Gülay Göktürk
0 0 0000
Tutuklansın mı, tutuklanmasın mı?
Ergenekon davalarının başlangıcından bu yana "hukuk devleti olma" yolunda epey mesafe aldığımız şuradan da belli ki, şu anda "Koskoca Genelkurmay Başkanı nasıl yargılanır" diyen pek kimse yok ortada.
Herkes ortadaki deliller ışığında yargılanmanın kaçınılmaz olduğu noktasında birleşiyor.
Ama hemen arkasından iki itiraz geliyor:
Birincisi, eski bir Genelkurmay Başkanı'nı teröristlikle suçlamak yakışık alır mı?
İkincisi de tutuksuz yargılansa olmaz mıydı?..
Bu iki itirazı yapanlar arasında, darbecilik sanıklarına kol kanat germek isteyenler olduğu gibi yaşanan geçiş sürecinin siyaseten mümkün olduğu kadar yumuşak yaşanmasını arzu edenler de var.
Ne var ki, niyetler farklı da olsa yapılan düşünce hatası aynı.
Darbecilik daha asil bir suç mu?
Önce şu "teröristlik" meselesinden başlayalım.
Başbuğ mahkeme tarafından "Silahlı terör örgütü yöneticisi olmak, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ni ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs" iddiasıyla tutuklanıyor. Ve bir grup insan feveran ediyor: Vay, koskoca Genelkurmay Başkanı'na nasıl terörist dersiniz?
İyi de, sadece darbeci deseydi, daha mı asil bir durum olacaktı?
Darbecilik suçlaması teröristlik suçlamasından daha mı hafif; yoksa daha mı az yüz kızartıcı?
Ben bu itirazda hâlâ darbeciliğe karşı toleranslı bir tutumu, "iyi darbe-kötü darbe" ayrımı yapmanın izlerini, darbeciliğin yerine göre suç olmayabileceği; "yüce amaçlarla" da darbe yapılabileceği anlayışının sürdüğünü görüyorum.
Oysa geldiğimiz bu noktada artık darbeciliğin en büyük ve en yüz kızartıcı suç olduğunu idrak etmemiz gerekmez miydi? Ortaya çıkan kimi belgelere baktıktan ve darbe heveslilerinin bu heveslerine ortam hazırlamak için bazen en gaddar terör örgütlerinin bile kalkışmadığı kıyım planları yapabildiğini gördükten sonra hâlâ darbeciliğin teröristlikten daha masum ve daha az utanılacak bir suç olarak algılanması bu konuda köklü bir zihniyet dönüşümünün yaşanmadığını ortaya koyuyor.
Genel ilke her şeyi çözseydi...
Gelelim tutuklu yargılanma-tutuksuz yargılanama tartışmasına...
Dikkat ederseniz, şu anda devam eden malum davaların hepsinde, her tutuklamadan sonra bütün toplum olarak tutuklamanın gereksizliği ya da gerekliliği hakkında birbirimize giriyoruz.
Bu mesele, böyle herkesin rahatlıkla fikir beyan edebileceği, taraf tutabileceği bir mesele midir Allah aşkına? Herkes dosyalara bu kadar vakıf mı ki, kimin tutuklu kimin tutuksuz yargılanabileceğine karar verilebiliyor?
"Tutuklu yargılanmanın istisnai, tutuksuz yargılanmanın kural" olduğu ilkesi yetiyor mu her somut durumda karar vermeye? Genel ilkeleri her davaya uyarlamak bu kadar kolay bir şey ise herkes kimlerin tutuklu kimlerin tutuksuz yargılanması gerektiğine bu kadar rahat cevap verebiliyorsa, mahkeme heyetlerine ne gerek var?
Ben kendi payıma, davalarda kimin tutuklu kimin tutuksuz yargılanacağı ile hiç ilgili değilim, ayrıca bu konuda söz söyleme yetkisini de kendimde görmem. Kaldı ki, "tutukluluğun istisna, tutuksuz yargılanmanın kural olduğunu" ancak şimdi, darbe davaları ile birlikte hatırlayanların samimiyetinden de şüphe duyarım.
Uzayan tutukluluk sürelerini bu davalardan bağımsız olarak, ayrı bir platformda, yargıda yapılacak reformların bir parçası olarak elbette konuşabiliriz, hatta konuşmalıyız. Bu bağlamda, adli kolluk kurulmasını da, mahkemelerle kurumlar arası iletişimin hızlandırılmasını da, istinaf mahkemelerini de, Yargıtay'ın görev tanımının yeniden çizilmesini de gündeme getirmeliyiz. Ayrıca, özel yetkili mahkemelerin meşruiyetini de, bu mahkemelerin getirdiği yargılama usüllerini de mercek altına almalıyız. Terörle mücadele için ayrı bir yasaya ihtiyaç olup olmadığını tartışmalıyız.
Bütün bunları yapmalıyız.
Yapmamamız gereken şey, her bir davadaki her bir tutuklama ya da tahliye kararı karşısında taraf tutmak, kendimizi mahkeme yerine koymak, her seferinde iki safa ayrılıp birbirimize hücum etmektir.
bugün
Bu yazı 1,304 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
28 Eylül 2012
Susmak için artık çok geç
-
24 Eylül 2012
Darbecilik mahkûm oldu
-
21 Eylül 2012
7 adımda çözüm planı
-
14 Eylül 2012
Libya
-
25 Ağustos 2012
Kürtler'i PKK'dan korumak
-
8 Ağustos 2012
Tehditle canlı kalkan olunur mu?
-
30 Temmuz 2012
Suriye Kürdistanı
-
2 Temmuz 2012
Zana kimi, neyi temsil ediyor?
-
18 Haziran 2012
Kılıçdaroğlu Bahçeli'nin arkasına saklanıyor
-
15 Haziran 2012
Olmayacak duaya amin
-
11 Haziran 2012
Oslo süreci yeniden mi?
-
8 Haziran 2012
Erdoğan-Kılıçdaroğlu görüşmesi
-
4 Haziran 2012
Ses kayıtları
-
30 Mayıs 2012
Parti kongreleri neden yapılır?
-
21 Mayıs 2012
Sivil bayramlar dönemi
-
11 Mayıs 2012
Yine mi?
-
9 Mayıs 2012
Solun resmi tarihi
-
25 Nisan 2012
Keşke CHP bölünse
-
11 Nisan 2012
Kafası karışık bir Demirtaş
-
9 Nisan 2012
Nizam-ı alem
Yorumlar
+ Yorum Ekle