En Sıcak Konular

Hrant Dink'i Müslümanlar sahiplenmeli

31 Ocak 2008 17:58 tsi
Hrant Dink'i Müslümanlar sahiplenmeli İslam, ahlaki olana, vicdana, adalet ve özgürlüğe teslim olmaktır. Bu bakımdan Dink cinayetinin asıl takipçisi olması gerekenler de Müslüman dindarlardır. Birilerinin kendisini ‘bu ülke’yi düşman olarak gördüklerinden ‘korumak’ üze

Sadık Yalsızuçanlar/Taraf

Silahı Hala Samimiyet Olan Ölü Bir Güvercin : Hrant Dink
 
Türkiye'de doğan, Fransa’ya göç eden bir Ermeni kadın, sık sık Türkiye'ye gelir, Sivas’a, doğduğu köye gidermiş. Bir gün o köyde ölmüş. Kızı, annesinin cenazesini almak için köye gitmiş, köydeki bir ihtiyar, kıza şöyle demiş :

“Sen bilirsin ama, bırak annen burada kalsın, su, toprağını buldu!”
Ermeni Konferansı’nda Hrant Dink anlatmıştı bu öyküyü.

Bu hüzünlü hikayenin ‘su’ ve ‘toprak’ faslı bize, sorunu doğru kavramak bakımından bir kapı aralayabilir.

Bu topraklar, Ermeni teri ve kanıyla da sulanmıştır. Bunun en diri tanığı, Eğin manileridir. Şu maniyi Ermeni bir gelinin söylemediğini kim iddia edebilir:

‘İstanbul içinde öter bir keklik
Sana vatan oldu bize gurbetlik
Kömürgözlerini sevdiğim ağam
Bizi kavuşturan olur cennetlik’

Kemalist elitler ve bir biçimde o gelenekten nasiplenmiş sağcı-solcu (İdris Küçükömer’i hatırlayalım!) seçkinler bıraksalar, modern ideolojilerle (ideoloji zaten moderndir) zihni kirlenmemiş ‘Anadolu insanı’, gayr-i Müslim ve gayr-i Türk bütün unsurlarla doğal bir biçimde kardeşçe yaşayabilir(di) . Ama halk ‘cahil’ ve ‘şuursuz’ olduğundan onu eğitmek, dikte etmek ve özellikle de ‘yönlendirmek’ gerekir. Yoksa kendi haline bırakılsa ya davulcuya varır veya Ermeniye, Ruma, çingeneye vs. vs.
Emin değilim ama, ‘bu topraklar’ diye başlayan cümleleri çok kuranların bilinçaltında şöyle bir önkabul yatıyor : Bu sahibiz, diğerleri sahip olduğumuz topraklarda konuk olarak bulunuyor. Onları korumak bizim ödevimiz. Onlar bizim ‘tebamız’. Bu, zaten doğrudan Kemalist-seçkinci ve otoriter bir bakıştır ve Oğuz Atay’ın ifadesini ödünç alırsak, ‘kuş bakışı’dır. Sanırım Osmanlı bile böyle düşünmüyordu. Osmanlı, belki de Derrida’nın ‘konukseverlik’ zerafet içinde, Müslim/gayr-i Müslim ayrımını hukuki alanda yaparken de böylesi bir ‘öteki’leştirme eğilimi taşımıyordu. Müslüman dindarlar kendi aralarında fısıltıyla konuşurken farklı, kamuoyu önünde ‘demeç’ verirken farklı bir dil kullanıyor, bu kesin. Bunu söylemek kötü bir dindar olsam da ‘din adına’ boynumun borcu. Nedir bu fark? Bunu anlamak için eski bir İçişleri bakanımızın talihsiz beyanını hatırlamak işlevsel olabilir. Öcalan için ne demişti? ‘Ermeni dölü!’ Bu, bilinçaltını tek başına ele veriyor. Peki, bu tahkirin sahibi, kendisini gelenek olarak nerede konumlar? Kuşkusuz Osmanlı (Türk vurgusu baskın bir Osmanlı tabi) geleneği içerisinde. Osmanlı’nın Ermeni’yle (gayr-i Müslim bütün unsurlarla) ilişkisi böyle midir? Kesinlikle hayır! Peki biz bu ‘bilinç’ bozumuna ne zaman uğramaya başladık? Bunun da cevabı ehlince bilinir ve Türkiye’de sağ, sol, Müslim gayr-i Müslim hemen bütün gelenekler, kural bozmayan istisnaları dışında, Kemalisttir. Kemalizmden bir ölçüde nasiplenmiştir. Bu, Ermeni’yi aşağılayan ‘müslüman-mahafazakar’ın sandığı gibi ‘İslami bir duyarlık’tan neşet etmez, bu, otoriter, baskıcı ve biraz İslamcı, açbuçuk milliyetçi, sağcı, azbiraz solcu ama daima Kemalist bir zihin durumunun ürünüdür.

Şunu artık bilmeyen kalmamıştır ki, Kemalist gelenek, ‘bu topraklar’da dolaşan herkesin bilincinde böylesi yaralar açmıştır. Bu yüzden genelleme yapmak yanlış lakin ‘İslamcı-muhafazakar- sağcı’lar da, işin özü Ermeni’yi, Çingene’yi, Rum’u filan sevmez.

Tam da bu yüzden, ‘Hepimiz Ermeniyiz’ tepki görmüştür.

Kuşkusuz, Hırant Dink’le, ‘bu topraklar’da, eşit haklara sahip, kardeşçe, demokratik ve konuksever bir dilin içinden konuşmamız için bizim de Ermeni olmamız gerekmez. Onun da Müslüman olması şart değildir. İşin diğer bir yönü, İslam, bizatihi mütevazi olmayı öngörür. Dini kimliğinden ötürü ne kibirlenmek ne de ötekini aşağılamak dini ve ahlakidir.

Kulakları çınlasın Ahmet Turan Alkan hoca ile bir belgesel film için söyleşi kaydı yapıyorduk. Kayıt sonrası, çekim yaptığımız kurumun idari bürosuna geçtik. Müdire hanım sağolsun çay ikram ettiler. O sıra televizyon açıktı ve Kekava şenliklerine ilişkin bir haber gösteriliyordu. Müdire hanım, 'ne tatlı, ne ilginç insanlar!' dedi. Ahmet Turan hoca, 'romanları sever misiniz?' diye sorunca, 'tabii ki, hem de çok…' diye cevapladı. Hoca, 'emin misiniz?' diye ısrar edince, müdire hanım da ısrarcı oldu. Hoca bunun üzerine, 'kızınız var mı?' diye sordu. 'Evet' cevabını alınca da, 'peki bir çingene delikanlı istese, ona verir misiniz?' diye sordu. Müdire hanım, kısa bir şaşkınlıktan sonra, 'ha hayır!' diye kekeledi. Belli ki kızına görücü gelen bir çingene aile gözünde canlanıvermişti. Hocanın cümlesindeki ‘çingene’ sözcüğünü, Kürt’le, Ermeni’yle rahatlıkla takas edebiliriz. Ve sonuç değişmez. ‘Bu topraklar’ın ruhuyla aşinalık kurmuş, ‘melali anlayan’ bir kuşağın içinden gelen Hırant Dink, Diaspora’nın sorunun çözümünü güçleştirdiğinden söz etmiyor muydu? Bir söyleşisinde şöyle demiyor muydu : “"Ben Türk toplumundan soykırımı kabul etmesini, Ermeni toplumundan özür dilemesini de beklemiyorum. Bunlar benim beklentim değil. Ben devletin kabul etmesinin de bir çözüm olacağını düşünmüyorum. Diyelim ki Avrupa Birliği baskı yaptı Türkiye de bunun üzerine soykırımı kabul etti ve toplumuna 'siz de kabul edin' dedi. Bu çözüm değil ki. Bize bütün değişimler yukarıdan dikte ediliyor. Biz demokratların en büyük sıkıntısı bu. Biz böyle bir dikte istemiyoruz. Biz toplumca kendi içimizde konuşarak anlaşarak yukarıya doğru bir dayatma oluşturmak istiyoruz. Biz kendi devletimize belki bu yolla anlayış telkin edebiliriz. Ermeni soykırımı bizim için siyasal bir konu değildir. Bu konu bizim için bir vicdan meselesidir. Geleceğimizi oluşturmak konusunda da tarihten ders almak neticesidir.”

Buna kim imza atmaz ki!

Sadece siyasetin değil, her şeyin zemini ‘vicdan’ olmazsa, ahlaki ve ilkeli davranmak güçleşir aksine çürüme başlar. Erbakan, 1994’te Dep’lilerin TBMM’den derdest edilerek tutuklanmaları na tepki gösterse, karşı dursaydı, Cumhuriyet başsavcısının kendisine ve partisine yönelik hiç de adil ve hukuki olmayan süreçleri işletmesi karşısında, ‘inancı farklı çevreler’i yanında destekçi olarak bulabilirdi.

İkiyüzlü bir ‘hak ve özgürlük talebi’, ‘sadece kendisi için demokrasi’ tutumu hiçbir şekilde ‘adil’ ve ahlaki değildir.

Müslüman dindarların Dink meselesindeki tutumları, Lüksemburg’un, ‘asıl özgürlük ötekinin özgürlüğüdür’ ilkesine yakın olmalıydı. Birkaç tekil örnek dışında ne yazık ki, bu tutumdan eser yok. Adalet ve özgürlük taleplerinin bu denli güçlendiği bir süreçte umulur ki, kendisini nasıl tanımlarsa tanımlasın, ister muhafazakar- demokrat, ister ‘adil düzen’ci, ister sağcı ister İslamcı veya başkası, herkes gerçekten adil, ahlaki ve ilkeli davransın, samimi olsun, ‘kendisi için istediğini, kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz’ uyarısını gözetsin.

Dink, ‘bu topraklar’da yeşermiş bir fidandı, ona kıyılması insana kıyılması, insanlık umutlarına, bir arada, barış içinde, samimi ve dürüst bir ilişki temelinde yaşama umutlarına kurşun sıkılmasıdır. İnsan öldürerek konuşmak insanlık dışıdır. Birilerinin kendisini ‘bu ülke’yi düşman olarak gördüklerinden ‘korumak’ üzere cinayet işlemesine öncelikle Müslüman dindarlar karşı çıkmalıdır. İslam, esenlik ve huzur vermek, ahlaki olana, vicdana, adalet ve özgürlüğe teslim olmaktır. Bu bakımdan Dink cinayetinin asıl takipçisi olması gerekenler de Müslüman dindarlardır. Hrant Dink’in, kendi ifadesiyle, ‘tek silahı samimiyeti’ydi.

Son yazısı, “evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce”ydi.

Bu ülkede, güvercinler ürkekçe de olsa özgür olmadıkça İslam ahlakı yok demektir.



Bu haber 2,955 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,108 µs