AKP hakkında açılan kapatma davası sonrasında Başbakan, gerek partisinin grup toplantılarında gerek halka hitaben yaptığı konuşmalarda gerekse verdiği demeçlerde, sürekli olarak “iktidarın gerçek sahibi halktır” ve “vakti saati geldiğinde millet faturayı keser” mealinde açıklamalar yapmakta…
Ancak Başbakan Erdoğan’ın göz ardı ettiği gerçek, demokrasi, sivil toplum, özgürlük, bireycilik, vb. gibi temel kavramlara sahip olmayan halkın güdülmeye son derece açık olduğudur…
Halk, tepkisini sandıkta verir ama darbeler ve/veya olağanüstü durumlar söz konusu olduğunda köşesine siner kalır…
Bu nedenle, nihai aşamada ne sandıktaki halk desteği ne de dış dünya ve AB faktörü kurtarıcı olur…
Kabul edersiniz veya etmezsiniz ama gerçek bu!
***
Bu tespitin dayanak noktasını, Osmanlı’daki sosyo-ekonomik ve siyasi yapılanmaya kadar götürmek mümkün…
Osmanlı, kendi hanedan sistemini pekiştirmek için, yönetim ve askeriye gibi kilit alanlarını devşirmelere teslim ederek, Türk ve Müslüman olan asıl halkını reaya konumuna indirgeyerek toprağa mahkum etmişti.
Halkın bu konumu, “devletçi-seçkinler” tarafından kurulan ve yönetilen Türkiye Cumhuriyeti döneminde de pek ciddi bir değişim göstermedi.
Bunun sonucunda, sınıf atlamasına izin verecek devinimler ile iktidar imkanlarından soyutlanan halk kesimleri, giderek katı bir muhafazakarlık ile karakterize olmaya başladılar.
Osmanlı’da “merkez”e karşı ayak direyip başkaldırdıklarında ve/veya cumhuriyet döneminde seçimler yoluyla iktidarı değiştirmeye giriştiklerinde genellikle çok sert tepkiler ile bastırıldıklarından, “otorite karşısında başını eğip biat eden bir köylü karakteristiği” topluma hakim oldu…
***
Ve nihai süreçte; bu boynu eğik kesimler, “üst yapı devrimi” olarak kabul edilebilecek her türlü dönüşümü muhafazakar tepkiyle karşılar oldular.
Siyasi tarihimizi inceleyin…
Demokrasi, liberalleşme, özgürlük ve çağdaşlaşma gibi alanlarda atılan tüm adımlar, gelip daima din noktasında kilitlenmiştir.
Bu durum, sadece kırsal alanlardakiler açısından değil, iç göçler yoluyla şehirlere taşınan alt ve orta tabakalar için de böyledir.
Yoksa söz konusu durumu, bazı aklı evvellerin düşündüğü ve kurguladığı gibi “bilinçli bir karşı-devrimle” özdeşleştirmek için, 1950’lerden sonrasını beklemek gerekecektir.
Laf aramızda, bundan önceki süreci açıklarken nasıl bir şablon kullanacaklarını, bu kesimler kendileri de bilmiyorlar…
***
Ama son gelişmeler itibariyle, dönüp dolaşıp yine aynı noktaya geleceğiz…
Bu tepkiler, sadece “mahalle baskısı” ve “seçim sandığı” yoluyla ortaya çıkan son derece sinik tepkilerdir.
Otoritenin yumruğu kalktığında, karşısında taraf olarak kimse kalmaz…
Bu yüzden, “odunu aday göstersem seçtiririm” mantığıyla harekete geçmeden önce, durup birkaç kere daha ciddi ciddi düşünmek gerekir.
Zira sonrası malum!
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle