Mümtaz'er Türköne
0 0 0000
CHP'nin devrimciliği
Parti-içi mücadele kızışınca CHP'yi daha yakından tanıma fırsatı buluyoruz.
CHP köklü bir parti. Kılıçdaroğlu'nun iftiharla tekrarladığı üzere "devleti kuran parti". Bünyesinde yetenekli politikacılar var. Şöyle bir hayal edin: Önder Sav'ın örgütçülüğü, Kılıçdaroğlu'nun saf ve duru kişiliği, Deniz Baykal'ın polemik üretme yeteneği tek bir kişide toplansa ve o kişi de genel başkan olsa, CHP bugün nerede olurdu? Politika zor bir meslek. Politikacı kolay yetişmiyor. CHP'de çaplı politikacılar mevcut. CHP'yi hep olduğu yerde saydıran yanlışı nerede arayacağız? Farklı yeteneklerin tek bir kişide toparlanması zor. Ama hiç olmazsa farklı yetenekleri uyum içinde bir araya getirerek partiyi ayağa kaldıracak seferberlik neden mümkün olamıyor? Önder Sav, Deniz Baykal ve Kılıçdaroğlu neden aynı gövdeye destek veremiyor?
Liderlik, işte tam olarak bu anlama geliyor. Farklı kumaştan, farklı mizaçtan, farklı dünyalardan insanları uyum içinde aynı amaca yöneltmek. Bir orkestra şefi gibi partide harmoniyi yakalayabilmek. Çevrenize yetenekli, temsil kabiliyeti olan insanları alacaksınız ve ellerine yeteneklerine uygun araçları vererek güçlü bir ses çıkartacaksınız. İnsanlar duracak, bu musikiye kulak verecek. Baykal'ın hiçbir zaman başaramadığı, öncesinde Murat Karayalçın, Hikmet Çetin ve Altan Öymen gibi genel başkanların da hiç denemediği bir çaba bu. Çünkü liderlik sadece uyumlu bir ses çıkartmakla olmuyor. Sesin dinlenmesi ve insanların bu seste kendisini bulması için bir de beste gerekiyor.
CHP liderlerinin beste kısırlığının arkasında ise "bizim zaten bir bestemiz var" iddiası duruyor. Pazar günü Kılıçdaroğlu'nun yaptığı konuşma yeni bir beste denemesinin ipuçları bir kenara bu eski besteyi gramofon çağının cızırtılı haliyle seslendirmekten ibaretti. Herhangi bir yorum, bir orkestrasyon yeniliği bile yoktu. Sadece konuşma değil...
Tüzüğün amaç kısmına yerleştirilen "emperyalizme karşı mücadele etmek" görevi, CHP'nin patinaj yaptığı yeri göstermek için yeterli. "Emperyalizm", Sovyetler Birliği'nin dağılması ile birlikte çöpe atılan bir teori idi. Lenin'in "kapitalizmin en son aşaması" dediği emperyalizmin, bugünün küresel ekonomileri karşısında hiçbir anlamı kalmadı. Dünya artık tek bir pazar. Hegemonya teorileri daha revaçta. Sanayi kapitalizmi dönemine ait olan emperyalizm teorisi, henüz bu aşamaya gelememiş az gelişmiş ülkelerin sınıf mücadelesi açığını kapatmak için kullanıldı. Emperyalizm teorisine sığınmak, bir az gelişmiş ülke olarak kalmak demek. Şu soruyu CHP'lilere sormayı deneyelim: "Emperyalizme karşı nasıl mücadele edeceksiniz?" Emperyalist kim? Kime karşı ne yapacağız?
Kılıçdaroğlu'nun söylemi, CHP'ye yeni intisap etmiş bir müptedinin aşırılıklarını yansıtıyor. CHP'nin "devleti kuran parti" olduğunu söylemekle, tek parti döneminin CHP'sine bütünüyle sahip çıkmak farklı şeyler. Sahip çıktığınız şey bir parti değil, doğrudan devletin kendisi. 1946 seçimlerine gelene kadar Türkiye bir "Parti Devleti" halinde yönetiliyordu. CHP bu dönemde halkı değil, sadece devleti yöneten küçük bir seçkin azınlığı temsil ediyordu. Karşısında da mukayese edebileceğimiz bir parti yoktu.
Kılıçdaroğlu'nun tek parti dönemi CHP'lileri için "...asla asla kul hakkı yemediler. Onlar, asla ve asla yolsuzluğa bulaşmadılar, siyaseti zenginleşme aracı olarak kullanmadılar" sözlerinin hiçbir anlamı yok. Çünkü o dönemde imkânsız olan şey yolsuzluk değil, yolsuzlukların ortaya çıkartılması idi. "Havuz-Yavuz davası" dosyasını birinin Kılıçdaroğlu'nun önüne koyması lâzım. Asıl mesele şu. Kılıçdaroğlu yerlere göklere sığdıramadığı Tek Parti CHP'si ile, CHP'yi değil tek particiliği savunmuş oluyor. Ve otomatik olarak o dönemde devletin dışarıda bıraktığı tahsildar ve jandarma zulmü ile ezdiği kitleleri partisinin dışına atıyor.
CHP'nin devrimciliği, geçmişte kalan marjinal sol gruplara mesaj vermekten ibaret. İçinde tat verecek nispette bile solculuk yok. CHP'nin bugünün dünyasına hitap eden bir besteye, yani yumuşak bir ideolojiye ihtiyacı var. CHP'yi bir kenara bırakıp sırtındaki kamburu, yani Tek Particiliği savunurken henüz bu bestenin çok uzağında olduğumuz görülüyor. Devrimcilik lafla olmuyor.
zaman
Bu yazı 1,269 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
30 Eylül 2012
Bu sefer çözülecek mi?
-
16 Eylül 2012
Din eğitiminde devlet tekeli kalkıyor
-
14 Eylül 2012
Siyaset, artık dine alet edilmiyor!
-
13 Eylül 2012
CHP, PKK ile müzakere yapabilir mi?
-
9 Eylül 2012
Merkez Sağ'ın son noktası
-
7 Eylül 2012
Başbakan sertleşmekte haklı mı?
-
28 Ağustos 2012
Hükümet haklı çıktı
-
26 Ağustos 2012
Kawa ve Ergenekon
-
24 Ağustos 2012
Terör sorunu ayrışıyor
-
17 Ağustos 2012
Hem şiddet üreten, hem barış isteyen bir örgüt
-
16 Ağustos 2012
'Paralel devlet'in iflası
-
12 Ağustos 2012
Kürt, Türk, Alevî ve Sünni olmak
-
10 Ağustos 2012
Yangını kim söndürecek?
-
5 Ağustos 2012
Ordulaşan partiler ve partileşen ordular
-
22 Temmuz 2012
Davutoğlu haklı çıkarsa?
-
17 Temmuz 2012
'Hücre yenilenmesi'
-
29 Haziran 2012
ÖYM'leri kaldırması için hükümete yetki verdiniz mi?
-
24 Haziran 2012
Türkiye savaşa girer mi?
-
21 Haziran 2012
Teröre teslim olmak
-
19 Haziran 2012
Çözüme yakın mıyız?
Yorumlar
+ Yorum Ekle