Deniz Ülke Arıboğan
0 0 0000
Suriyeli mülteciler ve tampon bölge
İster yalnızca iki kişi arasında gerçekleşen bir düello olsun, isterse küresel çapta bir dünya savaşı, her çatışma konuyla direkt ilgisi olmayan kurbanlar da yaratır. Savaş, insanları sadece öldürmekle kalmaz. İnsanların ölmeden de yaşamlarını kaybetmeleri mümkündür. Yüzlerce yıllık toprağından, anılarından, dağından, bulutundan, şarkılarından, komşularından mahrum kalmak, özünde 'yaşamını kaybetmektir'; başka ne denilebilir.
Bu anlamda ölmek gerçek anlamda bir kurtuluş sayılmaz. Sadece bir başka yaşam formuna geçişten söz edilebilir ki, bu da büyük bir yoksunluk, çileli bir eksilmedir. Eski yaşam daha zor bile olsa hep aynı arayış, hep aynı sıla hasreti olacaktır. Zira eksikliği hissedilen sıradan bir şey değil, bizatihi yaşamın kendisidir. Eski evin kümesinin yumurtası, eski bahçenin güllerinin kokusu, eski mahallenin sohbetlerinin neşesi, eski yaşamın eğlencesi, nefesi, gelecek beklentisi hep hatırlanacaktır.
Büyük çaplı savaşlar binlerce, milyonlarca insanın hayatını kaybettiği, endüstrilerin çöktüğü şehirlerin yıkıldığı, milyonların yerini yurdunu bırakıp güvenli buldukları yerlere iltica etmek zorunda kaldığı dönemlerdir. Mültecilik savaşın en karanlık yüzlerinden birisidir.
Göç edenler kadar gelenleri kabul edenler de büyük açmazlarla karşı karşıyadırlar. Zira yeni gelenler, o şehrin yerlilerinin yaşam formlarına karşı bozucu bir etki yaratırlar. Yeni adetler, töreler, özlemler, beklentiler, diller, hayatlar eski köyde ister istemez huzursuzluk sebebidir. Savaştan kaçan ve güvenlik arayışında olan bu insanlar, savaşın direkt muhatabı olmayan bu yeni çevrede güvensizliğin kaynağı olarak algılanacaklardır. Bu nedenle mülteciler dünyanın hiçbir yerinde büyük bir memnuniyetle karşılanmazlar. Kamplarda, barakalarda izole edilmeleri, yörenin yerlileriyle ilişkiye girmemeleri ve mümkünse savaş sonunda hemen eski evlerine geri dönmeleri beklenir.
Mültecilik yüzyılların meselesidir ve sadece insani değil, siyasi, sosyal ve ekonomik boyutları itibarıyla da çok kapsamlı bir sorundur. Örneğin 20. yüzyılın ulus-devlet şekillenmesinde iki ayrı küresel çaplı savaşın büyük rolü vardır. Türkiye nüfusunun son 100 yılda aldığı şekil büyük mülteci akımlarının bir sonucudur. Balkan savaşlarında yüz binlerce insan Türkiye'ye sığınırken, Anadolu topraklarından da yüz binlerce gayrimüslim başka topraklara göç etmek durumunda kalmıştır.
Türkiye son dönemlerde de çevresinde gerçekleşen çatışmalardan ötürü büyük bir mülteci akınıyla yüzleşiyor. Yalnızca Suriye'den gelen sığınmacıların sayısı 80.000'e dayanmış durumda. Çoluk çocuk katliamdan kaçmak için yerini yurdunu bırakıp sığınma kamplarına gelen bu insanların yaşadıkları tam bir dram. Aralarında generaller, doktorlar, tacirler, öğretmenler var. Yani bıraktıkları yaşamlarında savaş öncesi çok da hoşnutsuz olmaları beklenmeyen insanlardan söz ediyoruz. Şimdi tek umutları bir an önce suların durulması ve eski yaşamlarına geri dönebilme fırsatını bulabilmek. Eğer Suriye'de düzen yeniden kurulamazsa yanlarına yenileri geleceği gibi, onlar da eski yaşamlarını kaybetmiş olacaklar.
Türkiye ise bu on binlerce insana sığınak sağlamanın maddi, manevi ve siyasi sorumluluğunu üstlenmiş bulunuyor. Her siyasi sığınmacılık hikayesinde olduğu gibi burada da insani dramlarla karışık bazı kötü niyet, siyasi manipülasyon ve istihbarat faaliyeti gibi unsurlar var. Hem mültecileri yeterli koşulları karşılamadıkları gerekçesiyle Türkiye'ye karşı kışkırtmak hem de yerli halkı mültecilere karşı olumsuz duygulara yöneltmek için türlü faaliyetler yürütülüyor, yürütülecek. Türkiye çatışmayı içine aldığı hissine kapılana ve kamuoyu baskısıyla sığınmacılara kapılarını kapatana kadar şartlar zorlanacak.
Bununla mücadele etmek kolay değil. Zira geleni 'sen iyisin, sen kötüsün' diye bir teste tabi tutmak oldukça zor. Mültecilerin sayısı arttıkça içeride barındırmamız, bunun maddi ve manevi yükünü tek başımıza üstlenmemiz imkansız hale gelecek. Bu nedenle yakın bir gelecekte BM veya NATO destekli uçuşa yasak bölge veya insani yardım için Suriye sınırları dahilinde tampon bölge uygulaması mümkün görünüyor. Bu da nereden bakarsanız bakın askeri önlemleri de kapsıyor. Şu anda uluslararası bir askeri müdahale ihtimalini ortadan kaldırmanın tek çaresi Esad'ın gitmesi. Artık 'olaylar şunun yüzünden oldu', 'şöyle yapsaydık böyle olmazdı' hesabından çıkıp, 'şimdi ne yapmak lazım' aşamasına geçmek gerekiyor. Sorunu çözelim sonra hesaplaşırız.
akşam
Bu yazı 1,351 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
21 Eylül 2012
Düşünce ve ifade özgürlüğünden nefret söylemine
-
17 Eylül 2012
Ciddi bir temizlik harekatı yapılıyor
-
31 Ağustos 2012
Terörle mücadele meselesi!
-
29 Ağustos 2012
Neymiş bu sıfır sorun?
-
27 Ağustos 2012
Suriyeli mülteciler ve tampon bölge
-
17 Ağustos 2012
Hüseyin Aygün'ün kaçırılması konusu
-
13 Ağustos 2012
Türkiye'de iç siyasetin dönüşümü
-
3 Ağustos 2012
Dünya nereye gidiyor?
-
4 Temmuz 2012
Kürt sorunu mu?
-
8 Haziran 2012
Kılıçdaroğlu-Erdoğan görüşmesi
-
6 Haziran 2012
Suriye'de son tango!
-
2 Mayıs 2012
Yeni Ortadoğu'nun İsrail'i
-
20 Nisan 2012
Dış politikada ilkeler
-
28 Mart 2012
Nükleer Güvenlik Zirvesi ve Suriye
-
23 Mart 2012
Ekonomik kriz milliyetçiliği besleyecek mi?
-
21 Mart 2012
Afganistan ne için?
-
7 Mart 2012
Putin'in üçüncü dönemi
-
22 Şubat 2012
Xi Jinping Türkiye'de!
-
10 Şubat 2012
Devlet devletin kurdu mu?
-
8 Şubat 2012
Suriye sadece iç meselemiz mi?
Yorumlar
+ Yorum Ekle