Bugün büyük gazetelerimizden birinin manşeti aynen şöyle: “Cinnet Çağı Çocukları…”
Sürmanşette ise, “Şiddet, zengin-fakir çocuğu demiyor. İstanbul’da Cem’den sonra Ankara’da 15 yaşında R.D.’nin vahşi cinayet vakası”
Haberin içeriği, içler acısı… Yürekler dağlayıcı. Can sıkıcı.
Haberde şiddetin sınıf meselesi olmadığı fikri işleniyor. Doğrudur, şiddetin, kıblesi de olmaz, dini, imanı da. Şiddet, şiddettir. Zulüm, zulümdür. Terör, terördür.
Fakat gazetenin manşete çektiği haberde öyle bir dil kullanılmış ki, adeta okuyucuya şu dikte ediliyor: Cem’i eğitimli, zengin ve tanınmış bir ailenin çocuğu olması sebebiyle kınamayın… Bakın, dar gelirli, belki muhafazakâr ailelerin çocukları da vahşi cinayetler işleyebiliyor. Dolayısıyla Cem’in işlediği vahşet, diğerleri gibi sıradan bir cinayettir.
Belki haberi yazan muhabir kasıtlı olarak bu mesajı vermiyor olabilir. Ama kullandığı dil sebebiyle haber, aynen böyle okunuyor.
Cem meselesi son yılların en önemli meselesidir ve üzerinde ilmi perspektifle durulması gereken bir konudur. Ankara’daki mesele de bir o kadar önemlidir. Bu yüzden en başta şunu sormamız gerekiyor: Neden bu çocuklar şiddete, cinayete ve vahşete tevessül ediyorlar? Neden öldürüyorlar? Bu nasıl bir öfke ki, öldürmekle bitmiyor da akıl almaz vahşete dönüşüyor? Neden?
Bu soruyu sadece psikologlar, pedagoglar, hekimler, hukukçular, sosyologlar ve gazeteciler değil, hepimiz sormalıyız. Baba ve anne olarak, hepimiz mutlaka sormalıyız. İşledikleri vahşetle birer cani de olsalar, o çocukları suçlamadan, sağduyuyla ortaya çıkan bu vahşeti anlamaya çalışmamız lazım. Anlamadan, dinlemeden ortaya konan pratik çözümler meseleyi halletmek yerine, bilgi kirlenmesine ve vahşeti meşrulaştırmaya sebep oluyor.
Bu konu sorumluluk isteyen, acil üzerinde durulması gereken bir konudur. Çünkü mesele, bazılarının anladığı gibi, sadece bir cinayet olayı değildir. Hayatlarının baharında şiddete ve vahşete yönelen bu çocukların aklı, kavrayışı, sorunları çözme biçimi, meselelerin üstesinden gelme anlayışı tartışılmalıdır. Bu çocuklar bizim çocuklarımız, onları biz yetiştirdik… Ama nerede hata ettik? İlgili kurum ve kişiler, sivil toplum örgütleri, akademik kuruluşlar meseleyi bu açıdan ele almalı.
Sonra o kurbanlar. O iki yavrumuz… O iki masum.
Her iki elim hadisede de kurbanlar katillerine güveniyor. Onlarla birlikte bir yerlere gidiyor. Birlikte zaman geçireceklerini varsayıyor. Şimdi ebeveynler, bu iki hadiseden yola çıkarak, çocuklarını uyarsalar… Uyarsalar, ama arkadaşlık, kardeşlik gibi güven telkin eden müesseseler kalır mı? Ne yapacak çocuk? Tamamen yalnızlaşmak, sanal dünyaya hapsolmak yeni sıkıntılara, yeni vahşetlere sebep olmaz mı?
Demek ki, çocuklar ve gençler arasındaki şiddet meselesi konuşulmalı, çareler aranmalı. Aksi takdirde çocuklarımız güven duygusunu yitirecekler.
Peki, bu konuları evvela kim konuşacak? Hepimiz, dedik, ama kurumsal olarak bu meseleyi görev telakki etmesi gereken kurumlar var: MEB, Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çocuk ve Aileden Sorumlu Bakanlık, Aile Araştırma Kurumu, RİTUK, Emniyet ve Diyanet vs. Ve üniversiteler… Ve kimi sivil kuruluşlar…
Daha başka kurumlar da olabilir, ama ilk anda akla gelenler bunlar. Peki, bu kurumlarda konuyla ilgili çalışmalar var mı? Bunlar ne yapıyorlar? Bir araştırma yapıldı mı? Okullar açıldı, çocuklarımız okul yolunda, sokakta… Acaba bu elim hadiseden ders alınıp onları şiddetten koruyacak ne türden çalışmalar yapılıyor? Soruları çoğaltmak mümkündür. Ama cevap veremiyoruz. Bu kurumlarımız, ilgili kişiler, bay ve bayan uzmanlar, hem kör hem sağır. Çıt yok.
Dolayısıyla ne oluyor? Boşluğu vahşetten şöhret çıkarmak isteyen taşralı arabulucular, ne yazdığını bilmeyen gazeteciler ve vahşeti ballandıra ballandıra anlatan haber spikerleri alıyor.
Sonuç. Sonuç, bir koca hiç… Vahşetin failleri hukuk önünde hesap verecek ve zamanla unutulacaklar. Zira “hafıza-yı beşer nisyan ile maluldür”, unutacağız. Fakat maşeri şuur sükûnete erecek mi? En azından içimizdeki, hepimizi çevreleyen ve etkisi altına alan o vahşet tükenecek mi? Çocuklarımız güvenle parkta ve bahçede oynayabilecekler mi? Kaybettiğimiz merhameti bulacak mıyız? Affetmek, bağışlamak gibi yüce değerler hayatımıza yön verecek mi?
Evet, bunları, bütün bunları bilemiyorum… Fakat hala kör ve sağırı oynamaya devam ettiğimizi biliyorum.
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle