Mardin Katliamı üzerine yapılan bazı değerlendirmeler yeni gibi görünen, aslında epey eski bir polemiğin yeniden canlanmasına neden oldu.Bazı yorumcuların konuyu "Kürt kimliği" bağlamında değerlendirmeye kalkmaları diğer bazı yorumcularda infiale sebep oldu. Bu infial "ırkçı-faşist" gibi suçlamalara kadar vardı.
O günlerde Kanal 24'te katıldığım Açık Görüş Programında meselenin "Kürt kimliği" açısından da düşünülmesi ve bunu özellikle de Kürt aydınlarının yapması gerektiğini söyleyen biri olarak, bu polemiğin dışında kalamam elbette.
Hemen söyleyeyim ki, Türkiye'de farklı etnik ya da dini kökenden gelen insanların bu farklılıklarını özgürce ortaya koyabilme ve bunun icaplarına göre yaşayabilme hakkını tam kırk yıldır kararlılıkla savunan -ve bu konuda abdestinden son derece emin- bir insan olarak, "kimliklerin eleştirilemezliği" tutumuna sadece bu son olayda değil, yazı hayatımın başından beri karşı çıkıyorum. Farklı kimliklere saygının kimlik dalkavukluğuna varma eğilimi göstermesine sürekli dikkat çekiyorum.
Son çeyrek yüzyılda başımıza bela olan "political correctness" (siyaseten doğruculuk) akımının en berbat sonuçlarından biri bu kimlik dalkavukluğu... Getirdiği yazılı olan-olmayan yasaklarla özgür zihni sınırlamaya çalışarak, kimi sosyal araştırmalara sansürler koyarak, üniversitelere baskı uygulayarak, yasakçı yasalar çıkartmaya çalışarak hayatın her alanında bize nasıl düşünmemiz, nasıl davranmamız, nasıl konuşmamız ve nasıl hissetmemiz gerektiğini dikte eden yeni kodlar koyan "kibar bir engizisyon" gibi işliyor. (Kibar Engizisyoncular; Jonathan Rauch, Kindly Inquisitors, New Attacks on Free Thought, The University of Chigago Press, 1993)
İşte şimdi bu engizisyonun, birileri şiddetin, töre cinayetlerinin de Kürt kimliğinin bir parçası olduğunu söyledi diye onları ırkçılıkla hatta faşistlikle suçlayarak bastırmaya çalıştığına tanık oluyoruz.
Bu suçlamalar beni hiçbir zaman korkutup sindirmedi.
Şu satırları 1995 yılında yazdım:
"Bugün, iki lafın başında tekrarladığımız, ve her tekrarlayışımızda bir parça daha tabulaştırdığımız "Kürt kimliği"ne şöyle bir bakalım: Kadınların ve çocuklarının yerinin ahırdaki hayvanlardan sonra gelmesi; kan davalarıyla ve aile meclisi kararlarıyla masum insanların katledilmesi; aşiret ilişkileri içinde, yoksul marabanın ağanın karşısında el pençe divan durması, bu kimliğin bir parçası değil midir? "Farklı kimlikler"i korurken, bunları da mı koruyacağız? Yüzyıllar boyu koyu feodal ilişkiler içinde yaşamış olmanın getirdiği gerilikleri, yobazlıkları, bağnazlığı o Kürt kimliği içinden nasıl ayıklayacağız? Kan davalarının kanını nasıl temizleyeceğiz? Aile meclisi kararıyla öldürülen kadınların hesabını kime soracağız? Neyi koruyup neyi yok edeceğiz? Ve bu ayıklamayı kim yapacak?"
Ve aynı yıllarda bir başka yazıda aynı konuya şöyle devam ettim:
"Türkiye'de kimlikler meselesini, hep bir devlet politikası olarak tartışmaya öylesine kaptırdık ki kendimizi, tek tek bireyler olarak ne yapmamız, neyi savunmamız gerektiği fena halde güme gitti ve gidiyor.
Evet Türkiye'de devlet, en başından bu yana, milli kimliği dayatarak etnik ve dini kimlikleri baskı altında tuttu. Demokrat olmak, devletin bu baskıcı politikasına karşı çıkmayı ve farklı kökenlerden gelen insanların tek tek bireyler olarak (ve topluca demem gerekiyordu ) kendi dillerini, kültürlerini, inançlarını yaşama hakkını savunmayı gerektiriyordu.
Ama bunu yapmak için, o kimlikleri yüceltmek, dokunulmaz kılmak, yok olacaklar, eriyecekler diye ödü kopmak gerekmiyordu. Tam tersine, bir yandan bu farklı kimliklerin devletin dayattığı milli kimlik tarafından ezilmesine karşı çıkarken, bir yandan da bu kimliklere eleştirel bir gözle bakmayı sürdürmekti yapılması gereken.
Kimlik denen şey, üç beş folklorik ögeden, allı-morlu giysilerden ve mahalli yemeklerden ibaret olmayıp, o kimliklerin ahlaklarını, gelenek ve göreneklerini, adalet anlayışlarını da da içerir. Bugün Suudi Arabistan'da yaşayan bir Müslüman Arap için, zina yapan kadını taşlayarak öldürmek nasıl adil bir cezaysa, zina yapan kadını aile meclisi kararıyla kurşuna dizmek de bir Kürt için adil bir cezadır. Bu da onun adalet anlayışı, onun hukukudur, Kürt kimliğinin bir parçasıdır. (...) Türkiye'de aydınların görevi, en fanatik "kimlikçi" olan devletle, devletin dayattığı milli kimlik karşısında başka kimliklere sarılan gruplar arasında süren çatışmada şu ya da bu kimliği tutmak olmamalıydı. Aydınlar Türkiye halkının, önüne dikilen her türlü kimlik barikatını aşarak evrensel kimliğe ulaşması için yardımcı olmaya çalışmalıydı.
Neyse ki, henüz vakit geç değil. Yeter ki bizler, kimlikler üzerindeki baskılara karşı çıkalım derken içine düştüğümüz bu kimlik fanatizminden tez elden kurtulalım..."
x x x
Bugünkü tartışma aynı fanatizmin on beş yıl sonra aynı şiddetiyle sürdüğünü gösteriyor. Demek ki daha çok tartışacak, daha çok konuşacağız bu konuyu.
Bu yazıyı bir başlangıç kabul edin.
bugün
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle