Açıkçası, uzun zamandır bu konuya değinmek istiyordum…
Önce, genel seçimler üzeri halkın nabzını tutmak için il il gezerek halk ile buluşan(!) bazı köşe yazarları, birçok ilde seçim sonucunu alevi oylarının belirleyeceği ve CHP yanında MHP’nin de pastadan irice bir dilim alabileceğinden bahsettiler…
Ardından seçim sonrasında, Alevileri temsil ettiği iddiasındaki iki dernek arasında MHP üzerinden gerginlik yaşandı…
Şimdi de, Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu’nun açıklamaları üzerinden bazı kesimlerce fırtınalar koparılmakta…
***** ***** *****
Aslında konu oldukça çok yönlü… Bu yüzden tarih, sosyoloji, siyaset ve ekonomi gibi alanlara dayalı olarak sosyal bilimlerin ışığında incelenmeli!
Ayrıca, fazlasıyla netameli de…
Her şeyden önce, siyasallaşmaya çok açık! Hatırlanırsa birkaç yıl önce bazıları çıkıp, “Alisiz Alevilik” tartışmaları başlatmışlardı!
Bu nedenle, en doğru ve sağlıklı argüman “konu tarihçilere bırakılsın” şeklinde olmasa da, herkesin ağzına geldiği gibi konuşması sadece kutuplaşmaları keskinleştirmeye hizmet edecektir… Bunun için, bu konuda görüş bildirecek olanlar mümkün olduğunca sağduyulu olmalı, belli çıkarlara yönelik olarak siyasi amaçlar gütmekten ve provakatif söylemlerden kaçınmalılar…
Ki bu, her iki taraf için de tarihi bir sorumluluktur!
***** ***** *****
Alevi kesimi -özellikle siyasi anlamda- karakterize eden iki temel özellikten biri…
Sistem ile olan sorunları. Her zaman, sistem -ve hatta devlet- ile ciddi bir uyuşmazlık söz konusu olmuş.
Daha çok son yıllarda belirginleşmeye başlayan bir diğer öğe de, kimliklerini tanımlama esnasında Türklük unsuruna yaptıkları vurgu!
Aslında her ikisinin temeli de, hem uzun bir geçmişe hem de aynı nedene dayanmakta!
***** ***** *****
Günümüzde halk ile aydınlar arasındaki kopukluğun nedenlerini açıklayan sosyal bilimcilerden bazıları, konuyu Selçuklu İmparatorluğu’na kadar geri götürerek merkez-çevre ilişkileri üzerine yoğunlaşmaktalar…
İran ve Anadolu Selçukluları ile başlayan “kültürel yarılma” sonrasında, resmi dil Farsça olmuş ve yönetim kademeleri yabancı unsurlara devredilmiştir… Buna karşılık ana dil olarak öz Türkçeyi koruyan ve devam ettiren Türkmenlerse, “Acemleşen” yönetici kadrolar tarafından cahil ve kaba kesimler olarak küçük görülmüştür!
Ardından... Osmanlı da kendini “merkez”e alarak Oğuz olarak kabul etmiş ve her türlü fesadın başı olarak Türkmen boylarından oluşan “çevre”yi görmüştür…
Merkez, hem sosyo-kültürel ve siyasi açılardan Sünniliği temel olarak kabul eden Osmanlı hanedanı hem de 9-14 yaşları arasında dinleri değiştirildikten sonra Enderun’da eğitime tabi tutulan ve ardından da bürokrasinin kilit noktalarına yerleştirilen devşirmelerden meydana gelirken; çevre de, çoğunluğunu -o günkü adıyla- Kızılbaşların oluşturduğu Türkmenlerden oluşmaktaydı…
Bu çekişme en karakteristik biçimiyle kendini, Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasındaki meydan savaşıyla gösterir… Osmanlı’nın gerileme ve çöküş dönemleri boyunca da, idare ve yönetimi yavaş yavaş valide-sultanlar ile sarayın Enderun Mektebinde en iyi eğitimi gören devşirmeler ele alırken, çoğunluğu Kızılbaşlardan oluşan Türkmenler toprağa ve köylülüğe mahkum edilerek her türlü eğitim imkanı ile bürokrasi kademelerinden mahrum bırakılmışlardı…
Bunun sonucu olarak da, öz kültürünü ve kimliğini Türklük olarak tanımlayan Kızılbaş boylar tarafından, ardı ardına isyanlar ve ayaklanmalar baş gösterdi! Yerlilik özelliği ağır basan Celali ve Karayazıcı Ayaklanmaları ile Pir Sultan, Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve diğerlerinin ön ayak olduğu toplumsal hareketler hep bu kategoride yer alır…
Osmanlı, yönetim ve bürokrasi kademeleri yanında ordusunu da devşirmelere emanet etmişti. Sürekli kazan kaldırarak küstahça isteklerinin ardı arkası gelmeyen Yeniçeriler, Türkmenlerden oluşan Anadolu’daki sipahileri daima düşman bellemiş ve İstanbul’a girmelerine dahi izin ver(dirt)memişlerdir!
Hatta, yönetim ve askerlik alanlarındaki devşirme egemenliği ile bu toprakların asıl sahibi olan Türkmenlerin küskünlüğünü fark eden tek padişah olan Genç Osman’ın, bu kademeleri yeniden Türkleştirme arzusu duyduğu bilinmektedir. Anadolu’ya geçip buradaki Türk Beyleri ve sipahilerden kuracağı ordu ile İstanbul’a dönüp devşirme yeniçerileri ortadan kaldırma niyeti ortaya çıkınca, hiçbir Osmanlı padişahının uğramadığı vahşi bir son ile hayata veda etmişti!
Aslında bu konu, tek bir yazıya sığmayacak denli çetrefilli ve uzun bir tarihsel süreç ile siyasi iktidar kavgalarından oluşuyor.
Bu nedenle devamı haftaya…
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle