Bugün ancak gayri meşru kızı nedeniyle hatırlanıp gündeme gelebilen Hasan Hüseyin Korkmazgil, şiirlerinden birine “bakma turaç bakma bana el gibi/ sen bu çukurova’nın öz kuşu değil misin/ ben bu çukurova’nın öz oğlu değil miyim” dizeleriyle başlar…
Aynen turaç gibi aleviler de bu kültürün öz çocuklarıdır…
Kökeni Selçuklular’a kadar uzanan merkez-çevre ilişkilerinde cisimleşen ve Osmanlı’da Oğuz-Türkmen ikiliği ile kimlik bulan sosyo-kültürel ve siyasi ayrımlaşmaların sonucunda, o günlerde merkez tarafından “Kızılbaş” olarak adlandırılan göçebe Türkmenler sisteme karşı yabancılaşmış ve yeni ittifak arayışları içine girmişlerdir…
Türkiye Cumhuriyeti ile başlayan yeni dönemde de, gerek kendini “merkez” olarak kabul eden ve siyasi gerekçelerle Sünniliği benimseyen Osmanlı bakış açısının devam ettirilmesi gerekse sağ-sol kutuplaşması gibi nedenlerle, söz konusu ayrımlaşma devam ede gelmiştir…
***
Bugün ise, tüm bunlara ilaveten yeni toplumsal yarılmalara yol açabilecek başka bir tehlike söz konusu…
Bu vatandaşlarımızın, Avrupa Birliği’nin İlerleme Raporlarında “dini azınlık” olarak gösterilme çabaları…
AB’nin 1998 yılına ait İlerleme Raporu içinde yer alan “İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması” başlıklı maddesi; Lozan Antlaşması ile azınlık statüsü içine alınan kesimlerin kendi dinlerini icra etmede serbest bırakılmalarına rağmen, bu durumun sayıları 12 milyonu bulan Alevi kesimi kapsamayışını ve bu kesimin farklı bir muameleyle karşı karşıya olduklarını gündeme getirmiştir…
Yine 2000 tarihli İlerleme Raporu’nun aynı maddesinde, “Alevilere yönelik resmi yaklaşımda herhangi bir değişiklik olmadığı görülmektedir. Alevilerin şikayetleri, sadece Sünni camileri ve dinsel vakıflarının inşası için mali destek sağlanması yanında, okullarda ve ders kitaplarında Alevi kimliğini yansıtmayan zorunlu din eğitimi verilmesi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu konular son derece hassastır; ancak, bunlar hakkında açık bir tartışmaya girmek mümkün olmalıdır. … Din özgürlüğü açısından, gayrimüslim topluluklara yönelik olumlu bir yaklaşım benimsenmiş görünüyor fakat bu yaklaşım, Sünni olmayan Müslümanlar dahil, bütün dinsel topluluklar için geliştirilmelidir” şeklindeki görüşlere yer verilmiştir…
Raporun 2001 tarihini taşıyan ilgili maddesi bu sefer de, “Din özgürlüğü ile ilgili olarak bazı gayrimüslim cemaatlere yönelik daha büyük bir hoşgörü olduğunu gösteren işaretler vardır. … Sünni olmayan Müslüman toplulukların durumunda iyileşme olmamıştır. Alevilere yönelik resmi yaklaşım değişmemiştir. Alevilerin sorunlarına Diyanet İşleri Başkanlığı’nca ilgi gösterilmemiştir” şeklinde uzayıp devam etmektedir.
Bu görüşler, 2003 İlerleme Raporu’nda yer alan söz konusu maddede, “Türkiye’nin milliyetçilik ve tek yönlü laiklik anlayışı Avrupa’nın hoşgörü ve Müslüman olmayan toplumlar ile diğer azınlık gruplara ayrımcılık yapılmamasına dayanan bütünleşme modeli ile uyuşmamaktadır. Din ve devlet işlerinin ayrılığı ilkesi, Türkiye’de Sünnilerin devlet üzerindeki egemenliği olarak kendini göstermektedir. Kültürel ve dini homojenlik üzerine vurgu yapılmakta ve farklı kültür ve inançlar engellerle karşılaşmaktadır. Bu durum, 1981 yılında silahlı kuvvetler tarafından hazırlanan mevcut Anayasa’da da görülmektedir. Yeni bir Anayasa’nın bu engelin ortadan kalkmasını sağlayacağına inanılmaktadır” diyerek eleştirinin dozunu ve kapsamını daha da geniş bir alana yaymaktadır.
Sonraki yıllara ait raporları ve ilgili maddede yer alan görüşleri öğrenmek isteyenler, internette Avrupa Birliği’nin sitesine girerek bu meraklarını tatmin edebilirler. Ancak, fazla değişen bir şey yok. Eleştiriler, Türkiye ile AB arasındaki konjonktürel ilişkilere bağlı olarak, aynı minval üzerinde gidip geliyor…
***
Bu aşamada, bazı hatırlatmalar yapmakta fayda var…
Birincisi; İlerleme Raporları, Avrupa Birliği’nin -kendisine üye olmak için her tavizi vermeye gönüllü olan- Türkiye’den neler istediği konusundaki esasları içeren belgelerdir. Çoğu zaman kişi ve kurum adları da belirtilerek en ince ayrıntılara kadar girilen bu raporlarda, AB’ye üye olabilmek için atılması gereken “somut” adımlar anlatılmaktadır. Bu raporlardaki “istekler” her geçen yıl biraz daha fazlalaşarak “siyasi dayatma” haline dönüşmektedir…
İkincisi; Avrupa Birliği’nin İlerleme Raporlarında, bir yandan Alevi vatandaşlarımıza “dini azınlık” statüsü kazandırılmak istenirken diğer yandan da Kürt kökenli vatandaşlarımız “etnik azınlık” statüsü içine sokulmaya çalışılıyor…
Üçüncüsü; Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız bir devlet olarak uluslararası alanda kabul görmesi, verilen bazı tavizlere karşı yine de bir diplomatik zafer anlamına gelen Lozan Antlaşması ile olmuştur. Bu anlaşmanın içerdiği hukuki ve siyasi statüye göre, Türkiye sadece “gayrimüslim unsurlar” olan Rumları, Ermenileri ve Yahudileri “azınlık” olarak kabul etmiştir. Bunlar dışındaki gruplar, “asli unsur” olarak ortak bir tarihin içinde yer alan ve aynı kültürü paylaşan kurucu öğelerdir…
Dördüncüsü de; özellikle “etnik azınlık” tanımlaması, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünün önündeki en büyük tehlikedir. Büyük Ortadoğu Projesi ile bu coğrafyayı parsellemek ve küçük küçük devletçiklere bölmek isteyen emperyalist güçlerin “etnik azınlık” tanımlaması, bugün için sadece Kürt kökenli vatandaşlarımıza yönelikmiş gibi gözükse de, uzun dönemde sık sık kendilerinin ve yerli işbirlikçilerinin dillerine doladıkları “kültür mozaiği” içindeki diğer grupları da kapsamaya başlayacaktır…
***
Bu noktada, hükümete düşen büyük görevler var…
Tabii, siyasi anlamda “ümmet” yerine “millet” anlayışını artık içselleştirebilmeleri şartıyla…
Yoksa; bir tane ABD Başkanı Bush’a, bir tane AB’nin dönem başkanlarına ve bir tane de Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz El Suud’a mavi boncuk verip, sonra da “mavi boncuk kimdeyse benim gönlüm onda” söylemine dayanan şark kurnazlığı ile bu iş mümkün değil…
İş, önce ulusal bilince ve devlet adamı olabilme sorumluluğuna dayanmakta!
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle