Deniz Ülke Arıboğan
0 0 0000
Dış politikada ilkeler
Dış politika analizi yapmanın her zamankinden daha zor olduğu bir dönemdeyiz. Hem sistemin genel yapısında ortaya çıkan değişimler, hem bölgesel hareketlilikler hem de aktörlerin davranışlarındaki bilinemezlikler dolayısıyla her an taktik tuzaklara düşmek mümkün. İşler tam yolunda gidiyor derken aniden yaşanan kırılmalar, beklenmedik yön değiştirmeler ve tutarsız davranışlar, dünyaya belli bir sistem içerisinde bakmaya çalışanlar açısından tam bir kabus. Bugün A dediğinize, yarın B demek zorunda kalabiliyorsunuz. İnandıklarınız tarafından yarı yolda bırakılabiliyor, bazen de aklınıza gelmedik yerden analizinize destek bulabiliyorsunuz.
Dış politika analizcileri açısından değişen koşullar, yeni analizlerin yapılması anlamını taşıyor. Önceden yapılan yorumu ortaya çıkan koşullar bakımından yenileyebilir, yapılan analizi düzeltebilir, makalelerimizi yeniden yazabiliriz. Analizlerimizin doğru çıkıp çıkmaması kağıt üzerinde sonuç verdiğinden, her türlü yanılma payını hesaba katarak iddialı sözler söyleyebilir, inat edebilir, belki de aniden fikir değiştirebiliriz.
Lakin karar alıcılar açısından böyle bir lüks yok. Üretilen politika öyle bir kalemde geri alınamıyor. Kendisini belirli bir stratejik çerçeve içerisinde konumlandıran bir ülke, hızla başka bir konuma doğru kayamıyor. O bakımdan siyasetçi ile analizci farklı pozisyonlarda duruyorlar. Analizci anlık, kısa vadeli gelişmelere hızla tepki verirken, siyasetçi ya da karar alıcı uzun vadeli düşünmek, bazı riskleri göze alarak beklemek durumunda. Zira dış politika yapımı taktik değişiklikler üzerinden belirlenen bir süreç değil. Mutlaka bir stratejisi ve ona uygun taktik açılımları olması gerekiyor.
Ortadoğu'da ortaya çıkan gelişmeler, analizciler açısından yeni değerlendirmeler fırsatı sunsa da dış politika yapıcıları açısından ciddi bir başarısızlık ve istikrarsızlık tehdidi oluşturuyor. Zira değişiklikler öylesine radikal ki, 1-2 yıl önce kurgulanan bir stratejinin bugün geçerli olması neredeyse imkansız. Kadim sorunları ortadan kaldırmaya, yumuşak güç yoluyla yeni alanlara yayılmaya, ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirmeye dair projeler bir anda altüst olmuş durumda. Anlaşma yaptığımız liderler, uzlaştığımız rejimler bir bir devriliyor. 2 yıl önce alkışlanan stratejiler bugün toprağa gömülüyor. Öyleyse ne yapmalı? Nasıl olup da bu dalgaların arasında gemiyi limana ulaştırmalı? Bazı prensipleri özetleyelim.
1. Rejimlerden değil, halklardan yana olmak. Zira gün, halklara rağmen rejimlerin ayakta kalabilecekleri bir gün değil. Bununla birlikte halklarla rejimler arasındaki silahlı çatışmalarda somut olarak çatışmanın taraflarından birisi olarak pozisyonlanmak da yanlış. Muhalif güçlere silah yardımı yapmak, rejimlere doğrudan düşman haline gelmek, hükümetleri devirmeye çalışmak ters tepebilir. Unutmamak gerekir ki o rejimleri destekleyen halk grupları da var. En doğrusu insani yardım, barışçıl müdahale gibi kavramların içerisinde kalmak ve güvenli bölgeler oluşturmanın dışında, herhangi bir askeri müdahaleye mümkün olduğunca uzak durmak.
2. Kısa vadeli taktik zaferlerden çok, uzun vadeli stratejik kazanımlardan yana durmak, yani geçici siyasetleri değil, ilkeleri savunmak. Bu, demokrasiden, insan haklarından ve evrensel prensiplerden yana olmak anlamını taşıyor. Bir ülkedeki rejimi, sırf kendi halkına kötü davrandığı için eleştirirken, diğerinde aynı tip bir rejime göz yummak çifte standart anlamını taşıyacağından sorunlu bir tavır. Suriye neyse, Sudan da o.
3. Etnik, mezhepsel ya da dinsel tavır almak yerine rasyonel olanı seçmek. Bu bir ülkenin politikasını oluştururken kimliğinden ya da kimliklerinden bağımsız hareket etmesi anlamını taşıyor. Politikanın, ne olunduğu üzerinden değil, ne yapıldığı ve ne istediğine dair olarak üretilmesi gerekir. Sırf Müslümanlık, sırf Sünnilik, sırf Türklük bağlamında politika geliştirmek yanlış sonuçlara vardırabilir.
4. Tek yönlü değil, çok taraflılık esasına göre tutum almak. Özellikle Suriye meselesinde sadece 'biz ve Arap ülkeleri' bağlamındaki tüm çözümlerin yanlış olduğu düşüncesindeyim. Türkiye'nin bazı Araplarla yürüttüğü her süreç mezhep bazlı bir görüntü verecektir. Politikaların Arap Birliği değil, BM ve NATO bağlamında geliştirilmesi çok önemlidir. Mesele Sünni rejimlerin değil, tüm insanlığın sorunudur ve herkesin sorumluluk üstlenmesi siyaseten de bazı risklerden koruyucudur.
akşam
Bu yazı 1,451 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
21 Eylül 2012
Düşünce ve ifade özgürlüğünden nefret söylemine
-
17 Eylül 2012
Ciddi bir temizlik harekatı yapılıyor
-
31 Ağustos 2012
Terörle mücadele meselesi!
-
29 Ağustos 2012
Neymiş bu sıfır sorun?
-
27 Ağustos 2012
Suriyeli mülteciler ve tampon bölge
-
17 Ağustos 2012
Hüseyin Aygün'ün kaçırılması konusu
-
13 Ağustos 2012
Türkiye'de iç siyasetin dönüşümü
-
3 Ağustos 2012
Dünya nereye gidiyor?
-
4 Temmuz 2012
Kürt sorunu mu?
-
8 Haziran 2012
Kılıçdaroğlu-Erdoğan görüşmesi
-
6 Haziran 2012
Suriye'de son tango!
-
2 Mayıs 2012
Yeni Ortadoğu'nun İsrail'i
-
20 Nisan 2012
Dış politikada ilkeler
-
28 Mart 2012
Nükleer Güvenlik Zirvesi ve Suriye
-
23 Mart 2012
Ekonomik kriz milliyetçiliği besleyecek mi?
-
21 Mart 2012
Afganistan ne için?
-
7 Mart 2012
Putin'in üçüncü dönemi
-
22 Şubat 2012
Xi Jinping Türkiye'de!
-
10 Şubat 2012
Devlet devletin kurdu mu?
-
8 Şubat 2012
Suriye sadece iç meselemiz mi?
Yorumlar
+ Yorum Ekle