Mümtaz'er Türköne
0 0 0000
Krizin en hakikisi
Siyasal krizlerle boğuşmaya alışmış bir toplum olarak; kapımızı çalmakta olan gerçek krizin sesini duymakta zorluk çekiyoruz.
Sadece bizim kapımızı çalan değil, bütün dünyayı, özellikle zengin Batı'yı kasıp kavuracak ekonomik krizden bahsediyorum. 2008'de başlayan ekonomiden sırasıyla önce siyasete, daha derin biçimde topluma yayılan kriz, gelip geçici bir durum değil. Batı'nın 1990'ların başından itibaren kurumlaştırdığı liberal piyasa ekonomisi çatır çatır çöküyor. Bugüne kadar alanı da satanı da razı eden sistem, artık kimseyi memnun edemiyor. Siyasal düzenler bu çöküşü önleyemedikleri için kendileri de çöküyor. Ekonomik krizle eşzamanlı olarak siyasal krizlerin yayılması bu yüzden. Ekonomik kriz toplumsal-siyasal krize, siyasal krizler ise giderek bir demokrasi krizine dönüşüyor.
Peş peşe, Yunanistan ve İtalya'daki hükümet değişikliklerini, büyüyen demokrasi krizinin çarpıcı işaretleri olarak görmek gerekiyor. Halkın oyu ile işbaşına gelmiş hükümetler yerlerini teknisyenlerden meydana gelen kadrolara bırakıyor. Halka karşı sorumluluğu olmayan ve önümüzdeki seçimlerde halkın karşısına çıkmayacak olan kişilerin ülke yönetmesi bizde darbe dönemlerinde rastlanan bir durum. Demek ki sistem işlemiyor ve kendini askıya alıyor.
ABD'de giderek yaygınlaşan 'Wall Street'i işgal et' eylemlerine karşı polis giderek daha fazla güç kullanmaya başladı. Devletin protesto gösterisinde bulunan vatandaşlarına karşı sertleşmesi, demokrasinin bir başka cephesinin, temel hak ve özgürlüklerin sınıra dayandığını gösteriyor. Demokrasiyi ve özgürlükleri yaşatma görevinin yerini, kamu düzeni ve güvenlik endişeleri alıyor. Demokratik hükümetlerin yerini teknokratların alması ve demokratik kitle hareketlerinin sert önlemlerle bastırılması, geçici eğilimler gibi görünmüyor.
Krizin sebebinin ultra liberal piyasa ekonomisi olduğunu bütün taraflar kabul ediyor. 90'lı yıllarda piyasa ekonomisi önündeki engellerin kaldırılması eğilimi bütün dünyayı sarmıştı. Bugün dünya ekonomisinin piyasa dinamiklerine teslim edilemeyeceği görülüyor. Her ülkede ekonomiye artan devlet müdahaleleri eğilimin tersine döndüğünün işareti.
Türkiye, dünyanın içine yuvarlandığı ekonomik krize istisnai bir avantajla girdi: Güçlü ve istikrarlı bir hükümet. Kriz, demokratik yönetimlerin bir zaafı ise; AK Parti hükümeti bu zaafı kapatacak kadar güçlü yapıda. Demokratik hükümetlerin içinden çıkamadığı kısır döngüyü, AK Parti hükümeti kolaylıkla aşıyor. Bu kısır döngü, daha az vergi ve daha çok kamu yatırımı isteyen seçmenlerin taleplerini; artan kamu borçlanması ile karşılamaktan kaynaklanıyordu. Kamu yatırımını azaltmak, vergileri yükseltmek iktidar partisinin seçimi peşinen kaybetmesi anlamına geldiği için hiçbir demokratik hükümet bu kısır döngüyü kıramıyordu. 'Halka rağmen halk için'in ekonomide başka çözümü bulunamadı. Papandreu'nun ve Berlusconi'nin seçimle gitmek yerine kendi iradeleri ile iktidarı teknokratlara devretmesinin sebebi buydu.
AK Parti hükümeti, bu demokrasi paradoksunu kıracak kadar güçlü. Seçimden çıkalı henüz altı ay bile olmadı. Öbür taraftan karşısında yarattığı güçlü istikrara rakip olacak bir siyasî alternatif de yok. Bu yüzden, ekonominin objektif ihtiyaçlarını cesaretle karşılıyor. Geçtiğimiz ay bazı özel tüketim vergilerini, astronomik ölçülerde artırması bunun en önemli işaretlerinden biri. AK Parti ikinci olarak, dünyadaki trendin aksine ekonominin yönetiminde söz sahibi olan bağımsız kurullar üzerindeki kontrolünü artıracak düzenlemeler yapıyor. AB sürecinde Türkiye'de de hızla artan bu kurullar, ekonominin kritik noktalarında söz sahibi idi. Başta Merkez Bankası olmak üzere, birçok kurulun yetkileri, ekonomiyi tek merkezden kumanda etmeye karar veren hükümetin eline geçiyor. Merkez Bankası'nın fiyat istikrarından başka finansal istikrar görevi de üstlenmesi bu gelişmenin ürünü.
Hükümetin elinde geniş kapsamlı bir kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi var. Hükümet bu yetkiyi kullanarak son zamanlarda, özellikle ekonomi yönetimini yeniden organize ediyor. Ekonominin yönetimi bu kararnamelerle siyasî iradeye daha fazla bağlanıyor.
Dünya ekonomik krizden demokrasiyi kısarak çıkmaya çalışırken Türkiye demokrasiyi çoğaltarak kendini tahkim ediyor.
zaman
Bu yazı 1,670 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
30 Eylül 2012
Bu sefer çözülecek mi?
-
16 Eylül 2012
Din eğitiminde devlet tekeli kalkıyor
-
14 Eylül 2012
Siyaset, artık dine alet edilmiyor!
-
13 Eylül 2012
CHP, PKK ile müzakere yapabilir mi?
-
9 Eylül 2012
Merkez Sağ'ın son noktası
-
7 Eylül 2012
Başbakan sertleşmekte haklı mı?
-
28 Ağustos 2012
Hükümet haklı çıktı
-
26 Ağustos 2012
Kawa ve Ergenekon
-
24 Ağustos 2012
Terör sorunu ayrışıyor
-
17 Ağustos 2012
Hem şiddet üreten, hem barış isteyen bir örgüt
-
16 Ağustos 2012
'Paralel devlet'in iflası
-
12 Ağustos 2012
Kürt, Türk, Alevî ve Sünni olmak
-
10 Ağustos 2012
Yangını kim söndürecek?
-
5 Ağustos 2012
Ordulaşan partiler ve partileşen ordular
-
22 Temmuz 2012
Davutoğlu haklı çıkarsa?
-
17 Temmuz 2012
'Hücre yenilenmesi'
-
29 Haziran 2012
ÖYM'leri kaldırması için hükümete yetki verdiniz mi?
-
24 Haziran 2012
Türkiye savaşa girer mi?
-
21 Haziran 2012
Teröre teslim olmak
-
19 Haziran 2012
Çözüme yakın mıyız?
Yorumlar
+ Yorum Ekle