En Sıcak Konular

Uğur Dolgun



Uğur Dolgun
0 0 0000

Alın size Ergenekon yazısı…



Geçen hafta okuyucu yorumlarının işgal ettiği alan, köşe yazımın işgal ettiği alanın çok daha ötesine geçmişti.

Ve bazı eleştirilerin konusunu, son iki haftadır neden Ergenekon Davasına değinmediğim oluşturuyordu.

Şimdi gelelim dört gözle beklendiğini anladığım Ergenekon yazısına…

***

Öncelikle, neden beklemekte olduğum eleştirilerine cevap vereyim…

İlk olarak şunu belirtmeliyim ki, sanık statüsündekiler çok önceden derdeste edilip içeri alınmalarına rağmen 13 aylık bir süreçte sipariş usulüyle hazırlandığı izlenimi veren 2455 sayfa ve 441 klasörlük iddianameyi 13 günde okuyup hazmetmenin, iddianameye bu kadar emek vermiş olanlara karşı ayıp kaçabileceğinden biraz beklemenin daha doğru olacağını düşündüm(!) Ayrıca, iddianameden belli bölümlerin yandaş medyadaki bazı yazarlara olduğu gibi şahsıma sızdırılmamış olması da bir diğer handikap…

İkincisi, daha açıklanır açıklanmaz -gerçi resmi açıklamadan çok daha önce belli bölümler yandaş medyada yer almış ve gündem oluşturma görevini ifa etmeye başlamıştı ya- ellerini ovuşturarak mal bulmuş mağribi gibi iddianamede adı geçenlere saldırmak yargısız infaz anlamına geleceğinden, şu an belli çevrelerde yapılmakta olanın aksine yargıyı baskı altına alma ve taraftar kamuoyu oluşturma gayretlerini kesinlikle ahlaki ve adil bulmadım. Zira birazcık hukuk bilgisine vakıf olanlar gayet iyi bilirler ki, mahkumiyet kararı çıkmadıkça herkes suçsuzdur. Bu noktada, görüşlerine pek çok noktada katılmadığım Yekta Güngör Özden ile “sanıkları kesin hüküm giymişçesine önyargıyla karalayıp suçlama; hukuk, adalet, kişilik, onur ve güvenlik konularında endişeler yaratmıştır” demecinden dolayı aynı düşüncedeyim… (Bu arada, “iddianame herkese açık zaten, gazeteler bölüm bölüm yayınlıyorlar bile daha iyi anlaşılsın diye, bahsi geçen iddianameye erişmek illegal yollardan olmuyor” diyen okuyucuma da, iddianamenin resmen açıklandığı 21 Temmuz tarihinden önceki yandaş medyayı tarafsız gözle bir kez daha gözden geçirmesini şiddetle tavsiye ederim. Örneğin, iddianame açıklanmadan 12 gün önceki 9 Temmuz tarihli Sabah’ın birinci ve 19. sayfalarını incelerse, iddianamenin yaklaşık 2500 sayfa ve 40 bölümden oluştuğu ya da 60 sayfasının Danıştay Saldırısı’na ayrıldığı gibi bilgileri gayet ayrıntılı şekilde okuyabilecektir.)

Üçüncüsü, resmi açıklamadan önce yandaş medyaya sızdırılan bilgiler ile baş gösteren bilgi kirliliği içinde yer almak istememem. Bu süreç, Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni ve yazarı Ertuğrul Özkök’ün de değindiği gibi, hem “Ergenekon davasından yüzlerce sivil andıçın çıktığı” hem de “bu davanın en iğrenç dezenformasyon olayı olarak Cumhuriyet tarihine geçtiği” bir hal almıştır. Öyle ki, söz konusu ortam yasal bir süreçten öte psikolojik harp havasına büründürülmüştür. Bu nedenle, sağduyulu ve soğukkanlı analizler yapabilmek için medyadaki linç dalgasının ve politize olmuş havanın geçmesini beklemeyi uygun gördüm. Yoksa; başbakanın “savcı”, ana muhalefet liderinin “avukat”, bazı entelektüeller ile basın mensuplarının “yalancı şahit” ve dünün teokratik kesimlerinin de “demokrat” rollerini üstlendikleri bir oyunda sahne almak bana hiç de doğru gelmedi

Dördüncüsü, bir Türk efsanesi olan “Ergenekon” adının “darbe” kelimesiyle özdeşleşmesine duyduğum antipati oldu... Bu arada, “Milli Görüş kimliğinden sıyrıldık” diyen AKP seçkinlerinin hakkını da teslim etmek lazım. Tamamen doğruyu söylemekteler. Çünkü ortada “görüş” var, ama içinde kesinlikle “milli” olarak nitelenebilecek hiçbir unsur taşımıyor…

Beşincisi, Agarta gibi ezoterik gruplara referanslar ve komplo teorileriyle gündeme gelen iddianameyi okumak için harcanacak zaman ve emeğe yazık olup olmayacağı düşüncesi ile okumayı planladığım ciddi kitapları devirmek arasındaki kararsızlığım… Çünkü iddianame, kısa sürede bir hukuk ve yargı materyali olmaktan çıkarak; kim kime küfür ve hakaret etti, Sedat Peker ile Kurtlar Vadisi’nin “Çakır”ı Oktay Kaynarca arasında hangi konuşmalar geçti ya da kim kime ne kadar rüşvet verdi gibi konularla giderek sansasyonel ve magazinel bir niteliğe bürünmüştür. Agarta gibi kara mizah yanı ise cabası! Yahu el insaf, kanıtlanmış tek suçu intihal -yani bilimsel hırsızlık- olan ve rektörlüğü döneminde İstanbul Üniversitesi’ni kışlaya çevirmiş olan Kemal Alemdaroğlu bile, fırsat bu fırsat anlayışıyla “silahlı terör örgütü kurma ve yönetme, hükümete karşı isyana tahrik” gibi suçlarla karşı karşıya kaldı. İlhan Selçuk ya da Sinan Aygün’e yöneltilen suçlara ise hiç girmeyeceğim…

***

Şimdi gelelim Ergenekon iddianamesi ile ilgili görüşlerime…

Ergenekon iddianamesi, -haksız ve siyasi bir karar olan- AKP’yi kapatma davasına misilleme ve karşı tarafa gözdağı nitelikleriyle; ilk döneminde hükümet olabilmesine karşın devletçi-seçkinlerin nezdinde bir türlü iktidar olamayan AKP’nin, ikinci döneminde yakaladığı iktidar gücünü kanıtlama fırsatı olmuştur. Bu süreç, iktidar sarhoşluğu içinde her geçen gün firavunlaşma eğilimini daha da arttıran hükümetin, -İP’e sapa gelmez Mao’cu genel başkandan Marksizm’den Kemalizm’e terfi eden solcu eskilerine, şamanik özentilerle yeni bir Türkçülük inşası içindekilerden AKP karşıtı eski Milli Görüş taraftarlarına kadar- tek tek tüm muhalefeti susturma misyonunun işaretidir.

Diğer yönüyle ise, giderek belirginleşmekte olan baskıcı bir istibdat rejiminin sinyallerini vermektedir. Bu dönem; gizli dinlemeler, fişlemeler, fotoğraflamalar ve sistematik izlemelerle, sistemin giderek “gözetim toplumu”na kayması olarak toplumsal hafızaya kazınmaktadır. Giderek, 11 Eylül saldırıları sonrasında Amerika’da gündeme gelen anti-demokratik yapılanmaya benzeyen bir hava sezinlenmektedir. Hatırlanacağı gibi, Amerika’da bu süreçte art arda çıkarılan yasalarla, ABD Başkanı olağanüstü yetkilerle donatılmıştı. Üstlendiği sıkıyönetim komutanı yetkilerine ek olarak, ulusal güvenliği temel amaç kabul eden ve bunu gerçekleştirmek için temel hak ve özgürlüklerden feragat edilebileceğini belirten anti-terör yasaları sayesinde Başkan; istediğini yargıç önüne çıkarmaksızın süresiz gözaltında tutturabilecek, terörist olduğu belirlenenler için özel mahkemeler ve yeni yargılama usulleri oluşturabilecek, tutuklanma nedeni konusunda kişiye açıklama yapma zorunluluğu olmayacak, sanığın avukat tutma hakkı ortadan kalkacak ve yargılama kapalı şekilde yapılabilecekti. Bu konuda daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler, Ötüken Yayınlarından çıkan “Şeffaf Hapishane yahut Gözetim Toplumu” ve Hayy Kitap’tan çıkan “İşte Büyük Birader” kitaplarıma bakabilirler. (Geçen haftaki bir okuyucu yorumu üzerine satır arasında şunu da belirteyim ki, bu alanda yazdığım kitaplarla Türkiye’de “gözetim toplumu” konusunu akademik alanda ele alan ilk kişiyim. Diğer üç kitabım ise, tamamen birbirinden farklı alanlardadır.)

İşin trajikomik yanı, Ergenekon adı altında öylesine devasa bir örgüt yaratılmaya çalışıldı ki, karşımıza Golyat misali bir canavar çıktı. İddianameden öyle anlaşılıyor ki, bu muhteşem ve müthiş organizasyon; bir yandan nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlara sahip olmak için hummalı faaliyetler içinde, öte yandan da PKK, Hizbullah, İBDA-C, DHKP-C gibi bilumum yasadışı örgütlere taşeron işler ve suikastlar yaptırma gücüne sahip. Hani neredeyse MOSSAD, CIA, NSA gücünde bir organizasyon. Ancak bu iddialar doğruysa, neden şu an içerdeler ve yargılanıyorlar bunu da anlamak pek mümkün değil…

***

Şimdi gelelim biraz da karşı cenaha. Ola ki, buraya kadar söylediklerimden yanlış anlamlar çıkmasın…

Söz konusu davanın siyasi niteliğine ve yaratılan linç ortamına karşı olmakla birlikte, gözaltına alınan sanıkların hepsi de suçsuzdur gibi bir önyargıya sahip değilim. Ülkücülük ile yola çıkan, sonra Çiller’e danışman olan, şimdi Zaman Gazetesinde köşe yazarlığı ile TRT’de programlar yapan ve eşini de AKP milletvekili seçtirmeyi beceren -hatta belki de zamanında kıyısından köşesinden bu işlere bulaşan- “enişte”nin de belirttiği gibi; Ergenekon, Soğuk Savaş döneminde yapılandırılan Gladyo kalıntısı son grupların tasfiyesi olabilir. Medyada abartıldığı kadar devasa nitelikte ve total özellikte olmamakla birlikte, varsayalım ki mümkün. Bu bağlamda, buraya kadar yazdıklarım doğru anlaşıldıysa, itirazlarımın “öz”e değil “şekil” ve “yöntem”e yönelik olduğunu söylememe de gerek yok…

Ayrıca şu da gayet net ki, eğer uluslararası konjonktür -1971 ve 1980’deki gibi- müsait olsaydı, darbe çoktan yapılmış olacaktı. Ancak devletçi-seçkinci kesim, ABD ve AB destekli/ güdümlü AKP karşısında daha önce hiç olmadığı kadar çaresiz durumda… Açık şekilde görmekteler ki, bir darbe sonrasında kendi personellerinin maaşını bile ödeyemeyecek duruma rahatlıkla düşülebilir. Tabii, meşhur “Darbe Günlüklerinin” neden iddianameye dahil edilmediği ve YAŞ’ta neden ilk defa ihraç yaşanmadığı da işin diğer bir boyutları. (Üzgünüm ki, geçen hafta yorum yazan okuyuculardan biri daha yine hayal kırıklığına uğrayacak. Çünkü onun sığ havsalasına göre, illa taraf olmak gerekiyor. Ancak bir noktada haklılar da. Akıl ve sağduyu temelli olarak olayları tarafsızca görmek ve analiz etmek onlar için pek mümkün değil.)

***

İşte size, şahsımdan çok beklenen Ergenekon yazısı…



Bu yazı 2,944 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 25 Eylül 2008 Asabı bozuk bir adamın portresi…
    • 18 Eylül 2008 Basını bekleyen tehlike?
    • 11 Eylül 2008 Yetenek önemli tabii!
    • 8 Eylül 2008 Başbakan tarihi gerçekleri de göz önüne almalı
    • 2 Eylül 2008 Biri hepimizi gözetliyor…
    • 25 Ağustos 2008 Büyükşehirlerdeki aşiretler ve terör!
    • 16 Ağustos 2008 Kontrolsüz güç!
    • 7 Ağustos 2008 Alın size Ergenekon yazısı…
    • 28 Temmuz 2008 32 kısım tekmili birden…
    • 11 Temmuz 2008 Gündemi tatil sonrasında okumak (ya da okuyamamak…)
    • 23 Haziran 2008 Tatil düşleri…
    • 16 Haziran 2008 Önümüzdeki yerel ve genel seçimlerin sonucu zaten belli…
    • 11 Haziran 2008 Giderek DP’leşen AKP’yi kim kurtaracak?
    • 6 Haziran 2008 Ya istiklal ya…
    • 3 Haziran 2008 Peki, ya sonuç?
    • 27 Mayıs 2008 Aileden Sorumlu Devlet Bakanı nerede?
    • 19 Mayıs 2008 19 Mayıs’ta İngiltere Kraliçe’sinin ziyaretini değerlendirmek
    • 15 Mayıs 2008 Magandalardan lahmacun cinayeti…
    • 10 Mayıs 2008 “Dindar” değil “dinci” olunca…
    • 6 Mayıs 2008 Siyasi istikrar…

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    8,761 µs