Deniz Ülke Arıboğan
0 0 0000
Düşünce ve ifade özgürlüğünden nefret söylemine
Hz.Muhammed'e hakaret ettiği iddia edilen ve internet ortamında yayınlanan, seyredenler tarafından son derece kalitesiz bulunan film dünyadaki Müslümanların hassasiyetlerine dokundu. Daha önce Kur'an-ı Kerim'i yakmak gibi fantastik fikirleri olan, bunu da ifade özgürlüğü çerçevesinde savunmaya kalkan bir papaz tarafından savunulan bu yapımın amacı da bir yığın spekülasyona sebep oldu. Bu noktadan hareketle bir konu hakkında görüş ifade etmekten nefret söylemine uzanan geniş spektrum üzerinde düşünmekte fayda var:
1 Herkes nefret söylemi diye bir durumun var olduğunu kabul ediyor ama bunun ne olduğu konusunda fikir birliğine varılamıyor. Batı'da anti-semitizm ciddi bir konu. Kapsamı o kadar geniş tutuluyor ki İsrail'in dış politikasının eleştirilmesini bile Yahudi düşmanlığı olarak etiketleyip ortalığı vaveylaya verecek bir yığın etkili kişi var. Bu bir yandan anti-semitizmin ciddi ciddi var olmadığı anlamına gelmiyor ama İslam karşıtı söylemlere karşı alınan tutumdaki çifte standardı gözden kaçırmak mümkün değil. Batılı Entelijansiyanın bir kesiminin değer sistemi İslami dünya görüşüyle çok uzak olduğundan konuya objektif bir yaklaşım gösterilemiyor. Müslümanlara yönelik nefret söylemine karşı empati kurmayı başaramayanlar kaçınılmaz olarak ilkeli bir tutum sergilemiyor. Ancak benzer bir çifte standardın Müslüman ülkeler tarafından da uygulandığını söylemeden geçmemek lazım. Kendi inançları hakkında çok hassas olan insanlar, belki de farkında olmadan düşman belledikleri dinler veya uluslar hakkında aşağılayıcı ve şeytanlaştırıcı bir dil kullanıyorlar. Bu noktada örnek vermede bile dikkat etmek zorunda hissetmem Müslüman toplumların çuvaldızı kendisine batırması gerektiğini ortaya koyuyor.
2 Biraz da işin komplo teorisi kısmına değinelim. Belki Batı karşısında yüzyılların getirdiği eziklikten, belki özellikle Filistin konusunda samimiyetle ağır bir haksızlığa uğranıldığının düşünülmesinden, belki de yoksulluk ve mahrumiyetin getirdiği mağduriyet duygusundan dolayı Müslümanlar nefret söylemine en şiddetle tepki veren kesimi oluşturuyor. Burada çoğunluğun ağır başlı ve serinkanlı yaklaşımını da haksızlık etmemek adına vurgulayalım ama bir yandan da ajitasyona son derece açık bir kesim var. Günümüzün teknolojik imkanlarıyla birilerini rahatsız edecek bir yapımı oluşturmak ve etrafa yaymak son derece kolay. Bu durumda Müslümanlar kendi kimliklerini müdafaa ettiği zannıyla bu tür eylemlere aşırı tepki verdiklerinde hem yapımcıların çıkarlarına hizmet ediyor hem de yeni sürümlerin önünü açıyor.
3 Teknoloji demişken sosyal medyanın bu konudaki olumsuz katkısına da vurgu
yapmadan olmaz. Eskiden kendi köşelerine çekilmiş, sadece kendi çevrelerindeki insanlara ulaşabilen hasta insanlar sosyal medyanın gücüyle nefretlerini geniş kitlelerin üzerine boca edebiliyor. Bir amplifikatör görevi gören sosyal medya aslında toplumda azınlığı oluşturan ama rahatsızlıklarının dışa vurumu olarak sesi çok çıkan bu grubun tüm günlük tartışmaları istila etmesine yardım ediyor. Böylelikle tüm tartışmalar karşılıklı şeytanlaştırma ve hakarete indirgenerek bir nefret orjisi haline geliyor. Sağduyulu, ilkeli tartışma ortamı ortadan kayboluyor. Siyasal ve toplumsal kültürümüzün önemli unsurlarından olan atar-gider yaklaşımı da bu hararetin üstüne benzin döküyor. Daha çok bağıran, küfreden, köşeli olan daha haklı olduğunu zannediyor ya da öyle olmadığını biliyor ama psikolojik bir deşarj yaşıyor. Bundan dolayıdır ki geniş kitlelerin katılımıyla herhangi bir konuda makul bir tartışma sürdürmek giderek daha zor hale geliyor.
4 Sosyal ve geleneksel medyadaki bu tartışma ortamının tamamen başıboş bırakılması mümkün değil. Nefret söylemlerinin somut sonuçları oluyor, bir sonraki aşamada fiziksel şiddetin ve çatışmanın önünü açmaya yarıyor. Sadece hukuki yaptırımlar uygulanmasından da bahsetmiyorum. Eğitim sisteminin makul bir tartışmanın nasıl yürütüleceğiyle ilgili de katkı yapması beklenir.
5Bu noktada ifade özgürlüğünün kısıtlanmaması, yönetenlerin eline demokratik tartışmaları bastıracak bahanelerin verilmemesi için sınırların çok iyi belirlenmesi gerekiyor. TCK 301'inci maddenin sözde nefret suçu kapsamında, resmi görüşe muhalif insanlar üzerinde nasıl kullanıldığını hatırlamak yeterli. Dürüst bir değerlendirmeyle nefret suçuyla ifade özgürlüğü arasındaki farkı gözden kaçırmak pek mümkün değil.
akşam
Bu yazı 1,472 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
21 Eylül 2012
Düşünce ve ifade özgürlüğünden nefret söylemine
-
17 Eylül 2012
Ciddi bir temizlik harekatı yapılıyor
-
31 Ağustos 2012
Terörle mücadele meselesi!
-
29 Ağustos 2012
Neymiş bu sıfır sorun?
-
27 Ağustos 2012
Suriyeli mülteciler ve tampon bölge
-
17 Ağustos 2012
Hüseyin Aygün'ün kaçırılması konusu
-
13 Ağustos 2012
Türkiye'de iç siyasetin dönüşümü
-
3 Ağustos 2012
Dünya nereye gidiyor?
-
4 Temmuz 2012
Kürt sorunu mu?
-
8 Haziran 2012
Kılıçdaroğlu-Erdoğan görüşmesi
-
6 Haziran 2012
Suriye'de son tango!
-
2 Mayıs 2012
Yeni Ortadoğu'nun İsrail'i
-
20 Nisan 2012
Dış politikada ilkeler
-
28 Mart 2012
Nükleer Güvenlik Zirvesi ve Suriye
-
23 Mart 2012
Ekonomik kriz milliyetçiliği besleyecek mi?
-
21 Mart 2012
Afganistan ne için?
-
7 Mart 2012
Putin'in üçüncü dönemi
-
22 Şubat 2012
Xi Jinping Türkiye'de!
-
10 Şubat 2012
Devlet devletin kurdu mu?
-
8 Şubat 2012
Suriye sadece iç meselemiz mi?
Yorumlar
+ Yorum Ekle