Sevinç fırsatları çok sık geçmiyor elimize.
O yüzden, fırsat çıktı mı kaçırmamalıyız. Sevinmeyi bilmeliyiz. Güvensizliklerimiz sevinçlerimizi heder etmemeli.
Elbette kötü anılarımız var; her şey iyiye gidiyor derken patlayan mayınları, taranan araçları, basılan karakolları unutmak zor. Ama önümüzdeki sekiz ay boyunca savaşın iki cephesindeki Türk ve Kürt gençlerin yaşam şansı yükseldiyse, o çocukların ana babaları zamansız çalan her telefonla irkilip sapsarı kesilmeyecekse, hep birlikte barış için zaman kazandıysak, bu mutluluğu da ıskalamamak gerek.
Ben her zamanki gibi, hükümet zaten çoktan yapması gereken şeyler için kolları sıvamalı derim. Bunların kimisi hemen yarın gerçekleştirilebilecek kadar kolay işler; kimisi biraz daha çetrefil. Ama içlerinde bir tanesi var ki, seçimden önce mutlaka halledilmeli: Yüzde 10 barajın indirilmesi... Daha önce de yazdım; Türkiye'nin şu anki siyasi koşulları, yüksek barajın yol açtığı "temsilde adaletsizlik" tablosunu bir dört yıl daha taşıyabilecek durumda değil. Baraj her zaman, bütün ülkelerde temsil meselesi açısından bir problem yaratır. Ama acaba kaç ülkede, oy oranı kimi illerde yüzde 80'lere, yüzde 90'lara varan, ülkenin koca bir coğrafi bölgesinde çoğunluk oyuna sahip olan bir partinin parlamento dışında kalmasına yol açacak ölçüde vahim bir "problem"dir bu? Türkiye siyaseti böyle anormal bir tabloyu dört yıl daha taşıyamaz. Kimse Kürtler'den temsil haklarını ellerinden alan bu baraja bir dört yıl daha tahammül etmelerini isteyemez. Hem siyasetin önündeki bu barikatı koruyup hem de "çözüm şiddet değil, siyaset" nakaratını tekrarlamaya devam etmek en hafifinden ayıptır.
Tabii, önümüzdeki sekiz ayda bizi bekleyen en büyük iş, en büyük proje, yeni anayasanın hazırlığıdır. Yeni anayasa yapmak, Kürt meselesinin çözümü için ihtiyacımız olan yeni pradigmanın hukuki alt yapısını oluşturmak da dahil olmak üzere, rejimin üzerine kurulduğu temel yapıyı 21. yüzyıl Türkiye'sinin ihtiyaçlarına göre yeniden dizayn etmek gibi devasa bir projedir. Böylesine büyük bir projenin hazırlık faslı için sekiz ay çok kısa bir zamandır, dolayısıyla siyasetçiler başta olmak üzere, bütün toplumun "yeni bir toplumsal sözleşme" hazırlamak için kolları bir an önce sıvaması gerekir.
Ben kendi payıma, yeni bir anayasa yapma sürecinde, somut bir taslak üzerinde çalışmaya başlamadan önce tartışmaya açılması gereken noktaları şöyle özetleyebilirim:
1. Anayasa'nın temel felsefesi ne olacak? Devleti korumak mı yoksa toplumu devletin zorbalıklarından korumak mı?
2. Devletin Anayasa'da belirtilen bir resmi ideolojisi, buna bağlı olarak değiştirilmesi teklif edilemeyen maddeleri olacak mı? Yoksa yeni anayasamız herhangi bir resmi ideoloji dayatmayan bir toplumsal sözleşme mi olacak?
3. Anayasa, Türk etnik kimliğini referans alan ve bu kimliği diğerleri karşısında yücelten bir metin olmaya devam mı edecek yoksa hiçbir konuda etnik imalar ya da çağrışımlar taşımayan, Türkiye toplumunun etnik, dini ve kültürel farklılıklarını tanıyan ve bu farklılıkların yaşanmasını güvence altına alan, bütünleştirici ve kuşatıcı bir metin mi olacak?..
4. Yeni anayasa ne kadar merkeziyetçi, ne kadar ademi merkeziyetçi olacak? 1960 yılında, yani bundan yarım yüzyıl önce çizilen idari yapı bugünkü Türkiye'nin ihtiyaçlarına ne kadar uygun? Türkiye böylesine merkeziyetçi idari yapıyla daha ne kadar yönetilebilir?
5. Güçler ayrılığından ne anlamak gerekir? Devlet-hükümet ilişkisi nasıl olmalıdır? 27 Mayıs Anayasası'ndan bu yana, bizim anayasamız güçler ayrılığı ilkesini devletin siyaseti kuşatması ve seçilmişlerin iktidar alanını daraltması şeklinde uygulamıştır. Bu yapı sürdürülecek mi yoksa değiştirilecek mi?
İşte bu temel noktalar üzerinde geniş bir tartışma açılmadan, bu noktalarda bir paradigma değişikliği gündeme gelmeden seçimler yapılır ve siyasi parti temsilcileri bir taslak üzerinde tartışmaya otururlarsa, havanda su dövmekten başka bir şey yapamazlar. Bu temel ilkeleri tartışmak, uzlaşma komisyonlarının değil, siyasetçisiyle, aydınıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla bütün bir halkın katılması gereken bir süreçtir.
Böyle bir tartışma döneminin ardından gelecek olan 2011 seçimleri bir "Anayasa seçimi" olmalıdır. Her parti seçim bildirgesinde kendi anayasa taslağını hazırlayıp sunmalıdır kamuoyuna. Seçmen oyunu hangi partinin nasıl bir anayasa yapmak istediğine göre vermelidir. İşte o zaman yeni bir anayasa yapmak denen işin büyük kısmı seçimlerden önce halledilmiş olur.
Geriye kalan, farklı anayasa projelerinin sandıktan aldıkları destek oranında temsil edileceği bir meclisin nihai çalışmaları yapması ve yeni anayasayı (seçimlerde ortaya çıkan güçler dengesinin yarattığı imkânlar çerçevesinde) ete kemiğe büründürmesidir.
bugün
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle