Anlatacağım olay bundan iki yıl önce Mersin Limanı'nda yaşanmıştı.Mersin Gümrük Müdürlüğü elemanları, Mısır'dan deniz yolu ile Mersin Limanı'na gelen ve Mersin'den de Irak Kürdistan'ına gönderilecek olan içinde akaryakıt rafinerisi parçalarının bulunduğu 35 parça kargo yükünün üzerinde 'Kürdistan' yazılarının olduğunu tespit ediyorlar. 'Kürdistan' isminde bir ülke olmadığı için de bu kargoların Kuzey Irak'a çıkışına izin vermiyorlar. Yükler, rıhtımdan boş bir alana indirilerek bekletilirken, 'Kürdistan' yazılarının üzeri siyah boya ile kapatılıyor. Sonra Ankara ile temas kuruluyor gelen malların Mısır'a geri gönderilmesi isteniyor.
"Cumhurbaşkanı Gül Kürdistan dedi mi, demedi mi" tartışmalarını okurken iki yıl önceki bu traji-komik haber geldi aklıma.
"Hadi bakalım," dedim içimden, "kargonun üstündeki yazıya sürdünüz siyah boyayı... Cumhurbaşkanı'nın ağzına da mı süreceksiniz!"
x x x
Sayın Gül böyle bir şey demediğini söylüyor.
Keşke söylemiş olsaydı... Cesur bir tutumla var olan bir şeyin adını telaffuz etmiş olurdu. Zaten şimdi söylemediyse de üç beş ay içinde eli mahkum söyleyecek. İlanihaye "hani şu bölge, adı lazım değil" diye idare edecek değil ya...
İşin en komiği de, bu inkar komedisi sürerken Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile devletin birçok kurumunun aylardır yoğun bir temas içinde olmaları... Hükümet görüşüyor, Dışişleri görüşüyor, MİT yetkilileri görüşüyor, askeri yetkililer görüşüyor; ama görüştükleri, pazarlık ettikleri, birlikte PKK'yı tasfiye planı yaptıkları yönetimin adını anma yasağı sürüyor.
Böyle bir ikiyüzlülüğün adı da devlet politikası oluyor.
Artık anlamış olmamız gerekir ki -başka birçok konuda olduğu gibi- Kürt meselesinde başımıza ne geldiyse gerçeklerle yüzleşememek yüzünden geldi.
Bundan yıllar önce Türkiye'nin en büyük gazetelerinden birinin manşetinde "Sözde Kürt Sorunu" diye bir ifade vardı.
İşte bu inkarcılık politikasıyla gele gele nereye geldiğimize bir bakın.
O zamanın inkarcılık şampiyonu kuvvet komutanları sıraya girmiş özeleştiriler yapıyorlar, biz Kürt sorununu inkar etmekle hata yaptık diye. Ve Türkiye hâlâ o "sözde" sorunla başa çıkmak için uğraşıyor; öyle girift bir hale gelmiş ki neresinden başlayacağını bilemiyor.
Şimdi, aynı hatayı Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ni inkar ve reddetmeye çalışarak tekrarlamanın bir alemi var mı?
Neden korkuyoruz?
Irak'ta merkezi devletin yetkilerini yerel unsurlarla paylaşması, oradaki Kürtlerin siyasi karar alma mekanizmalarında daha etkili olması, kendi federe devletlerini oluşturmaları Türkiye için neden tehlikeli olsun?
Irak petrolünden pay almaları, mali kaynaklara kavuşmaları; ülkelerini mamur ve müreffeh bir hale getirmeleri neden bizim için tehdit oluştursun?
Aslında biliyoruz bu sorunun cevabını: Irak tarafındaki Kürtlerin işleri ne kadar tıkırındaysa, hayatlarından ne kadar memnunlarsa, bizimkilerin de onlara özenmesi, bizden ayrılıp o tarafa katılmaya niyetlenmesi o kadar kolay olur, korkusu yatıyor bunun altında ve ben Kürdistan fobisinin alevlendiği işgal günlerinden beri aynı şeyi söylüyorum:
"Peki biz asırlar boyu böyle bir fobiyle mi yaşayacağız?
Türkiye Cumhuriyeti üniter yapısını sınırları dışında yaşayan Kürtlerin geri yoksul ve baskı altında yaşamasına mı borçlu olacak?
Irak'taki Kürtler ne kadar ezilir, aç ve sefil olursa, bizim üniter yapımız da o kadar güvenlik altında olacak...
Böyle bir güvenlik anlayışı olamaz. Başkasının felaketine endekslenmiş bir güvenliğe nereye kadar güvenebilirsiniz? "Ya kalkınırlarsa, ya petrol sayesinde zenginleşirlerse, ya devlet kurar ve bir cazibe merkezi haline gelirlerse" diye yürek çarpıntıları içinde yaşanır mı?
Sınırlarımızın dışında yaşayan Kürtlerin mutsuzluklarına, yoksulluk ve sefaletlerine bel bağlamak yerine, sınırlarımızın içinde yaşayan Kürtlerin, bizim Kürtlerimizin hayatlarından memnun olmasına bel bağlamamız daha insani olmaz mı?"
x x x
Hayat, gerçeklere aykırı bir biçimde çizilmiş kırmızı çizgileri silip süpürüyor; yasakları deliyor; tabu sözcük dinlemeden kendi doğal seyrinde akıp gidiyor.
Şu anda PKK sorununun çözümünde son derece kritik bir aşamadayız ve cesarete her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Zihinlerimize konmuş ipotekleri çözmenin, serbest düşünmeye çalışmanın ve pragmatik davranmanın zamanıdır.
Yarın öbür gün af gündeme gelecek. Ve bizler yapmak durumunda olduğumuz bu affa "af" dememek için bin bir dereden su getirecek, abuk subuk isimler takacak, sıkıntı içinde kavranıp duracağız.
Ne gerek var bu kadar sıkıntıya?
Ne gerek var birbirimizi kandırmaya çalışmaya?
Üstelik de kimseyi kandıramıyorken...
bugün
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle