En Sıcak Konular

Gülay Göktürk


Gülay Göktürk
0 0 0000

Yalanlarla yaşamak istemiyorsak



Doğruyu gizlemeye, gerçeği çarptırmaya yalan denir. Ama biz bu kelimeyi herkes için kullanamayız Türkiye'de.

Bu ülkede "yalancı" demenin serbest olduğu kişi ve kurumlar vardır; yasak olduğu kişi ve kurumlar...

Mesela politikacılar... Onlar bu toplumun "şamar oğlanı"dır. Halkın gücü ancak politikacılara geçer. Onlara saldırmak, onları aşağılamak serbesttir. Onlara her lafın başında hakaret edebilir, gözünüzü kırpmadan yalancılıkla, yiyicilikle, yolsuzlukla, hatta vatan hainliğiyle suçlayabilirsiniz.

Ama sıra devletin kimi kutsal kurum ve kişilerine gelince öyle uluorta konuşamazsınız.

Yalan beyan istediği kadar açık seçik, kanıtlı tanıklı biçimde ortaya çıkmış olsun, kimse dili varıp da yalancı diyemez o kişilere.

Onlar yalancı olamaz; sadece gerçeği söylemezler!

Onları suçlayamaz, sadece "böyle yaparsanız inandırıcılığınızı kaybedersiniz", "şöyle yaparsanız halkın nezdinde güven erozyonuna uğrarsınız" gibi dolaylı ifadelerle uyarırsınız.

Tıpkı aile içinde olduğu gibi...

Babalar çocuklarının yalan söylediğini yüzlerine vurabilirler. Suçu adlı adınca ortaya koyup "bak yine yalan söyledin" ya da "yalancılık yapma" diye uyarma imtiyazları vardır babaların. Ama çocuklar babalarının yalanlarını yakaladıklarında, karşısına çıkıp kolay kolay "yalancı" diyemezler. Çünkü bu, doğrudan aile reisini itibarsızlaştırma girişimi olarak algılanır. Malum, bizim kültürümüz, aile reisini itibarsızlaştırmayı göze alamaz. Reis itibarsızlaşırsa aile bütünlüğünün korunamayacağına, bunun da dünyanın sonu olacağına inandığından aile bireylerinin yalancı bir babayla idare edip gitmesini telkin eder. Bunun adına da büyüklere saygı der...

Biz vatandaşların devletle ve onun en baskın kurumlarıyla ilişkilerimiz de bir türlü baba çocuk ilişkisinden çıkamadığı için; yani biz hep çocuk, onlar da hep ebeveyn oldukları için, aile içindeki ikiyüzlülüğü toplum olarak da sürdürmemiz beklenir. Bu ikiyüzlülüğün o kurumlarla ilişkilerimizi nasıl zehirleyeceği ve içten içe çürüteceği de bilmezden gelinir.

X x x

Çukurca'daki mayın patlaması ile ilgili bize yalan söylendi.

Eline pimi çekilmiş el bombası tutuşturulan askerler hakkında da yalan söylendi.

Toprak altından çıkan LAW silahları konusunda, ıslak imza konusunda, Balyoz soruşturması konusunda da öyle...

Şimdiye kadar ortaya çıkan bütün darbe planları, andıçlar, layikalar hakkında sayısız yalan dinledik.

Her bir olayda yalanların hangi kademede, kimler tarafından üretildiğini ve hangi yollardan geçerek, kimler kandırılarak bizlere kadar geldiğini bilemeyiz elbette ama ortada bu kadar çok yalan olmasının nedenini biliyoruz.

Bazı kurumlarda daha çok yalan olması, o kurumların mensuplarının toplumun ortalamasından daha yalancı yaradılışlı olmasından değildir. Hayır; sorun tek tek bireylerden kaynaklanmaz. Sorun, o kurumların yapısından kaynaklanır.

Yalan kapalı toplumlarda yuva yapar. Kapalı toplumların en kapalı, en karanlık noktalarını sever, oralarda ürer. Çünkü kapalı toplumlarda denetim yoktur, eleştiri yoktur, muhasebe yoktur. Hesap sorma ve hesap verme yoktur. Hatanın bedelini ödeme yoktur. Ve tabii ki, bu keyfilik ve denetimsizlik ortamının en dürüst insanları bile baştan çıkartmasında şaşılacak bir şey yoktur.

Demek ki, artık bizlere daha fazla yalan söylenmesini istemiyorsak, toplumun bütün kurum ve kuruluşlarıyla açık bir toplum olması için çalışmak zorundayız. Bu elbette uzun ve zorlu mücadele olacak ve bence yalana yalan diyebilmek bu mücadelenin önemli bir parçasını oluşturacak.

Yalancıya yalancı, yiyiciye yiyici, beceriksize beceriksiz, despota despot diyebildiğimiz ve hesabını sorabildiğimiz gün, yalancılık da, yiyicilik de, beceriksizlikler de, despotluk da azalmış olacak. Ve bu ülkenin vatandaşlarıyla devletin kurumları arasında var olan yalanlarla zehirlenmiş, güvene değil korkuya dayalı sakat ilişki de ancak o zaman sağlıklı bir zemine oturacak.

bugün



Bu yazı 1,028 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 28 Eylül 2012 Susmak için artık çok geç
    • 24 Eylül 2012 Darbecilik mahkûm oldu
    • 21 Eylül 2012 7 adımda çözüm planı
    • 14 Eylül 2012 Libya
    • 25 Ağustos 2012 Kürtler'i PKK'dan korumak
    • 8 Ağustos 2012 Tehditle canlı kalkan olunur mu?
    • 30 Temmuz 2012 Suriye Kürdistanı
    • 2 Temmuz 2012 Zana kimi, neyi temsil ediyor?
    • 18 Haziran 2012 Kılıçdaroğlu Bahçeli'nin arkasına saklanıyor
    • 15 Haziran 2012 Olmayacak duaya amin
    • 11 Haziran 2012 Oslo süreci yeniden mi?
    • 8 Haziran 2012 Erdoğan-Kılıçdaroğlu görüşmesi
    • 4 Haziran 2012 Ses kayıtları
    • 30 Mayıs 2012 Parti kongreleri neden yapılır?
    • 21 Mayıs 2012 Sivil bayramlar dönemi
    • 11 Mayıs 2012 Yine mi?
    • 9 Mayıs 2012 Solun resmi tarihi
    • 25 Nisan 2012 Keşke CHP bölünse
    • 11 Nisan 2012 Kafası karışık bir Demirtaş
    • 9 Nisan 2012 Nizam-ı alem

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,846 µs