En Sıcak Konular

Ali Bulaç


Ali Bulaç
0 0 0000

Osmanlı Modeli 2



İslam, Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi Direktörü (IRCICA) Dr. Halit Eren şöyle diyor: "Osmanlı'nın Avrupa'da önemli izleri var. Zengin bir medeniyeti, kültürü görülüyor. Balkan coğrafyasında ta Macaristan içlerine kadar mirasına rastlıyorsunuz.
O bölge Avrupa ise bazı bölgelerde 500 yıl bulunmuş olan Osmanlı Avrupalıdır. Osmanlı bir Avrupa devletiydi. Anadolu'dan daha çok yatırım Avrupa'ya yapılmış. İmar faaliyetlerine baktığınız zaman Balkanlar'da medreseler, hanlar, hamamlar inşa edilmiş. (Milliyet, 1 Ocak 2007) Doğrudur.

Bir miktar abartılı olsa da, Osmanlı'nın İstanbul'un fethinden itibaren "Anadolu'yu asker ve erzak deposu" olarak kullanmıştır. Anadolu'nun İslamî kimliğini Osmanlı'dan çok Selçukluların şekillendirdiğini söylemek mümkün. Büyük medeniyet merkezi sayılan belli başlı şehirlere bakın (Sivas, Kayseri, Konya, Mardin, Erzurum vs.) Osmanlı'dan çok Selçuklu mimarisini görürsünüz.

Osmanlı, yönetici elitini Balkanlar'dan devşiriyordu. Neredeyse 16. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra, bugün "Ortadoğu" adını verdiğimiz bölgeyi kendi haline bırakmıştı. Bir tampon bölge olarak Kürtler dağlarında ve ovalarında özerk, Araplar kendi galaksilerinde durağan olarak yüzyıllarca yaşadılar. İslam dünyasının önemli bir parçası olan İran'la ise Kasr-ı Şirin'e kadar çatışmıştır. İran'la çatışması Osmanlı'nın Orta Asya Müslümanları ve Türk dünyasıyla irtibatının kopmasına sebep olmuştur.

Hoş, Osmanlı'nın bunu pek dert ettiğini söyleyemeyiz. Zira Osmanlı'nın temel yönelimi Avrupa'dır. Fatih'in Hz. Peygamber'in (sas) hadisine mazhar olmak için İstanbul'u fethetmek için büyük cehd gösterdiği görmezlikten gelinemez, ama bu cihan padişahının kızıl elması "Roma" idi. Müslümanlar, Hz. Osman döneminden başlamak üzere fetihlere başladılar. Dikkat edilirse İslamî fetihlerin üç ana kolu Afrika, Anadolu ve Asya'dır. Osmanlı ise Avrupa'ya ulaşıp orada hakimiyet kurmayı neredeyse sabit fikir haline getirmişti. Bu, Cengiz Han'dan tevarüs edilmiş bir hedefti. Cengiz Han "Nasıl göklerde tek bir Tanrı varsa, yeryüzünde de tek bir hükümdar olacaktır." diyordu. Cengiz Han için yeryüzünün tamamını hakimiyet altına almanın nihai göstergesi Avrupa'ya ulaşmaktı. Bunu Sokullu Mehmet Paşa da tekrar ederdi.

Geçenlerde ölen Fransız Jean-Paul Roux'a göre "Türkler hep Avrupa'yı arzuladılar, bir kadını arzular gibi. Bazen tutkuyla, bazen düşkırıklığıyla, bazen kinle." Osmanlı iktidar eliti hiçbir zaman Avrupa karşısındaki ruhsal paradoksu aşamadı. Bir yandan hayranlık ve aşk duyuyor, öte yandan nefret. Elit, Balkanlar'dan toplanıyordu, yani Avrupa'nın periferisi sayılan bir bölge. Avrupa, Balkanlar demek değildir, Batı Avrupa'dır. Periferi merkezi zaptetmek istiyordu hep, ama modernleşme döneminde hep hayranlık ve nefret duyduğu merkeze göre Osmanlı'yı şekillendirmek (Batılılaşma-modernleşme-çağdaşlaşma) durumunda kalınca Osmanlı-Avrupa teması hepten sakatlandı. Bu elitin bir dramı daha vardı, içinde etkin rol aldığı hegemonya adına gerektiğinde devşirildiği köyü, akrabalarını ve ailesini dahi ezebilirdi. Bu yüzden Osmanlı elitinin hem Avrupa ile hem kendi kökeniyle ilişkisi sorunluydu. Cumhuriyet eliti bunu tevarüs etti.

Bizim AB maceramızın sevdalı bir tutku ve nefret ilişkisinden kurtulamamasının sebeplerinden biri bu tarihî faktör, yani söz konusu hastalıklı temasın süren derin etkisidir. Osmanlı iktidar eliti Avrupa'ya "kefere" gözüyle bakıp nefret etti. İbn Haldun'un uyarılarına kulak asmadı; Avrupa dünyayı zaptetmeye çıkarken Osmanlı paranoidçe kendi kibri üzerine kapandı, işin farkına varınca da iş işten geçmişti. Bundan sonra yapabileceği yegâne şey, onu savaş meydanlarında üst üste mağlup edecek galibe hayranlık duymaktı. O günden beri mağlup galibe hayranlık duyuyor. Ama hayranlığın ta dibindeki kadim nefret ve kibir varlığını hâlâ devam ettiriyor. Yeni İslam dünyasının rehberi bu elit değildir.

 zaman



Bu yazı 1,032 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 6 Nisan 2013 Neyin özgürlüğü?
    • 7 Nisan 2012 NATO'nun alan dışı stratejisi
    • 12 Kasım 2011 İdrak tutulması
    • 16 Temmuz 2011 Dört aktör
    • 25 Haziran 2011 Tiyatro bu
    • 19 Mart 2011 Afetler, felaketler!
    • 12 Mart 2011 Darbenin medya ayağı
    • 10 Mart 2011 Modelin altı parametresi
    • 7 Mart 2011 'Türkiye modeli'
    • 12 Şubat 2011 İhvan ve İslam korkusu!
    • 22 Ocak 2011 Kısır döngü
    • 13 Ocak 2011 Azınlık veya zımmi!
    • 10 Ocak 2011 Çatışmalar ve potansiyeller
    • 18 Aralık 2010 Başka bir dünya, başka bir iktisad!
    • 15 Kasım 2010 Diyanet'te 'yeni dönem'
    • 2 Ekim 2010 Millî Görüş'ten son kopuş!
    • 18 Eylül 2010 Ayrışmanın fotoğrafı
    • 2 Ağustos 2010 Askerler ve rolleri
    • 26 Temmuz 2010 Neden akletmiyoruz?
    • 24 Temmuz 2010 35. madde

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,665 µs