, Belediye Başkanı) bulunuyor.

Ama Kelkit’de Devlet Bahçeli bulunuyor. Röportaj bu zamanlamaya da denk düşüyor. Hürriyet bölünüyor, yarısı Dolmabahçe’ye yarısı Bahçeli’ye gidiyor.

Özkök, M.Y. Yılmaz’a gazetecilik öğretebilir mi?

Röportajın yapıldığı günden bir gün sonra, matbuatın buluşmayı sunuş biçiminden rahatsız olan Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz da, tıpkı Özkök gibi, internet medyasını da dahil ederek basını eleştirmişti.

Y.Yılmaz şöyle demişti; “Bir gazetecinin, bir haber kaynağından randevu istemiş ve bu randevu talebinin kabul edilmiş olması dünyanın neresinde ‘haber konusu’ oluyor?”

Özkök izlenimlerin de farklı anlatıyor; “Ben daha içerideyken, bazı internet siteleri Başbakan’la görüştüğümü yazmaya başlamışlar. Buraya kadar normal. Türkiye’nin en etkili ve büyük gazetesinin yayın yönetmeni Başbakan’la görüşmeye gelmiş. Haber olabilir.”

Çok dramatik. Hürriyet’in yönetmeni kendi yazarına hızlı ve açık gazetecilik dersi veriyor. Neyin haber olabileceğini gösteriyor.

Aslında Özkök’ten hızlıları da çıkmıştı. İyibilgi benzer şekilde “haberdir” demiş ve Y.Yılmaz’ın yazısını farklı bir bakışla analiz etmişti.

İyibilgi'nin Mehmet Y. Yılmaz'ın yazısını farklı bakış açıları ile irdelen incelikli analizi için TIKLAYINIZ

Hürriyet’in foto muhabirleri tatilde mi?

İyi bir soru gibi geliyor bize çünkü, Başbakan’la yapılan ve bizzat Özkök tarafından da önemi belirtilen böylesi bir söyleşi-hem de Başbakan uzun aradan sonra ilk kez konuşuyor-resimsiz!

Oysa Hürriyet geniş imkanlara sahip olduğu gibi, hem gazetelerinde hem de dergilerinde sayfa sayfa açılan görselliğe önem veriyor.

Fakat iki saatlik söyleşi neticesinde; ilk günü manşet üstü duyuru, ikinci ve üçüncü günü hem birinci sayfalardan, içeride de tam sayfalardan sunulan söyleşi de tek resim var!

Bir tek resim! Ve hep bu resim kullanılıyor. Başka resim çekilmemiş mi? Yoksa dijital resim çeken muhabirler, olamayacak bir şeyi yapıp, fotoğrafları yakmışlar mı? Bir tek resim kurtarılabilmiş gibi. Normalde çeşitli açılardan seri halde bulunması gereken kareler yok.

Herkesin rahatlıkla anımsayacağı gibi, tüm gazeteler gibi Hürriyet de bu röportajlara en kıdemli ve birden çok muhabirini götürüyor, mekan dışı ilginç kareler çekmeye çalışıyor.

Acaba sadece Başbakanlık’ın foto muhabiri mi vardı söyleşide? Yani “resim için eleman getirmenize gerek yok, biz veririz”mi dendi? Aksi halde Özkök gibi bir gazetecinin yanına foto muhabiri almaması düşünülemez.

Aldıysa bir tek kare mi resim çekildi?

Almıyorsa, “gitmişken bir de röportaj yaptık” havası doğar. Bunun bilinmesi zor. Ya Başbakanlık sınırlamıştır, ya röportaj fikri ziyaret sırasında akla gelmiştir ya da resimler çekilmiş ama kullanılmamıştır.

Oysa resimleri görmek isterdik. Çünkü yine Özkök’ün anlatımına göre, “Başbakan iş günü olmasına rağmen kravatsızdır ve elinde tespih var”dır.

“Tespihli Başbakan” resmini Hürriyet’in atlaması düşünülemez. Burada da ya Başbakan hassasiyet göstermiştir veya resmi çekecek Hürriyet mensubu yoktur.

Madem öyle “tespih” lafı hiç geçirilmeseydi ya!

Öyle çünkü Başbakan’ın tespih çekmesine Özkök de şaşırıyor ve daha önce rastlamadığını, üstelik tanıyanlara da danışarak teyit ediyor. Ama okurlara bunu söyleyince, “resim nerede” diye merak ediliyor.

Okurların böylesi bir resmi merak etmemesi mümkün değil. Öte yandan Özkök söyleyerek bir gazetecilik fırsatını kaçırdığını itiraf ediyor. “Atlamış” olabilir ama bunu herkesin gözüne sokmak garip geliyor.

Böylece kamuoyu tarafından merak edilen ikinci tespih vakası Özkök’le yaşanmış oluyor. Birisi Başbakan Erdoğan’ın diğeri Ergenekon soruşturmasının savcısı Zekeriya Öz’ün.

Savcı Öz’ün konuşması boyunca tespih çektiğinin Can Dündar tarafından yazılmasıyla tüm basında yer bulan ilk vakadan sonra, ikincisi Özkök tarafından yazılıyor.

Ertuğrul Özkök “tespih”le sanki “teşbih” yapıyor.

Röportajın yarısında gazeteci yok!

Özkök-Erdoğan söyleşisinde, bir röportajda muhakkak bulunması gereken iki ögeden birinin bulunmadığını da anlıyoruz. En azından dörtte birinde gazeteci yok.

Zaten foto muhabiri bulunmaması ihtimalinden hayıflanırken, röportajcının da-bir süre-bulunmadığını anlıyoruz.

“(Başbakan) kendi soruyor, kendi cevap veriyor”, “Başbakan’ın monoloğu şöyle devam ediyor”, “Bu noktadan itibaren gazeteci olarak devreye giriyorum ve sorulara başlıyorum”.

Bu cümlelerin hepsi Özkök’ün ve devam eden röportajın aralarına yazılıyor. Yani röportajın devam ettiği bir süre boyunca Başbakan’a soru yöneltilmiyor, bir yerinden sonra da-nihayet anlamı seziliyor-“…. (itibaren) gazeteci devreye giriyor”.

Gerçekten ilginç. Normalde ancak dersine çalışmamış veya konuları bilmeyen gazeteciler bir röportajın ortasında kendilerini bulduklarında, “genel” bir soru ortaya atıp, yanıtlardan soru üretmeye çalışırlar veya bırakırlar muhatap konuşsun.

Özkök için ikisini de demek mümkün değil. O halde basın tarihinde belki de ilk kez gazetecisiz bir röportajla karşılaşmış olmamız ihtimali var. Fakat Özkök neden bunları yazıyor anlaşılması zor.

İkinci şaşkınlık: Özkök bu lafları yuttu mu?

Özkök-Erdoğan söyleşisinin en şaşırtıcı bölümlerinden biri de “seçkinci-halk” tartışması üzerine… Burayı aynen almak gerekiyor.

Özkök:  “Araştırmalara bakılırsa, son olaylardan sonra halk arasında size yönelik eleştirilerin çoğaldığı sonucu çıkıyor. Bunu siz de kabul ediyor musunuz?

Erdoğan: "Ben halkın arasındayım. Onlar ne düşünüyor çok iyi biliyorum. Halkta bir sorun yok. Sorun seçkinciler grubunda. Onlar hangi istikameti istiyorsa, Türkiye oraya gitsin istiyorlar. Ama halkın da iradesi var. Seçim sonuçları var. Seçkinciler bugüne kadar istediklerini yaptırmayı başarmış. Ama bu artık değişiyor.

Özkök: Sayın Başbakan, seçkin deyince kimi anlıyorsunuz? Mesela ben seçkinci miyim?

Erdoğan: Evet…

Biz mi yanlış anlayoruz, yoksa Başbakan bir “seçkinci” olarak tanımladığı Özkök’e; “Sorun sizde”, “Siz hangi istikameti istiyorsanız, Türkiye oraya gitsin istiyorsunuz”, “Bugüne kadar istediklerini yaptırmayı başarmışsınız. Ama artık bu değişiyor” mu diyor?

Özkök devamını getirmediği için-söyleşi başka bir konuya geçiyor-bilmiyoruz. Özkök Başbakan’a  yanıt da vermiyor.

Muhtemelen yanlış anlıyoruz!

Ertuğrul Özkök ‘Mahkeme, kapatma kararını açıklayacak’ mı dedi?!

Başbakan Erdoğan, AKP’nin kapatılmasına ilişkin dava hakkında soruları yanıtlamamış. Daha doğrusu yanıtlıyor ama bunların karar sonrası yayınlanmasını rica ediyor.

Bir tür emanet ve doğal. Karardan sonra Özkök’ün bunları yazacağını tahmin ediyoruz.

Ancak Özkök bu durumu okurlarına anlatırken şöyle bir ifade kullanıyor; “(Başbakan) Anayasa Mahkemesi’nin kapatma kararını açıkladıktan sonra yayınlamamı istiyor.”

İfadeden “kapatılma kararı verildikten sonra” mânası çıkıyor. Ama burada cümlenin yanlış kurulduğunu düşünmeliyiz. “Sehven” olduğu hissediliyor. Yoksa Özkök’ün “kapatılacak” anlamına bir gönderme yapacağını sanmıyoruz.

Fakat gazetecinin dile hakim olması gerekiyor. Doğrusu; “AKP’ye yönelik kapatma davası” veya sadece “AKP davası” olabilirdi. Özkök’ün alelacale yazdığı belli oluyor.

Bu önemli çünkü, insicamdan Başbakan’ın da böyle dediği gibi bir hava oluşuyor. Yanlış.

Sakiniyet hakimiyettir: Başbakan sinirlerini mi aldırdı?

Röportajın ikinci bölümünde (27 Temmuz-Pazar) en garip bölüm Başbakan’ın sinirleri ile, daha doğrusu sinirlenmeyişi ile ilgili…

Başbakan bir türlü sinirlenmiyor, sinirlenmesi gereken durumlarda da sinirlenmiyor. Özkök sinirlenmesini bekliyor veya sinirlendirmeye çalışıyor veya Başbakan’ın artık sinirlenmediğini söylüyor.

Bunu da yine Özkök’ün sorularından ve yorumlarından anlıyoruz; “Başbakan’a ‘Sizin hiç mi hatanız olmadı’ diye sormuştum. O da ‘Mesela neler?’ deyince saymıştım. Başbakan Erdoğan’a yöneltilen en yaygın eleştirilerden biri, ekonomik ilişkilerde ‘kayırmacılık’ yapılmasıydı. ‘AKP kendi zenginini yaratıyor.’ Sinirlenmeden şunları anlatıyor.”

Bu birincisi, ikincisi; “… aklıma ATV-Sabah satışı ve Çalık Grubu’na yapılan yardımlar geliyor. Herhangi bir demokratik ülkede, Başbakan’ın damadının başında bulunduğu grupla ilgili böyle gelişmeler olursa bu konu çok konuşulur. Erdoğan sinirlenmeden cevap veriyor…”

Bu da üçüncüsü ve Özkök bu sefer Başbakan’ın sinirlenmemesine şaşırıyor da; “Kamu bankalarına talimatın bizzat Başbakan’dan gittiği eleştirileri vardı. Yine sinirlenmeden cevap veriyor…”

Kısa sayılabilecek bir metinde Başbakan’ın sinirlerine yapılan üç gönderme ne anlama geliyor? Garip.

Sonuç olarak söyleyebiliriz ki; önemli sorular ve yanıtları zaten ertelenmiş. Geri kalanlar içinde Başbakan’ın söylediği bazı konular dışında dolgun bir gazetecilik ürün ortada yok.

Kaldı ki Özkök de, en önemli konular olan Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Türban ile ilgili bölümlerin tatmin edici olmadığını (Başbakan’ın Özkök’ü tatmin edemediğini) yazmış.

Ama bunun nedeni Başbakan’ın değil, daha çok Özkök’ün mesaj vermeye çalışmasından olabilir.

Başbakan Erdoğan ile Ertuğrul Özkök’ün iki gün süren röportajının tam metni için lütfen TIKLAYINIZ



Bu yazı 4,036 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 13 Mayıs 2014 Ruslar UFO’larla bizim gibi it dalaşı yapabilir mi?
    • 6 Mayıs 2014 Berlin, Obama’nın (en iyi) arkadaşı değil
    • 29 Nisan 2014 'Manidar Zamanlama'ları Ayarlama Enstitüsü
    • 22 Nisan 2014 Albino çocuk ve beyaz kurdeleli uzaylılar inlere girebilir mi?
    • 15 Nisan 2014 'ABD'den Türkiye çıkışı' yazılır, 'ABD'den sakın çıkma' okunur!
    • 8 Nisan 2014 İsrail yanımıza, Rusya kolumuza, ABD nereye?
    • 31 Mart 2014 Erdoğan'ın yolu 'oralarda' anlaşıldı mı?
    • 25 Mart 2014 Twitter'ı kapatan Facebook'u niye kapatmadı?
    • 17 Mart 2014 Tokalaştığınız el işe yaramaz, diğer el önemli!
    • 10 Mart 2014 Büyük resme çıplak gözle bakılmaz
    • 4 Mart 2014 Dünyanın söküldüğü yer
    • 25 Şubat 2014 Aurens'in raksını Hüseyin alkışlıyor...
    • 11 Şubat 2014 Uçak gemisinden korkabilirsiniz ama büyüğü var
    • 4 Şubat 2014 Angel(a)’nın kanatları ve ışığın askerleri!
    • 28 Ocak 2014 MİT’i kelepçelemekten daha 'sembolik delil' ne olabilir...
    • 21 Ocak 2014 Akdeniz’de Çin-Rus tatbikatı ‘devlet TIR’larını rahatlatır mı?
    • 13 Ocak 2014 Rusya, İran yüzünden Londra'ya elinin tersiyle...
    • 7 Ocak 2014 Enerjiniz olmadan enerjiyi mi kontrol edeceksiniz?
    • 31 Aralık 2013 2014: Bize ne olacaksa, tüm bölgeye o olacak!
    • 24 Aralık 2013 Türkiye'nin canını o yüzden yakıyorlar

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,996 µs