En Sıcak Konular

Bilal Kemikli



Bilal Kemikli
0 0 0000

Kendi Küllerinden Yeniden Doğan Şehir‏



Efsaneyi biliyorsunuz; Anka, kendi küllerinden yeniden doğar, yenilenir… Bazı şehirler de tıpkı Anka gibi, kendi küllerinden yeniden doğuyor, zamanın ruhuna uygun olarak yenileniyor ve hayatın merkezi olmaya devam ediyor.

Şehir, tarih demektir… Tarih, sadece ecdadın bıraktığı siyasi, iktisadi, sosyal ve mimari miras değil, aynı zamanda birikmiş tecrübe, paylaşım, heyecan, umut, hayal kırıklığı ve pişmanlık gibi farklı duyguları içinde barındıran büyük bir hazine demektir. Şehir ve tarih ilişkisine bendeniz hep bu zaviyeden bakıyorum; orada, şehrin asli ruhunun yaşayan insanın duyguları olduğu ayrımına varıyorum. Dolayısıyla şu çıkarımı yapıyorum: İnsanın şehirde kendini bulması, kendi tarihini inşa eden yaşanmışlıkları hatırlatan mekânla buluşmasıdır.

Şehri tarihi kılan da biraz bu değil midir? Elbette tarihi şehir tabiri, ecdadın bıraktığı işaretlerle şehre bakmayı yeğliyor; ama biraz da kendi tecrübemizi bu bakışa eklediğimizde, her dem yenilenen bir tarihle karşı karşıya kalıyoruz.

Esasen şehir ve tarih ilişkisinde bir biriyle paralel giden iki tarihsellik var: İlkinde vesikalara intikal eden, kitabeler, mimari ve kültürel mirasla okunan eski şehrin tarihi; ikincisinde şehirde doğan veya yolu bir şekilde şehre düşen herhangi bir şehirliyle devam eden, yaşayan tarih. Şehir tarih ilişkisinin bu iki ırmaktan akarak bir nehre dönüştüğünün ayrımına vardığınızda, içinde doğduğunuz veya yaşadığınız şehre bir şeyler katacağınızın farkına varıyorsunuz. Siz de birer tarihi kahraman oluyor, yaşarken o akıp giden nehre katılıyorsunuz. Aşklarınız, hayal kırıklıklarınız, özlemleriniz, heyecanlarınız, zevkleriniz ve daha pek çok insani özelliğiniz şehirle buluşuyor, onunla adeta aynileşiyor ve şehri adeta kişiselleştiriyorsunuz.

Bendeniz şehir tarih ilişkisini, hep o iki ırmağın buluşma noktasından bakarak anlamaya çalışırken, şehrin doğum evinden yankılanan her yeni çığlığın, şehrin kendi küllerinden yeniden doğması anlamına geldiğini görürüm. Evet, orada annenin sevinç gözyaşları, yeni doğan bebeğin çığlığıyla buluşur ve yeni bir hayat başlar. O yeni hayat, şehrin tarihinde de yeni bir sahifedir. Fakat bu sahife,  cenaze törenleri ve ölüm ilanlarıyla tümüyle nihayete ermez, yırtılıp atılmaz. Doğum evinden başlayarak insan şehre dokunur ve o dokunuş orada kalır. O dokunuşun elbette büyük bir kısmı nisyana mahkûm olacaktır, ama az da olsa geride unutulmayan izler kalacaktır. İşte şehrin tarihi bu geride kalan izlerle inşa oluyor.

Bayram ziyareti sebebiyle, çocukluğumun, ilk gençliğimin şehrinde, memleketimde, Sivas’ta dolaşırken hep bu karmaşık duygularla şehrin tarihini temaşa ettim. Şehir yenileniyor… Onu görüyorum. Yenilenirken, zaman ırmağının bazı yaşanmışlıklara ait izleri de beraberinde götürdüğünü müşahede ediyorum. Hele hele yıllar sonra, tam on altı yıl sonra şehrin bayramına iştirak edince, o çocukluğun, ilk gençlik yılların bayramını arıyorum… Aradığımı kısmen buluyorum, ama bu sefer, o eski bayramlaşmalarda elini öptüğüm nice zevatın arkasından Fatihalar okuduğumu, birlikte bayramlaşmaya çıktığımız akranlarımın bir kısmının tıpkı benim gibi, hayat rüzgârıyla başka diyarlarda yurt edindiklerini, geride kalan çoğunun da aklaşan saçlarından artık bayrama çıkan değil, kendisine gelinen insanlar olduğunu görüyorum. İnsan değişiyor, nüfus yenileniyor, zamanın ruhuna uygun olarak çarşıya hayat veren meslekler değişiyor, algılar değişiyor, bakışlar değişiyor… Bu değişimlerle şehir de değişiyor, yenileniyor.

Velhasıl şunun ayrımına varıyorum: Şehir tarihi, dinamik bir tarih; yenilenen, her dem yeniden yazılan veya çizilen bir tarih… Bu tarih algısıyla şehrimde dolaşırken, yeni açılan mekânlarıyla, görkemli binaları ve caddeleri dolduran arabaları, ilan edilen kültürel ve sosyal faaliyetleri, billboardlarla meydanları süsleyen reklamları ve yapılan restorasyonlar yenilenen tarihi mirasıyla şehrin kendi küllerinden yeniden canlandığına tanık oluyorum. Bu yenilik başımı döndürüyor, aradığımı bulamıyorum. Ve uzak kaldığım kendi şehrimde yabancılaştığımı farkediyorum… Demek ki diyorum, şehrin yenilenmesi, yabancılaşmayı da artırıyor. Şehir kendi küllerinden yeniden dirilirken, içinde yaşayanlar bu yenilenmenin ayrımına pek varamıyorlar, ama onu uzaktan seyredenler de ona yabancılaşıyorlar.

Yine de on altı yıl sonra kendi şehrimde, aradığım o ilk gençlik yıllarının masum bayramlarını bulamasam da, kadim dostlukların yeniden canlanmasına vesile olan ziyaretlerle kendime geliyor, şehre yeniden aşina oluyorum… “Sıla-i rahim ömrü uzatır”, buyrulurken her halde kastedilen anlamlardan biri bu olsa gerek: Başlanan yere dönmek, yeniden şehre aşina olmak!



Bu yazı 1,997 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 11 Nisan 2016 Öğrencime Mektup
    • 5 Şubat 2016 Sahici Büyük Kimdir?
    • 24 Ocak 2016 Aşkın Yolcuğu'na Dair
    • 1 Ocak 2016 Kar taneleri: Semada raks eden dervişler
    • 21 Aralık 2015 Eksik Gören Eksiktir
    • 10 Ağustos 2015 Çeşm-i Cihân'a Ağıt
    • 9 Temmuz 2015 Tevazu: İnsan toprağını işlemek
    • 28 Haziran 2015 Ses vermek?
    • 24 Haziran 2015 Bu kitap neden yazıldı?
    • 4 Haziran 2015 Muhalefeti mi seçeceğiz?
    • 10 Mayıs 2015 Ruhuma Sükünet Veren Şehir
    • 20 Nisan 2015 Sevgili kızım, beklemeyi bilmeliyiz
    • 5 Nisan 2015 Bedhah tuzaklara karşı
    • 9 Mart 2015 Bu iyi bir zamandır
    • 12 Şubat 2015 Oğluma birkaç not
    • 27 Ocak 2015 Öğüt Almak: Nasihatname geleneğimize dair
    • 19 Ocak 2015 Son hadiselere ve tartışmalara dair
    • 29 Ekim 2014 Dostun Bahçesinde Teferrüç Etmek
    • 14 Ekim 2014 Camide buluşalım…
    • 9 Eylül 2014 Bir Gönül Köprüsü

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,157 µs