En Sıcak Konular

Bilal Kemikli



Bilal Kemikli
0 0 0000

Nasıl bir gelecek inşa etmeliyiz?



Evet, son günlerde hep bu soru etrafında düşünüyorum: Nasıl bir gelecek inşa etmeliyiz? Tabi bu soruyu sorarken, bireysel başarı ölçeğinden ziyade toplumsal başarıyı da düşünüyorum. Daha doğrusu bireysel olarak inşa etmeyi düşlediğimiz geleceğin toplumsal olanı da etkileyeceğini göz ardı etmiyorum.

Elbette toplum mühendisliği yahut kişisel gelişim açısından bireysel koçluk yapıyor değilim. Ama şu var ki, gelecek tasavvuru olmadan anı anlamlandırmak ve dünü anlamak pek kolay değil. Bu soruda zaman bir bütün olarak karşımıza çıkıyor: Gelecekle ilgili tasarımlarıma, düne ait tecrübelerim ve günlük hazırlıklarım katkı sağlayacaktır. Bunun ayrımına vararak, gelecek inşasında tecrübenin yerine ve içinde yaşanılan zamanı değerlendirmeye ilişkin pek çok şey söylenebilir. Fakat biz sadede gelelim ve neden “nasıl bir gelecek inşa etmeliyiz?” sorusuyla meşgul olduğumuzu izah edelim.

Efendim, soru son YÖK Kanunu Taslağı’nı okurken aklıma takılı verdi. Eğitim ve öğretim konusunda, hele hele yükseköğretimde zamanın ruhuna uygun yeni bir kısım arayışlar içinde olmak elzemdir. Hayat yenileniyor… Değişiyor ve dönüşüyoruz. Bu değişim ve dönüşüme uymayan müfredat, bizi düne hapseder. Yarına çıkmak ve orada etkin olmak için yenilenmeye ihtiyaç var. Bu itibarla YÖK’ün, öteden beri tartışılan bir konuyu gündemine alması ve bu gündeme ilişkin çabalarını kamuoyuyla paylaşması önemlidir.

Belli ki YÖK, kendine güveniyor ve yükseköğretimde tartışılan hususları milletin gözü önünde çözme çabasına giriyor. Bunu önemli bulduğum için burada zikretmek durumundayım. Zira istese kendi uzmanları ve kurumları içinde bu konunun tartışılmasını sağlar; tıpkı daha evvel bunu yapanlar gibi, kapalı devre meseleleri hallederdi. Fakat böyle bir hal çaresi sadra şifa olur muydu? Bu ayrı bir konu; ama “ben şöyle düşündüm ve bir taslak hazırladım, ama eksiği kusuru olabilir, sen de katkı da bulun” demek önemsenmesi gereken bir davranıştır.

Neden? Bu “nedeni” farklı açılardan izah etmek mümkündür. En azından şunu ifade etmek lazım: Eğitim, hepimizi alakadar ediyor; o halde bireysel ve toplumsal olarak bütün bir milleti etkileyecek meseleler hususunda millete gitmenin yollarını aramak iktiza eder. Eder, eder de, şimdiye kadar pek de aşina olamadığımız bir davranıştır bu. Birileri millet adına düşünür, yazar, çizer ve önünüze kanun diye kor. Siz de ona uymak zorunda kalırsınız. Maalesef bu hep böyle olmadı mı? Evet, oldu… Öyle olduğu için de mesela eğitim meselesinde bir istikrara sahip olamadık.

İstikrar derken, işte bu soru karşımıza çıkıyor: Nasıl bir gelecek? Nasıl bir insan? Nasıl bir toplum? Gayet tabi, tek düze, tek tip, resmi odakların öngördüğü tipte bir insan arayışında olamayız. Maalesef bir kısım çevreler, hemen herkesin kendileri gibi düşünmesini, meselelere kendileri gibi bakmasını arzu eder. Bunu bir proje olarak hayata geçirme arzusunda olanlar olduğu gibi, gayet naif duygularla bu düşünceyi benimseyenler de olabilir. Fakat şunu biliyoruz ki, her insan, eski tabirle nev-i şahsına münhasırdır, “özeldir” ve “önemlidir”. Eğitim politikaları, bu “özel” ve “önemli” insanı, tekdüzeliğe indirgemeden terkip edebilen, zamanın ruhuna uygun bir bakış açısıyla onu yoğurup yenileyen politikalar olmalıdır.

Meseleye bu açıdan bakınca, YÖK Kanun Taslağına hâkim olan bakış açısının şu olduğunu görüyorsunuz: Taslak, devasa bir iş gücüne ve bütçeye sahip olduğu düşünülen yüksek eğitimi salt yönetim ve işletmecilik açısından ele alıyor denebilir. Denebilir, diyorum; zira belki benim idrakinde olamadığım noktalar vardır. Elbette, meseleye yönetim ve işletmecilik açısından bakmak iktiza eder. Bunca kurum, bunca personel, bunca öğrenci… Büyük bir işletme. Kanun, bu işletmenin kurumsal kimlik kazanmasına katkı sağlayacaktır. Lakin YÖK Kanun Taslağı yönetim ve işletmecilikten öte, yükseköğretimin mantığına uygun bir eğitim politikasına da atıfta bulunmalıydı. Bu yüzden de, vizyonu ve misyonunu yeniden tespit etmeliydi.

İlgililerin şunu diyeceklerini biliyorum: Üniversiteler, fakülteler ve bölümler, öğrenci çıktılarını belirler, öngörülen mezun öğrenciye kazandıracağı bilgi ve becerileri tespit eder. Keza şunu da diyecekler: Sadece kurumsal değil, sosyal ve beşer bilimler, fen bilimleri ve sağlık bilimleri gibi bilimsel alanların ortak çıktıları üzerinde de çalışmalar yapılmıştır. Bütün bunlar doğru… Ama yine de bir yerlerde bir eksiklik var. Bunu şunun için söylüyorum: Fakülte, enstitü, anabilim ve bilim dallarının veya bilimsel alanların çıktıları, yetkin bir doktor, alanına vakıf sosyal bilimci ve başarılı bir mühendis veya öğretmeni topluma kazandırmayı amaçlar; lakin başarıdan öte başka bir şeyler aramak durumundayız. Başarı olacak, tamam ondan öte bir şey/ler daha lazım…

Ne/ler lazım? Onu burada hemencecik bir iki cümleye sıkıştırmak güç; ama lazım olanın bir “ruh” olduğunu, insana insanlığını kazandıran değerler manzumesi olduğunu söylemeliyim… Estetik zevk, ahlaki ve insanı meziyetler. Usul, erkân… Edep. Daha pek çok kavramı burada sayabiliriz; ama bu kadarıyla yetinelim. Fakat hepimiz şunun farkındayız; mezun olup topluma hizmet etmek için göreve gelen, başarılı, ama içinde yaşadığı toplumu tanımayan, tarihi ve kültürel mirasın farkına varamayan, dedikodu ve kinden beslenen, makama ve mevkie bağlı itibarı ve gücü hizmet etmek yerine ceberut bir edayla hovardaca kullanan nice zevat var. Gayet tabi, bu zevat bu zamana mahsus değil, tarihin hemen her döneminde bu türden insanlar yaşamıştır; şimdi de yaşamaktadır. Belki, sosyal ve ekonomik şartlar, göç, hızlı kentleşme, küresel tesirler sözü edilen sorunları daha da güncel hale getirmiştir.

“Bu meselelerin kanunla ne alakası var”, demeye hakkınız var… Size bir şey diyemem. Fakat bendeniz Kanun Taslağını okurken, “ nasıl bir gelecek inşa etmek istiyoruz?” sorusunu sordum. Sordum, zira eğitimin yönetim ve işletmeden öte, daha derin ve daha kuşatıcı bir anlama sahip olduğu aşikârdır.   

Bu yazı 1,616 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 11 Nisan 2016 Öğrencime Mektup
    • 5 Şubat 2016 Sahici Büyük Kimdir?
    • 24 Ocak 2016 Aşkın Yolcuğu'na Dair
    • 1 Ocak 2016 Kar taneleri: Semada raks eden dervişler
    • 21 Aralık 2015 Eksik Gören Eksiktir
    • 10 Ağustos 2015 Çeşm-i Cihân'a Ağıt
    • 9 Temmuz 2015 Tevazu: İnsan toprağını işlemek
    • 28 Haziran 2015 Ses vermek?
    • 24 Haziran 2015 Bu kitap neden yazıldı?
    • 4 Haziran 2015 Muhalefeti mi seçeceğiz?
    • 10 Mayıs 2015 Ruhuma Sükünet Veren Şehir
    • 20 Nisan 2015 Sevgili kızım, beklemeyi bilmeliyiz
    • 5 Nisan 2015 Bedhah tuzaklara karşı
    • 9 Mart 2015 Bu iyi bir zamandır
    • 12 Şubat 2015 Oğluma birkaç not
    • 27 Ocak 2015 Öğüt Almak: Nasihatname geleneğimize dair
    • 19 Ocak 2015 Son hadiselere ve tartışmalara dair
    • 29 Ekim 2014 Dostun Bahçesinde Teferrüç Etmek
    • 14 Ekim 2014 Camide buluşalım…
    • 9 Eylül 2014 Bir Gönül Köprüsü

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,248 µs