Kürşat Bumin
0 0 0000
'Bedelli' tartışması ışığında Uğur Kantar cinayeti
Özlem Albayrak, dünkü yazısında işkence sonucu hayatını kaybeden Uğur Kantar'ın Kuzey Kıbrıs'ta dün başlayan davası dolayısıyla bazı STK'ların konuyla ilgili ortak basın bildirisini aktardı. Basın bildirisinde yer alan bir bölüm şöyle: "Genelkurmay Başkanlığı yaptığı açıklamalarla askerliğini tamamlamış her vatandaşın bildiği gerçeğin üzerini örtmeye çalışıyor, diskolarda yaşanan vahşete gözlerimizi yummamızı istiyor."
Bildirinin askerlikte karşılaşılan kötü muamele ve işkenceden "askerliğini tamamlamış her vatandaşın bildiği" bir gerçek olarak söz etmesi çok yerinde ve önemli bir tespit. Bu gerçeği bu köşede ben de yıllardır hatırlatmaya çalışıyorum. Bu "gerçek" değişmedikçe ülkedeki "askeri vesayet"in son bulmasının imkansızlığını anlatmaya çalışıyorum.. Bildiri bu tespiti yaparken çok haklı. Bu ülkede askerlik ödevini yerine getirirken kötü muameleye-işkenceye doğrudan şahit olmamış tek bir kişi var mıdır? "Münferit" olmadığı, tam tersine "sistematik" olduğu herkes tarafından bilinen bu uygulamanın "askerlik"ten söz açılır açılmaz ülkenin erkeklerini nasıl bir ruh haline soktuğunu bilmiyor muyuz? Ama ne yazık ki bugüne kadar –hiç değilse Uğur Kantar cinayetinden sonra- bu ülkenin siyaset erbabı "Evet durum budur, askerlikte kötü muamele-işkencenin sistematik olduğunu biz de kabul ediyor ve bu uygulamanın bir an önce sona ermesi için yarından tezi yok işe koyuluyoruz" diyemedi. Devletin Milli Savunma Bakanı, "Bu mesele doğrudan benim görev alanıma giriyor, gerekeni yapacağım" diyemedi.
Bu kayıtsızlığın nedenin tek bir sözcükle açıklamayabiliriz: "Devlet kültü" ile kurulan gönül bağı.
12 Eylül'ün askeri cezaevlerinde yaşanmış olan işkencenin -nasıl olup da- büyük ölçüde "askerlik ödevini" yerine getirmek için bu cezaevlerinde görevlendirilen erler tarafından gerçekleştirildiği üzerine bir saniye bile düşünülmedi. Bu ülkede "askerlik ödevi"nin birinci amacının ülkenin genç erkeklerinin gururlarını dayakla ve küfürle sıfırlamak olduğu akla bile gelmedi. Genç erkeklerin iyi birer vatandaş olabilmeleri için hiyerarşi, "üst" karşısında burunlarının sürtülmesi gerikiyordu... "Asker millet" adlandırması bu rejimi betimlemek için yeterli değildir.
"Ordu"ya (ve onu model alan "Okul"a) modern dönemin devletinin ortaya çıkmasıyla nasıl bir misyon yüklendiğinin Batı'yı ilgilendiren tarihi birçok düşünür tarafından yeterince anlatıldı bugüne kadar. Ama benzer çalışmalar bizde her zaman cılız kaldı. Konuya ilişkin son dönemlerin ilgisi ise daha çok "ordu"nun "siyaset"e müdahalesinin dile getirilmesi-tartışılması ile sınırlı kaldı. Oysa biliyoruz ki, "askeri vesayet"in "siyaset"i esir alabilmesinin asıl nedeni bu vesayetin toplumun "ruhunu" esir alabilmiş olmasıydı. Demokrasinin olmazsa olmazı olan "otonomi" ilkesini vatandaşlarının gözünde erkenden ve süratle değersiz kılan bir kurumun ıslahına girişilmeden gerçek anlamıyla "siyaset"in varlığından söz edilebilir mi? "O paşalar"ın yerlerini "bu paşalar"a bırakması "vesayet"in son bulduğunun delili olarak öne sürülebilir mi? "Ordu" kurumunun vatandaşların önüne açık-seçik olarak sunduğu "devlet kültü"nün yerini "otonomi" ve bireysel değerler üzerine kurulu –tabiri caiz ise- bir "toplum kültü"ne bırakmadan demokratik siyaset mümkün mü?
Uğur Kantar cinayetinden hareketle bakınca Batı'nın ordularında benzer bir "disiplin" sisteminin kalmadığını söyleyebiliriz. KKTC'deki ve "anavatan"daki disko ve eğitim alanlarında uygulanan "disiplin" yöntemi bugün ancak Fransızların "lejyonerler"i gibi paralı askeri birliklerde gözlenebilir herhalde. Gerçekten de Uğur'un gördüğü muamele Fransa devletinin bu bu paralı askerlerden oluşan "elit" birliği hakkında anlatılan hikayeleri çağrıştırıyor.
Bu "elit" birlik 136 farklı ülkeden gelen 7699 paralı askerden oluşuyor. Bu askerler paralı olmasına paralı ama "Her lejyoner milliyeti, ırkı, dini ne olursa olsun senin kardeşindir" gibi ilkelerle örülmüş öyle bir "ethos"(!) yaratılmış ki sanırsınız ki Ortadoğu'dan Afrika'ya Fransa devletinin çıkarlarını savunmak için milliyet, ırk ve din farkı gözetmeden önüne çıkar herkesi ortadan kaldırabilen bu özel birlik Birleşmiş Milletler misali milliyet, ırk, din farkı gözetmeyen bir birlikten farksız! "Disiplin"in had safhada var olduğu, hiyerarşiye saygının ve dolayısıyla "üstlerine" itaatın tartışmasız uygulandığı, "ölülerini, yaralılarını ve silahlarını asla geride bırakmayan", evlenmek için "komutan" izninin gerektiği, kimliklerin değiştirilebildiği, yabancılar için 3 yıl sonra Fransız vatandaşı olabilme hakkının tanındığı 17-40 yaşları arasında yüz milletten oluşmuş bir "elit savaşçılar"dan oluşmuş bir birlik bu...
Fransızların bu "lejyonerler"ini özellikle hatırlatıyorum, çünkü Uğur Kantar'ın hepimizi isyan ettirmesi gereken acı sonu bugün ancak her milliyet, her ırk ve her dinden katil ruhlu savaş düşkünü adamlardan oluşan bu ve benzer birliklerde karşımıza çıkabilir. Bir "cumhuriyet ordusu"ndaki bu tür sistematik uygulamalardan o cumhuriyet utanç duymalıdır. Ancak görüyoruz ki, TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün, Uğur Kantar cinayetini hâlâ malum klişelerle yorumluyor: "Şimdi bu işlere el attık. İnşallah bundan sonra da askerlikte kötü muamele ortadan kalkacaktır. Zaten Milli Savunma Bakanlığı da, Genelkurmay Başkanlığı da bu işin üzerine titizlikle gidiyor. Genelge yayınladılar, bir de, insan hakları dersi koyacaklar askerlerimize ve bu insan hakları dersiyle birlikte bu olaylar daha aza inecek."
"Genelge yayınladılar"mış!.. "İnsan hakları dersi koyacaklar"mış!.. "Ve bu insan hakları dersiyle birlikte bu olaylar daha aza inecek"miş!..
İnşallah!
Bu yazı 1,565 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
17 Aralık 2011
'Harbe hazırlık' ve Bahçeli'den 'suikast hazırlığı' yorumu
-
20 Kasım 2011
Çadırlarda yaşayan depremzedeler kışlalara yerleştirilsin
-
19 Kasım 2011
'Bedelli' tartışması ışığında Uğur Kantar cinayeti
-
22 Mayıs 2011
'Darbecilik genleri': Büyük bir keşif!
-
7 Şubat 2011
Kıbrıslı Türkler ne diyor?
-
16 Ocak 2011
RTÜK Kanunu'nun 'yayın ilkeleri'
-
26 Eylül 2010
Yeni anayasa'?
-
10 Temmuz 2010
Kötümser mi –yoksa- iyimser mi olmalıyız?
-
28 Mart 2010
Paket'e ilişkin 'üç tarz'ı siyaset'
-
7 Aralık 2009
DTP'ye de dokunma!
-
29 Kasım 2009
İki karar da problemli (2)
-
16 Kasım 2009
'Dersim Açılımı'
-
5 Ekim 2009
'Yargı' bizi çıldırtmadan…
-
14 Eylül 2009
'Vatan hizmeti'nin sapkın bir tarifi: İşkence yapmak
-
2 Ağustos 2009
Çözüm 'Türkiye modeli' çerçevesinde aranmasın sakın
-
27 Temmuz 2009
YÖK'ün aldığı kararın 'önümüzü açtığı' doğru mu?
-
9 Şubat 2009
Bir tahliye kararı
-
18 Ekim 2008
Başbakan'ın desteği
-
12 Temmuz 2008
Konuyu ikisi de bilmiyor muydu zaten?
-
23 Haziran 2008
'Lalalık pedagojisi'ne devam
Yorumlar
+ Yorum Ekle