Herşeyden önce Enerji Bakanı Hilmi Güler'in “Kaz Dağları” tartışmasına ilişkin yaptığı açıklamanın bende uyandırdığı şaşkınlık:
Ceyhan Boru Hattı'nın yapımı sırasında nesli tükenmekte olan bir kuş türünün (dağ horozu?) keyfinin kaçırılmaması için boru hattının güzergahının değiştirildiği ya da inşaatın günlerce durdurulduğu hikayesini Hilmi Güler'den dinlememiş miydik?
Ama bakın bugün aynı Hilmi Güler, “Kaz Dağları ve altın madenciliği” bahsi açıldığında “Altın konusunda zenginliklerin çıkarılmasını istemeyenler var. Hiç bir konuda altına gösterilen hassasiyet gösterilmedi. İş altın olunca bir başka mekanizma işliyor” diyebiliyor.
Bu sözler bir cinayete kurban giden öğretim üyesi Necip Hablemitoğlu'nun bir zamanlar ısrarla savunduğu tezi hatırlatmıyor mu?
“Bende uyandırdığı şaşkınlık” demem bu yüzden...
Yoksa boru hattına ilişkin hikayeyi biz mi yanlış anlamıştık. Yoksa bu göz yaşartıcı koruma önlemlerinin arkasında söz konusu hattın arkasındaki birliğin hassasiyeti mi yatıyordu yalnızca.
Şaşırdım doğrusu; Kaz Dağları gibi gerçekten olağanüstü bir doğanın bugün Bergama önünden geçerken gözünüze çarptığı gibi, madenciler tarafından son derece hırpalanmış, çıplak bir alana çevrilmesi ihtimali karşısında Güler'in de isyan etmesini beklerdim doğrusu.
Ancak anlaşılıyor ki bu iş bizi epeyce uğraştıracak. Bu sefer madencilerin Bergama dosyasında karşılaşmadığımız bir atağı ile de karşı karşıyayız.
Geçen günlerde gazetelere verilen tam sayfa ilanları hatırlayın... Bana sorarsanız, tek başına bu ilan bile “Kaz Dağı Dosyası”na ne derece ciddi sarılınması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. İlanda karşımıza çıkan akıl yürütme, seçilen dil ve üslup, sıralanan argümanlar hangimizi ikna etmeye yeter? (Bu arada madencilerin bu ilan dolayısıyla “birbirine düştüğü” yolundaki haberleri de hatırlayalım.)
Bugün gazetesinde karşılaştım. Bu gazetenin patronunun Bergama'daki altın madeninin işletmecisi olarak konuya özellikle önem verdiğini biliyorsunuzdur. Gazete, Madenciler Derneği Başkanı Ümit Akdur'un “Kaz Dağları” tartışmasına ilişkin şu sözlerini aktarıyor:
“Şu anda yapılan sadece sondaj. Bu faaliyet ne çevreyi kirletir, ne de sulara ve canlılara zarar verir. Bu aşamada siyanür kullanımı da söz konusu değil.”
Bu sözleri aktarıyorum, çünkü Akdur'un (ısrarla) altını çizdiği husus Enerji Bakanı da içinde olmak üzere pek çok kişi tarafından (yine ısrarla) belirtiliyor. Sanırsınız ki, Kaz Dağları'nda gerçekleşeçek muhtemel bir “altına hücum” harekâtına karşı çıkanların asıl derdi “sondaj” faaliyetleridir. Sanırsınız ki sadece madenciler biliyor “sondaj”da siyanür kullanılmadığını. Sanırsınız ki söz konusu “sondaj”lar sadece “sondaj olsun” diye yürütülüyor.
“Altın madenciği”nin dünyada nasıl kirli bir dosya oluşturduğunu henüz öğrenmedik Türkiye'de. Dünyadaki madencilik sektöründe faaliyet gösteren şirketlerin yarıdan fazlasını elinde bulunduran Kanadalı madencilik şirketlerine karşı açılan kampanyalardan da haberimiz pek yok henüz. O şirketler ki, bugün dünyadaki altın üretiminin dörtte birinden fazlasının gerçekleştirildiği Afrika'nın pek çok ülkesinde su, hava ve toprak bırakmamıştır. Ve tabii siz de biliyorsunuz ki, dünya altın rezervinin yarısından fazlasını barındıran bu kıta, bir avuç çokuluslu altın üreticisi şirketin at koşturduğu bir diyara dönüşmüştür. Çocukların madenlerde çalıştırılması, üretim alanlarındaki nüfusun sürülmesi, geleneksel tarımın sonunun getirilmesi, ucuz işgücünün sonuna kadar sömürülmesi, hepsi bu “altına hücüm”un birar sonucudur.
Bir Fransız araştırmacıya geçenlerde yöneltilen şu soru –bana göre- dünyadaki “altın işi”nin iç yüzünü zon derece aydınlatıcı nitelikteydi:
“Afrika çok altın üretmesine rağmen hâlâ niçin çok fakir?”
Araştırmacı soruyu Mali örneğinden hareketle cevaplıyordu. On yıl içinde Afrika'nın üçüncü büyük altın ihracatçısı (2006'da 56 tondan fazla) Mali, aynı zamanda Birleşmiş Milletler'in insani gelişme göstergesinde dünyanın en fakir üç devleti arasına düşmüştü.
Onca altın nereye gitti, nereye uçtu bilene aşkolsun. Verdiği kredilerle dünyadaki altın üretimini destekledikten sonra üretilen altınları kasalarına istifleyen Royal Bank of Canada, Union des Banques Suisses ya da Societe General gibi büyük bankalardan başka yere değil herhalde...
Bakalım bu karşılaşma nasıl gelişecek. Ama ben, Kaz Dağları'nı altın avcılarının insafına terkedilebileceğine hiç mi hiç ihtimal vermiyorum. Bu ülkenin daha dün köyden gelmiş, dağ, dere, ağacın ne olduğunu bilen insanlarının bu derece olağanüstü bir bölgenin canına okunmasına izin vereceklerini hiç mi hiç sanmıyorum.
Bitirmeden ülkeyi kurtarabileceği söylenen altın üretimine ilişkin şu rakamları da vereyim de hesabı siz yapın:
“Türkiye'de yılda yaklaşık 10 ton civarında altın üretilirken, 250 ton civarında ise ithalat yapılıyor. “
Hesabı siz yapın: Altın ithalatını karşılamak için Kaz Dağları'ndan kaçını başından sonuna traşlamak gerekir? Ve de tabii kimlerin hatırına?
yenişafak
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle