Hepimizin yanı başında bir dumansız ateş: Her şeyi duyuyoruz, duyuyoruz. Yine de bilmiyoruz hiçbir şey. Ateşten ekranların karşısında kalakaldık.
Hep bazı şeyler oluyor bir yerlerde. Mesafesini tayin edemediğimiz, uzak ile yakın arasında, somut ile kurgu, beklenti ile zorunluluk arasında bir yerlerde. Müdahale edemiyor, sadece izliyoruz.
Bildiğimizi sandığımız şeyler bildiğimiz gibi değil. Bazen uyanıyor, sonra uyutuluyoruz yeniden coşkulu demeçlerle, hamaset büyüten söylemlerle, düşünce taklitleriyle. Kılıç gibi kullanıyoruz kalemi, mermi gibi fırlattığımız sözcüklerle.
Mahremiyet çizgisini taştık çoktan. Şiddet ve zorbalık karşısında iç özgürlüğümüzün dizginlerini neyle koruyacağımızı bilemez haldeyiz. Tekmelerle açıyoruz en güzel kapıları. Suratına tükürüyoruz hep en iyi insanların, asfalta tükürür gibi geceleri.
Bahçeler arasında barikat kurmuş güvenlik görevlileri. Hep bize havlıyor köpekler. Uluyorlar. İstemeden işlediğimiz kusurların kefaretini birileri bize ödetiyor durmadan. Saldırgan dilleri ve elleriyle.
Kelimelerin kâinatı
Büyük bir kurgunun içindeyken yine de kendi oyunumuzu biz kurduk sanıyoruz. Ah yanılgı. Dünyanın bugünündeki tek teselli. Yanılgılarımıza kapanıyor, kör noktalarımızla katlanıyoruz belleğimizin çelik başlı muhafızlarına. Artık her şey bulanık. Dumansı, kurşuni. Ve kunt.
Metinlerarası yolculuk: İşte bu beni kurtarıyor her zaman. Diriltiyor. Yaşadığımı, soluk aldığımı bana en çok kelimeler arasında çıktığım yolculuk hissettiriyor. Metnin içinde metinler var. Anlam içinde anlamlar. Katman katman. Ve başkalarının kurgusunun hakikat tarafından kuşatıldığı, emildiği an elimde mutlaka bir kitap tuttuğum andır.
Bazen eşyanın anlamı bir türlü açılmaz bana. Anlamak, anlamlandırmak istediğimde, onun künhüne doğru bir yakınlaşma çabası içine girdiğimde kendi sesimle formatlanan sözcükler yetişemez düşünceme. Daha fazlasını hissederim ama ifade etmek istediklerimi yansıtacak bir biçim, bir yüzey bulamam. Böyle zamanlarda elime ne geçerse okurum. Fluabert. Guenon. Schuon. LeGuin ya da Şayegan. Yutarcasına.
Bir yemek tarifi, mitolojik bir öykü, Esmai Hüsna Şerhi veya Dokuz Yüz Katlı İnsan. Çünkü insanın yüreğinde hep daha fazlası var; her birimizde kavuşma arzusunun, özlemin, bize bıraktığı boşluğu doldurma mahareti var. Kendi sözcükleriyle bu hakikatin görünmez alanlarına değmekte zorlandığı vakit, en dünyevi sözcükten en metafizik olanına dek hepsinden feyz akmaya başlıyor insana.
Bazen kalbinle kâinatı kuşatabileceğini biliyorsun. Kalbine sanki yazılmış gibi okuyorsun kelimeleri. Bir biçimde kendi içinden çıkarır gibi. Sende olan bir şeyi, kaynağına iade eder gibi. Kelimelerin ‘nedeni’ sanki bir sır olmaktan çıkıyor okudukça. Kabukları dökülüyor, perdeleri kalkmaya başlıyor isimlerin.
Biliyorsun ki, söz her kimin kaleminden çıkmış olursa olsun, O’na ait. Bizim olan her şeyin bize emanet olduğunu daha iyi hissederiz böyle anlarda. O’ndan aldığımız rızkın karşılığını verme gayreti bizi güzelliğe yaklaştırır, hakikate yakın tutar. Okumak salt okumak değil, anlamaya çalışmaktır aynı zamanda: Güzelleşmenin bir başka tezahürü.
Kelimenin ardındaki anlamın nereden geldiğini görmeye başladıkça, isimlerin sırrının neden insana verildiğini bir an için görür gibi olursun. Bir şimşek çakımı kadar. Sonra bir başka metin alır seni içine. Kendi ışığına doğru çeker. Okuduğun kitapların yazarı olmaya başlarsın giderek. Okuduğunun gerisinde görünmeyen ama hissedilebilen bir âlem vardır. Yazanın niyetini görürsün, gecikmiş bir hayal kurarsın, bazen de kaçtığın bir korkunla yüzleştirir seni bambaşka birinin kelimeleri. Yeni bir evren dirilir karşında, genleşir giderek. Bazen.
Bazen de salt kelimelerin peşinde iz sürerek kalbin çekirdeğindeki bir şeye değersin. Bir yol açılır. Zorlukla birlikte gelen kolaylık: Tahakkümün, sömürünün, hasedin, iktidar hırsının ötesine sıçratır seni kelimeler. Bir başka dil konuşmaya başlarsın. Nietzsche’den İbn Arabi’ye yatay geçiş. Kendiliğinden.
Tek harf
Bir kez ‘oku’maya başlayınca, Schimmel’in kelime terkibini izlerken Affifi’nin kelimeleriyle çarpışacağız. Izutsu’yla, Hamidullah’la aynı anda yol alacak, Chittick’le Lings’in kelimelerinden feyizleneceğiz giderek. Hepsi aynı yolculuğa çıkmışlardır; kendi kelimelerinin mecazıyla. Onlara dilimiz döndüğünce eşlik edeceğiz. Yolumuzun üzerinde Avani’yle, Şeriati’yle, Konevi’yle zaman ve mekândan bağımsız olarak kesişecek, her şeyi anlamasak da, yüreğimizle okumaya başlayacağız giderek.
Çağlar öncesinden Tebrizi ile İbn Sina bugünün kelimelerinde birleşecek birbirinden bağımsız. Aynı ışığın altında Heiddegger ile Farabi’nin, Kierkegaard’la Nasr’ın kesişen ve ayrışan kâinatıyla bütünleşecek, donduracağız o ânı belleğimizde. Kafka, Dostoyevski, Rilke ya da Goethe. Varlığın anlamını hepsiyle okuyacağız giderek.
Ayniyet ve gayriyet. Vahdet ve kesret. Varlık ve yokluk. Sükûn ve hareket. Benzerlik ve zıtlık: Akıl ve his âleminin ikilik ilkesinin değil, tevhid şuurunun ürünü olduğunu ‘oku’duğumuzda, o âna dek sarf ettiğimiz bütün kelimelerle tek harfi anlattığımızı fark edeceğiz. Hayret ve hayranlıkla.
zaman pazar
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle