Mümtaz'er Türköne
0 0 0000
Askerliğin namusu
İç Hizmet Kanunu'nun 37. maddesi, Silahlı Kuvvetler'e katılan herkesin içmesi gereken Ant'a yer verir. 'Herkes'in içinde rütbesiz er de, genelkurmay başkanı da yer alır.
Bu Ant'a göre bir asker ancak 'askerliğin namusunu canından aziz bilme'ye yemin ederek 'asker' sıfatı kazanır. 'Namus' kelimesi 'haysiyet', 'onur', 'şeref' anlamına gelir. İffet ve ırz kelimesi ile karıştırılması, namusun hepsini kapsamasındandır.
İç Hizmet Kanunu, 'askerliğin namusu', yani askerlik mesleğinin şerefi için bir askerin hayatını feda etmesini dahi emrediyor. Savaşta verilen emri yerine getirmek, vatanı korumak gibi ordunun üstlendiği savunma görevi için askerin hayatını feda etmesi doğal. Savaşta ölecek veya öldüreceksiniz. Savaş başladığı zaman normal bildiğimiz hiçbir kural işlemez. Hukuk askıya alınır ve yerine savaş hukuku uygulanır. Askerler de kendi örgütlenmelerini 'hazer' ve 'sefer', yani 'barış' ve 'savaş' şartlarına göre ayırırlar. Bir ordu savaşırken vereceği kayıpları değil, savaşı kazanmayı düşünür. Bu yüzden askerlerin ölmeye hazır olması bu mesleğin gereğidir.
Ancak ettiği yemin gereği asker, askerlik mesleğinin şerefini korumak adına sadece savaşta değil, barış zamanında bile hayatını feda etmeye hazırdır. 'Mesleği için ölmek', o mesleğin varlık sebebi için ölmekten farklıdır. 'Vatan için' değil, 'vatanı savunma mesleği' için. Her hal ve şartta, hazerde ve seferde asker, mesleğinin şerefini göz önünde tutacak ve yaptığı bir hata, ihmal veya kusur yüzünden mesleğinin şerefine halel getirmemek adına hayatını feda edecekti. Büyük Taarruz'da çok değerli bir asker olan 57. Tümen Komutanı Miralay Reşad Bey, kendisine verilen süre içinde iki tepeyi düşmandan alamadığı için intihar etmiştir. Bu intihar, savaş şartlarında ülkeyi korumak için değil, askerlik mesleğinin şerefine aittir. Zira bu başarılı komutanın hayatta kalması, savaş için bir kazanç olurdu. Ama onun yorumuna göre askerlik mesleğinin şerefi savaştan bile daha önemlidir. Haklı olan odur; zira Millî Mücadele, bu şeref anlayışına sahip komutanlar marifetiyle kazanılmıştır.
İç Hizmet Kanunu ve İç Hizmet Yönetmeliği, güçlü gelenekleri olan Türk ordusunda bir komutanın, astlarına karşı sorumluluğunu da düzenler. Komutan bir liderdir. Lider, verdiği emri yerine getirenleri korumak, hatta onların hayatlarını kendi hayatından daha aziz tutmak zorundadır. Bir tehlike anında komutan önce emrindekileri kurtarır, en son kendisini emniyete alır. Komutan, her verdiği emir hiç tereddüt etmeden yerine getirilecek kişidir. Savaşma yeteneği hızlı karar alma ve verilen emirleri sorgulamadan uygulama yeteneğine bağlıdır. Kötü asker yoktur, kötü komutan vardır. Savaşları askerler değil, komutanlar kazanır veya kaybeder. İyi bir orduda komutan, neredeyse her şey demektir. Asker ise komutanın emirlerini sorgulamadan ifa ettiği zaman iyi bir asker niteliği kazanır.
'Kanuna aykırı emir', bu yüzden askerlik mesleğinde çok zor ayırt edilir. Görevi 'verilen emri ne pahasına olursa olsun yerine getirmek' olanlar emrin kanuna uygun olup olmadığını sorgulamakta zorlanır. Komuta kademesinin hukuk içinde bulunma zarureti bu yüzden çok önemlidir.
İnternet Andıcı davası, askerin barışta da savaşta da uzak durması gereken siyasete müdahale etmek için işlenen suçları kapsıyor. Genelkurmay Karargâhı'nın bu suçlar işlenirken bir siyasî parti genel merkezi gibi çalışmasının, askerlik mesleği ile bir ilgisi yok. Çünkü darbeci aslında asker değil, iktidarı ele geçirmek için askerliği kullanan başıbozuk taifesidir. Ben bu yüzden, 37. maddedeki 'askerliğin namusu' yükümlülüğünün bu davanın sanıklarını kapsamadığını düşünüyorum.
Kapsasaydı, en tepedeki komutan 'benim haberim yoktu' savunması yapmazdı. Üstelik diğerleri 'emri o verdi' derken. Şayet askerlik namusu söz konusu olsaydı, Genelkurmay Başkanı'nın 'bu suçlar benim komutam altında işlendiğine göre sorumluluk bana ait' demesi gerekirdi. Ve hükümete tuzak kurmak ve ancak düşman bir ülkenin vereceği türden bir zararı kendi ülkesine vermek ithamı, onu 37. maddenin kapsamı dışında bırakır.
zaman
Bu yazı 1,396 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
30 Eylül 2012
Bu sefer çözülecek mi?
-
16 Eylül 2012
Din eğitiminde devlet tekeli kalkıyor
-
14 Eylül 2012
Siyaset, artık dine alet edilmiyor!
-
13 Eylül 2012
CHP, PKK ile müzakere yapabilir mi?
-
9 Eylül 2012
Merkez Sağ'ın son noktası
-
7 Eylül 2012
Başbakan sertleşmekte haklı mı?
-
28 Ağustos 2012
Hükümet haklı çıktı
-
26 Ağustos 2012
Kawa ve Ergenekon
-
24 Ağustos 2012
Terör sorunu ayrışıyor
-
17 Ağustos 2012
Hem şiddet üreten, hem barış isteyen bir örgüt
-
16 Ağustos 2012
'Paralel devlet'in iflası
-
12 Ağustos 2012
Kürt, Türk, Alevî ve Sünni olmak
-
10 Ağustos 2012
Yangını kim söndürecek?
-
5 Ağustos 2012
Ordulaşan partiler ve partileşen ordular
-
22 Temmuz 2012
Davutoğlu haklı çıkarsa?
-
17 Temmuz 2012
'Hücre yenilenmesi'
-
29 Haziran 2012
ÖYM'leri kaldırması için hükümete yetki verdiniz mi?
-
24 Haziran 2012
Türkiye savaşa girer mi?
-
21 Haziran 2012
Teröre teslim olmak
-
19 Haziran 2012
Çözüme yakın mıyız?
Yorumlar
+ Yorum Ekle