Taha Kıvanç
0 0 0000
Kitabın orta yerinden
Televizyonum açık, dehşetten açılmış gözlerle spikerin Danıştay'a saldırı düzenleyen kişinin babasıyla konuşmasını izliyorum. "Türban dâvâlarına girer miydi?" diye soruyor... O kişi avukat ve saldırdığı Danıştay 2. Dairesi de geçen yıl okul dışında başını bağlayan bir öğretmenin müdür yapılması aleyhine karar almıştı ya, sorusu bu bağlamda önem taşıyor... Ancak, hemen ardından, "Hangi liseyi bitirmişti?" sorusu gelince... Artık dayanamıyorum...
Başkalarını bilmem de, -bu son olay dâhil- olup bitenlerden benim şaşırmam söz konusu değil. Kulis okurları da böyle bir gelişmeye hazırlıklılar. Aylardan beri mart ayında başlayacak bir sürece dikkat çekip duruyorum çünkü. Sürecin amacını ilk günden yazdım: Cumhurbaşkanını bu Meclis'e seçtirmemek... Bunun en kestirme yöntemi de ülkeyi erken seçime sürüklemek olarak görülüyor... Meclis'te 360'ın üzerinde milletvekili bulunan bir iktidarı seçim tarihini erkene almaya zorlamak kolay değil; bu sebeple de "En kötüye hazırlanın" deyip duruyorum...
Konuyla ilgili son yazımı ve 'Doludizgin' başlığını unutmuş olamazsınız; üzerinden sadece üç gün geçti çünkü (15 Mayıs 2006). Bakın nasıl bitirmişim yazıyı: "Geçmişte eylemleri hepimizin midesini bulandırmış kanlı örgütlerin hortlatılması bile söz konusu olacaktır. 'Domuz ipiyle infaz' türü görüntülere bile hazırlayın kendinizi... / İcadım olan 'mart sendromu' deyimini yılın ilk ayından itibaren gündeme taşımamın amacını 'korkutma' değil de 'uyarı' olarak belirttim, değil mi? Ancak, 'uyarı' bir süre sonra öyle bir hal alır ki, 'korkutma' amacına hizmet etmeye başlar. O yolda doludizgin seyrediyoruz şu sıralarda. / Bindik bir alâmete... Hakkımızda hayırlı neyse o olsun... "
Müneccim miyim ben? Hayır, yalnızca 'Ülke istikrarlaştırma el kitabı' adlı bir kitabı kimbilir kaç kez okudum. Mart ayından başlayarak tanık olunan gelişmeler hep o kitaba uygun cereyan ediyor. Kitabın ilgili bölümünde, "İktidarı yalnızlaştırın" yazıyor, hemen Ak Parti'yi geçmişin kapatılmış partileriyle eşdeğer gösterecek gelişmeler karşımıza çıkıyor... Bir bölüm "Ekonominin kırılganlığını gösterin" konusuna ayrılmış; sıra oraya geldiğinde, döviz, borsa ve faiz üçgeninde sarsıntılar yaşanıyor... "Bundan sonra sıra siyasî cinayetlerde" demek için 'müneccim' olmak gerekmiyor...
Sonra, o kitabı okuyan tek kişi ben değilim... Herhalde dikkat etmişsinizdir: Henüz saldırganın motifiyle ilgili ayrıntılı bilgilerden mahrum iken, bazı muhalif politikacılar kameralar karşısına geçip açıklamalar yaptılar. Onları dinlediğim için iddia edebilecek durumdayım: Muhalefet de o kitabı okumuş...
Muhalefetin 'sine-i millet' senaryosunu geçen hafta yazmıştım, biliyorsunuz. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in anayasadaki görev tanımını biraz esnetmeyi amaçlayan alternatif 'erken seçim' senaryosunun en önemli unsuru CHP'nin milletvekillerini istifaya zorlaması demek olan 'sine-i millet'tir. Bu deyimi yıllar sonra ilk burada 'Şifreyi çözüyorum' başlıklı Kulis'te (11 Mayıs 2006) okudunuz.
Bir gazetenin yöneticisi konuyu Deniz Baykal'a sordurduğunda, CHP lideri, önce "Sine-i millete dönmemiz söz konusu değil" demiş; ısrar üzerine, "Dönmeyi düşünmüyoruz, ama açıkçası kendimi bugünden bağlayan bir cümle de sarf etmek istemem" demiş... 16 Mayıs günü bir gazetenin manşeti şuydu: "Gerekirse sine-i millete döneriz..."
Görüyorsunuz, şifreyi çözünce her şey kitabına uygun gelişiyor...
Şifre çözüyoruz da ne oluyor? Çözdüğüm her şifre yalnızca beni ve bir de muhtemelen bu sütunun okurlarını dehşete düşürüyor. Yazdıklarımı esas okumasını ve duyurduğum olumsuz gelişmeleri önleme yolunda tedbirler almasını beklediğim kişi ve kesimler ise... Hadi lâfımı yutayım...
Gelişmeler nereye varabilir? Bu sorunun cevabı için de kitaba bakmak gerekiyor. Bir ülkeyi istikrarsızlığa iterek siyasî sonuç almanın 1001 yolu var. Hele iktidarda 'özelliği olan' bir parti bulunuyorsa... O partinin içini karıştırıp birbirine düşürmek başvurulabilecek yöntemlerden biri... Seçilmiş hedeflere dönük nokta eylemler başlatmak bir diğeri... (Deniz Baykal'ın dün yaptığı "Siyasî cinayetler süreci başlamış bulunuyor" açıklaması bu anlamda olağanüstü önem taşıyor).
Süleyman Demirel'in dün ajanslara düşen şu cümlelerini de hiçbir sonuç çıkartmaya çalışmadan okuyun: "Ben hükümet olsam bu sonbaharda ülkeyi seçime götürürdüm. Mart 1960, Temmuz 1980 tarihlerinde erken seçim yapılsaydı, Türkiye'de ihtilal olmazdı." O sözcüğün günlük kullanıma girmesi de kitapta yeri olan bir gelişme işte...
Bu kitap bir tek bende mi var Allah aşkına? Eskiler, boşuna "Varak-ı mihr-i vefayı kim okur, kim dinler?" dememişler...
Bu yazı 833 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
17 Eylül 2012
Hem okudum, hem de yazdım
-
4 Eylül 2012
CIA başkanı neden geldi?
-
16 Temmuz 2012
Vicdanım buna da elvermiyor
-
2 Temmuz 2012
Suriye nasıl bir ülke, Suriyeliler nasıl insanlar...
-
21 Mayıs 2012
Bir geziden ilk notlar
-
15 Mayıs 2012
‘Yeni CHP’ nihayet sözcüsünü buldu
-
16 Nisan 2012
Hangi patron, hangi yönetici, hangi yazar içeri alınır?
-
23 Mart 2012
Ben demedim, o dedi
-
13 Mart 2012
Köşemi bugün Cumhurbaşkanı Gül’e bırakıyorum
-
9 Mart 2012
TR325 kodadlı becerikli uzman...
-
20 Şubat 2012
‘Operasyon’ diye ben buna derim
-
30 Ocak 2012
Davos’ta Türkiye dersi
-
27 Aralık 2011
Bu yılın Cumhurbaşkanlığı büyük ödülü...
-
12 Aralık 2011
Ak Parti üzerine hesaplar
-
9 Aralık 2011
Gül vetoya ne zaman karar verdi?
-
14 Kasım 2011
Kriz çıkaranlar gidiyor, ama yerlerine gelenler de yabancımız değil
-
24 Ekim 2011
Kaddafi’nin son demleri...
-
3 Ekim 2011
Dr. Sallaso’nun kunduzunun izinde
-
29 Ağustos 2011
Ben meraklı bir insanım, özür dilerim
-
26 Ağustos 2011
Bütün kepazeliklerin anasını açıklıyorum
Yorumlar
+ Yorum Ekle