“Neden kendimiz olamıyoruz?”, sorusu esaslı bir sorudur. Çünkü bu soruya cevap vermek için, önce “nerede duruyorum” sorusuna bir cevap aramak lazım.
Nerede duruyorum?
Durduğum yeri bilirsem, kendim olup olmadığımın daha kolay ayrımına varırım.
Meseleyi daha derin ve karmaşık hale getirmeye gerek yok. Kestirmeden cevap verelim. Şu halde nerede durduğuma mesleki açıdan cevap arayayım. Ben bir gazeteciyim yahut yazarım. Nerede? Türkiye’de. Türkiyeli bir gazeteci veya yazarım.
Peki, Türkiye nasıl bir ülke? Demokratik ve laik bir ülke… Halkının ekseriyeti Müslüman… Çok az da olsa Süryani, Ermeni, Yahudi ve Hıristiyan cemaat de bulunmaktadır. Bu cemaatlere mensup olan vatandaşları da, tıpkı Müslüman halk gibi, imkânları ölçüsünde kendi dinlerini yaşamaya çalışırlar. Yani?.. . Kim ne derse desin Türkiye dindar bir ülkedir.
Demek ki, benim duruşumu, içinde yaşadığım toplum belirliyor. Teneffüs ettiğim hava… İçtiğim su. Dokunduğum toprak… Bütün bunlarla ben, ben oluyorum.
Şu halde ben demokratik, laik ve halkı dindar olan bir ülkenin vatandaşıyım. Yazarken çizerken bu duruşla meselelere yaklaşmam gerekir. İnsana saygım, kimseyi inancı ve yaşantısıyla hor görmeme imkân vermez.
Dindar bir toplum… Peki, bu dindarlığın bir zararı mı var? Hayır, herkes kendi halinde manevi boşluğunu dolduruyor. Kültür değerlerine sahip çıkıyor, onları yaşatıyor. Bu dindarlık kutsal zamanlarda daha da artıyor. Bunun bir sakıncası mı var? Hayır; isteyen dini hayatı yaşıyor, isteyen yaşamıyor.
Mesela ramazanda, orucunu tutup camiye gidenlerin sayısında bir artış oluyor. Ama belki aynı oranda, oruç tutmayan ve camiye gitmeyenler de var. Peki, bu sakıncalı mı? Hayır, medeni toplumlarda herkes dini yaşantıda özgürdür. İbadetini yapar ya da yapmaz, inanır ya da inanmaz. Bu neyi değiştirir? Hiçbir şeyi? İnsan kendi kararını kendisi verebilmeli.
Evet, insan dini yaşantısında özgür bırakılmalı. Ama gerçekte böyle mi?
Soruyu şöyle soralım: İnsanları dini yaşantılarında ve tercihlerinde ne kadar rahat bırakıyoruz? Bu memleketin bir vatandaşı olarak, bir köşeyi işgal etmiş aydını olarak, eli kalem tutan yazanı ve çizeni olarak biz insanların dini özgürlük alanlarına ne kadar saygılıyız?
“Neden kendimiz olamıyoruz?” sorusuna cevap verebilmek için, güzide Türk basınının değerli mensupları bu, “nerede duruyorum?” sorusunun yanında “ne kadar saygılıyım?” sorusunu da sormalılar. Sonra da ellerini -eğer kaldıysa- vicdanlarına koyup, doğru cevaplar aramalılar.
Sadece gazeteciler mi? Hayır hepimiz bu soruları sormalıyız.
Kendimiz olmamız için bu soruyu sormalıyız.
İki yüzlülükten kurtulmak, doğru ve güvenilir insan olmak için bu soruyu sormalıyız.
Cevabı kolayca vermek için, bu günlerde sorulması gereken ilave birkaç soruyu da burada hatırlayalım:
Neden her ramazanda dindarlık nesnelleştirilir?
Neden dini hayat siyasal gözle tahlil edilmeye çalışılır?
İnsanların dini hayatlarını yaşaması, neden içimizden gelen birilerini rahatsız eder?
Babalarının yahut dedelerinin dini tecrübelerine atıfta bulunan bu koca insanlar neden dindarı ötekileştirme çabasına girer?
Neden dindar küçük görülmeye çalışılır?
Camiye giden insanların sayısında bir artışın olması, neden sakıncalı bir durum olarak gösterilir?
Bu soruları sormalıyız… Geçtiğimiz yıllardaki İran, Suudi Arabistan ve Malezya hikâyelerini uydurmayı bir kenara bırakıp, toplumsal ve tarihi gerçekliği yansıtmayan mahalle efsanelerini unutup bu soruları sormalıyız. Bizim dinle ve dindarlıkla alakalı sorunlarımız olabilir, inanmaya biliriz. Din bizim için pek de hatırlamak istemediğimiz çocukluğumuz olabilir; orada seccadesinin başındaki annemizi, cumalarını kılan babamızı, Kur’an okuyan babaannemizi görebiliriz. Bundan öte bir anlamı olmaya bilir. Ama bütün bunlar, benim insanların inancına saygısızlık etmeme, onları nesnelleştirmeme, andıçlarla korkutmama, merkezden uzaklaştırmama sebep olmamalıdır.
Kendimiz olmamız, insan kalabilmemiz, adam olmamız işte bu ince noktada yatıyor: Eğer yaşamıyorsan, bırak yaşayan yaşasın. Dindarlığı bir korku dağı gibi algılamayı ve yeni korkular üretmeyi artık bırak. Tabi senin için nerede durduğun ve ne olduğun önemli ise...
Benim için duruşun ve neliğin anlamı yok diyorsan, bildiğin gibi devam et. Fakat şunu bil ki, artık bu toplum, açılımın konuşulduğu şu günlerde, sahte korkular üreten, çatışma ve kavga tohumları eken, duruşu ve neliği belli olmayan aydınları artık pek de kale almıyor.
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle