K. Irak'ta İkinci İsrail'i yaratıyor' | " /> K. Irak'ta İkinci İsrail'i yaratıyor' | "/>

En Sıcak Konular

'ABD, K. Irak'ta İkinci İsrail'i yaratıyor'

4 Aralık 2008 12:39 tsi
'ABD, K. Irak'ta İkinci İsrail'i yaratıyor' Halit Kakınç: "Baykal'ın açılımı... Gülen’in yaptığı hizmettir... MHP’nin de alevi açılımını önemsiyorum... Ergenekoncular o kadar kuvvetli olsalardı... Akşam'dan neden ayrıldım?..."

Hülya Okur'un röportajı

1952 yılında Faruk Kakınç ve aristokrat, Trabzon’un köklü ailelerinden olan annenizden Ankara’da doğdunuz. Yaşam köprünüzü çocukluğunuza uzatmanızı istesem bize geçtiğimiz taraf için neler anlatırsınız?

Yarım İzmir’li, yarım Trabzon’lu…Tesadüfen Ankara’da doğdum ama ilkokulu İzmir’de bitirdim. Espri mahiyetinde söylüyorum, zeytinyağı ile tereyağı kültürü arasındaki bir aile. İlkokulu orda bitirdikten sonra daha ziyade kendimi İzmir’li hissettim. O sıralar her okul ayrı sınav yapardı, babam Alman lisesinin sınavında yedinci oldum, çok harika çocuk olduğuma inandılar babam getirdi yazdırdı, takriri mekan eylediler, İzmir’den İstanbul’a taşındılar. Ondan sonra Alman lisesi, iktisat, doktora, master derken 70-75 arası profesyonel müzik yaptım.

“BUGÜN YANIMDA NE MÜZİK VAR , NE KADIN…..”


1969-1974 arasında Anadolu ezgilerini yorumladığınız müzik grubu,”Dönüşüm”ü kurdunuz. Sonra Kırım Tatarcasıyla bir plağınız(Seyit Osman) çıktı. Tar ve kubuzu ilk kez çıkardığınız sahnede ilk bağlama çalan gruplardan oldunuz. Fakat 18 yaşında başladığınız müziği, 23 yaşında bıraktığınız müziğin düşünsellik içinde sizi yalnız bırakmasına neden izin verdiniz yada müzik, düşünsel desteğini sizden çekti mi?


İki tane faktör var, birincisi daha reel, bir karar verme arefesine geliyorsunuz, ya müziğe devam edeceksiniz ya da…Bu beraberinde şöyle bir zorlama getiriyor, birlikte müzik yaptığınız insanlar ya profesyonel olup tamamen müziğe yöneliyorlar, ya da üniversiteleri bitiyor normal işlerine dönüyorlar, siz o tür kaliteli eleman bulmakta zorlanıyorsunuz, siz karar vereceksiniz profesyonel oldum diyeceksiniz. İkinci faktör, çok gereksiz, genç yaşta(22 yaşında) bir evlilik yaptım, o zamanki ilk eşim, ya müzik ya ben diye bir şey söyledi. O yaştaki bütün genç erkeklerin yapacağı aptallıkla “tabiki sen hayatım” dedim. Bugün ne müzik var, ne kadın var…..
O zaman şimdi hürsünüz, müziğe geri dönebilirsiniz…..Neden devam etmiyorsunuz?
Bir ara basın hayatımda işsiz kaldım, dört, beş tane televizyon müziği yaptım ama profesyonel anlamda koptum müzikten. Yine evde bir gitarım, bir kahum var ara sıra çalıyorum ama profesyonel olarak değil tabiatıyla…..


“BAYKAL’IN YAPTIĞI BİR SEÇİM STRATEJİSİ MİDİR, KISA DÖNEMLİ TAKTİK MİDİR BİLEMİYORUM”


Biz müzikali teniz dışında 1974’te başladığınız gazetecilik yanınızla da ilgiliyiz…1977-1980 yılları arasında Son Havadis’te yöneticilik yaparken, "Celal Bayar’ı ilk kez İmralıada’ya siz götürmüşsünüz, kolunuza giren Bayar’la birlikte mezarlara çıkmışsınız ve "Beyefendi mezarları şöyle bir kucaklar gibi yapar mısınız" dediğiniz Bayar ellerini kaldırınca bu haber, ertesi günü gazetelerde, "Bayar, fatiha okudu" diye yer almış. Bugün Baykal için de aynı durum söz konusu mu, yani çarşaf açılımı ile ne kadar samimi?


Zor bir soru. Önce Bayar olayındaki espiriyi açayım. Bayar, elbete dinsiz değildi ama ladini. Her gazetenin başına gelir, haber müdürüyüm, gazete 145 bin satıyor, önemli bir şey yapmışız, oradaki savcı ile anlaşmışız ve izin almadan Bayar’ı çıkarmışız, Fatiha’yı okudu yada okur gibi yaptı neyse hiç kimse fotoğrafı çekememiş. Rezalet! Ne yapalım? Ben dedim ki,- Beyefendi, şöyle bir kucaklar gibi yapar mısınız?...Gazetecilere de dedim ki, aman bu sefer yakalayın!. Cumhuriyet Halk Partisinin, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurduğu partinin, merkez sağ partisinin bugüne kadar verdikleri mesajlar ayrı. Hatta daha eskiye götürürseniz, Hürriyet ve itilaf da, İttihat ve Terakki’nin devamı niteliğinde partiler. Şimdi samimi olup olmadığını bilemiyorum ama netice itibariyle Baykal bu tavrında samimiyse bu itişmeleri, kakışmaları, bölünmeleri epey önemli ölçüde önler diye düşünüyorum. Yani ben sıcak bakıyorum. Çünkü siz parti olarak tavır itibariyle Selçukludan, Osmanlıdan kalma bir takım davranış biçimleri yada giyim kuşama karşı çok sert, çok radikal, devrimin, cumhuriyetin ilk günlerindeki gibi elitist bir yaklaşımda bulunursanız ve boza edici, zorlayıcı bir tavırda bulunursanız hak sizi benimsemiyor. Yani başörtüsü takan yada belirli ritüelleri yerine getiren insanların hepsi kökten dinci falan değil. Bunlardan korkmanın anlamı da yok. Cumhuriyet Halk Partisi bu hatayı yaptı başından bu yana ya da İnönü’den bu yana diyelim…Baykal, ümit ediyorum ki bu hatayı gördü, eğer samimi bir şekilde kucaklamaya devam eder, kökten dincilikle, bin yıllık davranış biçimlerinin doğal olduğu anlayışına gelirse, bunu ayırt ederse olumlu ama samimi midir, değil midir, bu bir seçim stratejisi midir bilemiyorum. Strateji de değil, kısa dönemli taktik, inşallah değildir.


Sizin samimiyetinizin de sorgulandığı bir dönem var…Oğlunuz Kuday, akciğerlerinin dörtte üçü kapalı dünyaya gelmiş ve siz bir hafta başında beklediğiniz oğlunuzun nefeslerini saymışsınız. Bu kıyıda bekleyişi bilmeyenler için sizin,’evlatlarımı savaşa göndermem’deyişinizin kıyımını yapmak çok kolaydı. Peki savaşta yaşamları garantiye almanın başka bir yolu yok mudur?


“KİMİN İŞİNE YARADIĞINI TAM ÇÖZEMEDİĞİM BİR SAVAŞA ÇOCUKLARIMI GÖNDERMEKTE TEREDDÜT EDERİM”


Ben şunu da söylemeye çalıştım, eğer vatanımız bir tehlike altında kalırsa, topyekün herkes yaşına göre, kapasitesine göre elinden gelen müdahaleyi, savunmayı göstermeye çalışır. Ama ben burada önce savaş ayırımı yaptım. Öyle bir savaş ki bu, 26 yıldır devam ediyor
Sizin tabirinizle, ne yüdüğü belirsiz.


Ne yüdüğü belirsiz, binlerce kişi ölüyor, karşı taraftan ölenler de bu ülkenin insanları ve bana karşı çıkanlar da diyorlar ki, bu iç savaş değildir, iç savaş değil de nedir? Gidip dağı, taşı bombalıyorsunuz, onlar da Türk askerine mermi sıkıyorlar. İç savaş başka nasıl olur? Kürt sorunu dedim, Kürt sorunu değildir dediler, peki ne sorunu o zaman? Yani siz, Anadolu’ya geldikten sonra eğer doğu ve batı ayrımı yaptıysanız, oraya hizmet götürmediyseniz, fabrika kurmadıysanız, adam da kendini farklı hissettiyse, sadece kaçakçılığı ona bıraktınızsa, kaçakçılıktan bacakları kotuysa, sonunda orda yanlış politikalarla yönetilir. Dindar, bir bölgedir burası. Orada hakim olan bir takım tarikatları ezdiyseniz, bunun yerine PKK çıktıysa, sizin hatalarınızın üzerine, ayrılıkçılığı dışardan gördüğü destekle bina ettiyse ve size karşı savaşıyorsa o zaman ne yüdüğü belirsiz, kimin işine yaradığını tam çözemediğim bir savaşa çocuklarımı göndermekte tereddüt ederim, bunu söyledim.


Doğu ve Güneydoğunun dindar bölgesi olduğuna işaret ettiğiniz yazı…. “Siz istiyor musunuz?”başlıklı bir yazı ve siz burada teröristlerin nasıl yetiştiğine değiniyorsunuz. Size göre doğu ve güneydoğu’da etkin olan Nurculuk tarikatını bitmesinden doğan boşluğa ayrılıkçı tohumlar ekildi. Peki terör, Said-i Nursi gibi bir panzehirle nasıl yok edilebilirdi?


O bir panzehirdir, değildir bu tartışma konusu. Ben ateist değilim ama nurcu falan elbette değilim, öyle bir derdim yok. Bir devlet, eğer bir takım hassasiyetler var ise farklı bölgelerinde farklı politikalar uygulayabilir, bunun 50 yıl sonrasını gören bir takım birimleri olması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin de oradaki belli bir oligarşik yapıyı, kültürün az gelişmiş olmasını görmesi lazımdı. Said-i Nursi’nin Kürt kökenli olması hasebiyle oradaki insanlar üzerinde olumlu bir etki yaptığını ayırt etmek gerekirdi. Devlet bunu yapmadı. Bir de nurcular diğer bazı tarikatlar gibi, oturup diz miz dövüp –hay Allah çekmezler. Said-i Nuris denilen zatın kitaplarını okurlar. Siz, bütün buraları basar, bilmem nereleri bastım diye farş ederseniz tabiat boşluk kabul etmiyor, bütün o öyle şeylerin yerini maalesef bölücülük aldı. Artı, devlet hala tam bir politika güdüyor mu, gütmüyor mu endişelerim var. Abdullah Öcalan İmralı’da, öbür tarafta bir Mesut Barzani gerçeği var, hemen sınırımızın güneyinde parası farklı, askeri birlikleri, bayrağı, marşı olan bir devlet kuruluyor size karşı, bunlar doğrudan kan bağı ile akraba, güney doğu ile, e bunlar ileride birleşir mi, birleşmez mi, bir Amerikan baskısı karşınıza gelirse, nereye kadar direneceksiniz….


Barzani ve Talabani’ye karşı çok tavırlı olmamak gerekliliğini de ortaya koyuyorsunuz.
Anlaşacaksınız, anlaşmak zorundasınız. Herhalde bir 8-10 milyon Kürt vatandaş var, o aidiyette olduğunu iddia eden, bunları ne yapacaksınız, atamazsınız, satamazsınız, sizin vatandaşınız, bir çözüm bulmak zorundasınız.


“AKP İLE KIRSAL KESİM NEMALANDI”


Bu konuda kaygılar kendiliğinden ortaya çıkıyor tabi. AKP’nin sertleşmesi, İstanbul’da çoğunluğu Kürt olan kesimin oyların çekilmesi, buna alevi oylarının da eklenmesiyle Ankara, İzmir ve İstanbul’da AKP oylarının sıkıntıya düşmesini gündeme getirir diyorsunuz…AKP oylarını ortak menfaate dönüştüren esas neden ne?

 

Bunu hesaplamak zorundasınız. Bu geniş bir soru. Sosyal bir analiz yaparsak, Cumhuriyet Halk Partisi, Osmanlı’dan arta kalan mütegallidenin bir partisi idi. Onlar kardan, ranttan paylarını aldılar. Ondan sonra Büyükşehirler meydana çıktı, Büyükşehirlerdeki burjuvazi talip oldu para kazanmaya, onlar da payını aldı. Kimler aldı, DP’ler aldı. Ondan sonra iş, Anadolu kentlerine indi, bu da ANAP’tır. Anadolu kentleri de ranttan paylarını almaya talip oldular. AKP ile kısmen MHP ile kasabalara indi. Kırsal kesim nemalanı yor. Bunu kötü anlamda söylemiyorum. İktidar olmak, nemalanmaktır, kadrolarınızla, belli yerlerde, belli duruşlar içinde kardan pay sahibi olmanızdır. AKP, aslında sosyal açıdan bu vaatle geldi ve bunu da yerine getiriyor. O zaman memleketteki farklı rant gruplarını, farklı tercih gruplarını çok iyi değerlendirmek ve çok iyi okumak lazımdır. AKP, bu boşluktan faydalandı, geldi. Ha, ilanihaya kalır mı? Bilmiyorum, sanmıyorum, çok hızlı değişiyor hayat. İki grubu gördü, bir kırsaldaki kesimi gördü, iki, bir şekilde Anadolu’dan göç eden, tam şehirleşemeyen ama kırsal olarak köylerinden bağlantıyı kaybeden kesimi de gördü. İki tarafın üzerinde oynadı ve çok da başarılı oldu, yüzde 47 çok ciddi bir oy oranı.


“AKP, SERTLEŞEREK, MHP’NİN PRİM YAPMASINA İZİN VERİYOR”


Bu başarı ile güneydoğu ve doğuanadolu’daki başarısı aynı paralellikte mi, “Terör belâsının bitmesi, Türkiye’nin bölünmemesi için - hassas bölgelerde AKP’nin başarılı olmasını istiyorum” diyorsunuz. 08 Ağustos 2005 – Diyarbakır’da, Diyarbakır’da kürt sorunu benim sorunum diyen Erdoğan’ın, 03 Kasım 2008 – Hakkari’de,’Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet, buna karşı çıkanın bu ülkede yeri yok” gibi değişen söylemlerine göre Çankaya’yı istemekle, Diyarbakır’ı istemenin aynı şey olmadığını fark etmiş mi demek oluyor?


Şeyi fark etti. Bu PKK meselesi kaldıkça, DTP sertliğini korudukça, sonunda ne olacak, güeydoğu ve doğu büyük bir tehlike altında kalacak. O zaman AKP, bir partinin pirim yapmasına izin verecek, ki veriyor, o da MHP. MHP’nin de beslendiği şey, Türk- Kürt ayrımı. Oradaki oyları geri almak yada orta Anadolu’daki oyları tekrar elinde tutmak için MHP’nin sahiplendiği bazı söylemlere de yer vermek zorunda ama burada şöyle bir çelişki ortaya çıkıyor. Oradaki oyları toparlayayım derken, Batı periferisine yerleşmiş olan Kürt kökenli vatandaşları itiyor, ben bunu söylemek istedim. Şimdi ikisinin birden tutulmasının bir yolu olması gerekli. Çok riskli yol seçti, Doğu’da, Türkiye Cumhuriyetinin bölünmemesi için DTP yerine AKP’nin belediyeleri alması benim işime gelir, bölünmeye karşı bir insan olarak. Ama onlara, oraları alırken, Batıyı, Orta Anadolu’yu kaybediyor musunuz sorusunu yöneltmek istedim. Bunun hesabını yaptıklarını ümit ediyorum.


“ARTIK ELİM KOLUM KALKMIYOR, YAŞ ALDIM AMA UZAK DOĞU SPORLARI KAFAMDA”


Bu konuda sorduğunu çok soru var, onlara da değineceğim. Uzak Doğu felsefesine olan ilginiz nedeniyle, Tekvando’ya merak saldınız. Kavgayı sevmemenize rağmen Türkiye’nin ilk tekvandocularındansınız. Bunu Engin Ardıç’la girdiğiniz polemikte,’Engin’in bir dokunmalık canı var, karşıma nasıl çıkacakmış bakalım’ şeklindeki meydan okumalarınızdan da biliyoruz. Bu özelliğinizi en çok hangi olayda baskıladınız?


Bu bir kere çok eskide kaldı, gençken herkes bir spor seçer, ben Uzakdoğu sporlarına merak saldım, Judo yaptım, Karate yaptım, tekvandoyu siyah kuşağa kadar götürdüm, bunda şu rol oynadı, benim biraz Uzakdoğu’dan hoşlanmam ve Budizm’e olan merakım. O öğretinin bu sporlar içinde çokça yer aldığını düşündüm o zamanlar. Ve hayatımda çok işeme yaradı, zaten çok kavgacı bir insan sayılmam ama belli bir noktaya eriştiğiniz zaman o sporlarda hiç kavga etmemeniz, kendinizi kontrol altına almanız, bir tek bedeni değil, ruhsal bir kontrol mekanizması da kurarak kendinize hakim olmanız öğütlenir. Yani ben hayatım boyunca hep bunu yapmaya çalıştım, Hegel’in, Marks’ın diyalektiğinden farklı olmayan bir diyalektiktir yani, bir tez korsunuz, bir anti tez kafanızda oluşturursunuz, senteze varırsınız, bu bir düşünce sistematiğidir, yani uzak doğu sporlarından ben bunu aldım, artık yaş aldım, elim kolum kalkmıyor ama netice itibariyle kafamda hepsi….


“FETHULLAH GÜLEN’İN YAPTIĞI HİZMETTİR.”


Tekvando, Budizm’in örneklerinden biri ama bir zamanlar Fethullah Gülen’in de kocaları tarafından şiddet gören kadınlara Uzakdoğu sporlarını öğrenmeyi öğütlediğini biliyoruz.
Buna katılırım, şimdi bir takım sitelerde Fethullah Gülen ile ilgili yazılar görüyorum. Ben şunu yazmıştım, Ben Fethullah Gülen’i ne tanıdım, ne davetine icabet ettim, ne onun gazetesinde yazdım, uzaktan yakından hiçbir ilgim yok. Ama şunu gördüm, Asyatik ülkelere çokça gittiğim için, Türki bölgeleri gayet iyi bildiğim için, orada açtığı okulları gördüm, orada açtığı okullarda din, imam gibi şeyler anlatmıyorlar, Rus çocukları da geliyor oraya, Rus çocukları da gayet güzel Türkçe şarkılar söylüyorlar, bu hizmettir, bunu da söylemem gerek. Ama bunun arkasında illa öküz altından buzağı aramak, şeriat bu yoldan giriyor gibi şeylere gülüyorum. Hayatım boyunca görmedim, elini sıkmadım, o cenahtan en ufak tanıdığım, menfaatim yok.


“NE GALİYEF’İ BİLİYORLAR, NE BENİM GALİYEF’TEN NE ANLADIĞIMI BİLİYORLAR.”


Bu husumette Ardıç, sizin hem AB’ye girip hem de komünist Turan kurmak isteyen siyasi bir yapılanmanın içinde olduğunuzu vurguluyor. Sizin bu tür bir komiteniz oluştu mu?


Sultan Galiyef’i Tatanistan’da, Kazakistan’da araştırıp, oradaki kütüphanedeki el altında tutulan, bütün yazdıklarını getiren, Rusya’dan, Türkçe’ye tercüme ettiren ve o konuda iki kitap çıkartan benim. Popülist bir gönderme oluyor biraz bu. Ben Sultan Galiyef’e çocukluğumdan beri hayran oldum çünkü çok dürüst, çok namuslu ve hakikaten idealist bir adam ama maalesef bu tür muhaliflerim, eleştirmenlerim ne Galiyef’i biliyorlar, ne benim Galiyef’ten ne anladığımı biliyorlar. Sultan Galiyef, olacak şeyleri 1910’lu yıllarda söylemiş bir adam. Sovyetler Birliğinin yıkılacağını vs..Çünkü çok dürüst bir felsefe olan Marksizmin yerine Rus Milliyetçiliğinin kurulduğunu ve oradaki insanların hakkını savunmuş, “Sovyetler Birliği yıkılacağı için oradaki Türki bölgelerde eşitlikçi sistemi, idealizmi koruyalım, ondan sonra eski, müstemleke devrimi ihraç edelim, dünya devrimi yapalım. “diyor. Sultan Galiyef, çok büyük bir idealist, ha realist, realist değil, olur, olmaz, tutarlı, tutarsız bu başka konu ama çocukluğumdan beri hayran olduğum birisi olarak Sultan Galiyef’i idealize ettim.


“ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI ÇIKARSA HANGİ NEDENLE ÇIKAR?”


Sultangaliyev ve Millî Komünizm, beşinci baskıyı, İkincisi, Destansı Kuramcı Sultangaliyev, üçüncü baskıyı yaptı…Siz bu konuların bu kadar satmasını mucize görürken, Atili İlhan, ’Beyaz, Batılı ve Hıristiyan’ Emperyalizm’e karşı ağır suç duyurusudur şeklinde görüş belirtmiş. Bizim Sultangaliyev’in derin komünistliğinden çıkartmamız gereken ders nedir?


Sultan Galiyef çok farklı. Bildiğimiz komünistlerden, en fazla Troçka’ya benzetebilirsiniz onu. Zaten Müslüman Troçki diye anarlardı o devrin insanları. Hayatı boyunca da bir tek slogan kullandı Sultan Galiyef.
Evet,”millet bir olsun milletler eşit olsun"
Tatarcasıyla, millet bir den bulsun, milletler tihiz bulsun… Sultan Galiyef, tek örnek değil. Mesela Frantz Fanon var, Jamaikalı doktor, o da aynı şekilde eski sömürgelerin sesi olmak istedi, onun da bir lafı var, “Ey siyah derililer, yüzlerinizdeki beyaz maskeyi çıkartın” Bu şimdi Obama’nın Başkan seçildiği dünyada ne kadar geçerli ama en azından şundan geçerli, umarım dünya değişir, eskiden doğu batı ayrımı vardı, şimdi kuzey, güney ayrımı var, Kuzey’de konuşlanmış olan eski emperyalist devletler, nüfusları fazla artmıyor ama %85 Gayrisafi Milli Hasılaya sahip çıkıyorlar, eski sömürgeler ise sürünüyor, onlara attıkları kadar yiyor, içiyorlar, ki artık köle statüsünde olmamalarına rağmen, eski beyaz adamlara hizmet ediyorlar. Allah Korusun ama dünyada bir kaus hakim olursa, bir üçüncü dünya savaşı çıkarsa bu yüzden çıkacak. Sultan Galiyef de bu güne işaret ediyor, başka bir şey söylemiyor.


“BENİM BEKLENTİM SAMİMİ SAĞ İLE SAMİMİ SOLUN ARASINDA BİR KÖPRÜ OLUNMASIYDI”


Peki esin kaynağınız, Tatar Komünisti Sultan Galiyef’in, ”millet bir olsun milletler eşit olsun" sözünü bugünkü şartlara uydurmak çok mu zor?


Benim beklentim tam yerine gelmedi. Benim beklentim, samimi sol ile samimi sağ arasında bir köprü olup Galiyef’i daha iyi inceleyecekleri şeklinde idi, maalesef, Türkiye’deki sola, ulusalcı bir grup sahip çıktı, bunlar tamamen şoven bir şekilde kullandılar, zaten bu çok önemli, milliyetçi komünist değil, milli komünistti. Milliyetçilikle, millilik arasında çok büyük farklar var, asla etnik bir yapının hükümrar olmasını savunmuyor ama Sovyetler Birliğinde en kalabalık grup, yada çarlık Rusya’sında en kalabalık köle gibi çalıştırılan ve üzerine hükümran olunan Türki grup olduğu için önce onlardan işe başlıyor, gayet doğal, önce kendi kapısının önünü süpürür ki diğer kapıların önünü süpürsün. Türkiye’de böyle olmadı, Türkiye’de solun, ulusalcı, şoven ne olduğu belli olmayan bir grubu Galiyef’e sahip çıkar gibi oldu, MHP, hiç farkında değilmiş gibi davrandı, onların işine gelmedi.


“SULTAN GALİYEF HERŞEY OLABİLİR AMA IRKÇI OLMADIĞI KESİN”


Hem Türkçü, hem de komünist olduğu için Stalin tarafından ortadan kaldırılan Galiyef gibi devrildiğinde bile yıkılmayacak, yıkıldığında bile aynı güçle doğrulacak "ütopya" nedir sizce?Mesela sizin için,’ Solu süründürüyor ama sağı öldürüyor’ şeklinde bir tanımlama var…


Siz demin çok doğru söylediniz, Sultan Galiyef’i tarif eden en önemli faktör, Marksist, çok idealist, Turancı ama Turancılığın burada anladığı şekilde değil, o demin söylediğim üç aşamalı devrimin birinci aşaması için Turancı. Türki gurupların, Rus devrimi başarısız olduktan sonra, komünist ideallere sahip çıkıp, dünyaya öncülük yapması Turancılık, ırkçı değil. Yani Sultan Galiyef her şey olabilir ama ırkçı olmadığı kesin.


“CHP’NİN TÜRBAN AÇILIMINI ÖNEMSEDİĞİM KADAR MHP’NİN ALEVİ AÇILIMINI DA ÖNEMSİYORUM”, “TÜRK-İSLAM SENTEZCİLİĞİ, MHP’Yİ SAPTIRMIŞTIR.”


Milliyetçiliği özellikle tarife açık tutuyorsunuz, CHP’nin ve Baykal’ın milliyetçi - tutucu söylemlerinden bahisle “Aslı varken kimse CHP’ye oy vermez” diyordunuz. ‘Milliyetçiliğin Yeni Bir Tarifi Gerekiyor’ diye başlıklar attığınız yazılara göre de milliyetçi hareketin, MHP’nin tutkallandığı nokta neresi?

 

MHP’de birkaç tane yol ayrımı var… Birinci yol ayrımı 1969 yılındaki meşhur Adana kongresinde. Milli Birlik komitesinden gelenlerden; Muzaffer Özdağ ve Rıfat Baykal’In ayrılması tam bir yol ayrımıdır. MHP’nin önünde iki tane yol ayrımı vardı, ya CHP’nin yapmadığı, eksik bıraktığı şeylere sahip çıkıp, onların deyimiyle gerçek anlamda bir CHP nasıl olur onu göstermek (ki Baykal ile Özdağ bu görüşteydi), ya da, sentezci olmak, Türk-İslam sentezcisi olmak, ne demekse? Yani ben o fikre zaten başından beri karşıyım, dünya üzerinde Hıristiyan Türkler var, Musevi Türkler bile var, alevi Türkler var, siz bir tek Sunni Türkler söylemine sahip çıkarsanız bu olma. Bin yıldan beri karıştığınız bir soyumuz var. Türk-İslam sentezciliği bana sorarsanız, MHP’yi saptırmıştır. Ama 69 yılındaki Baykal ve Özdağ MHP’si kalsaydı ne olurdu bilemiyoruz. Ama netice itibariyle MHP, farklı bir çizgide oturdu. Türban açılımını CHP’nin önemsediğim kadar MHP’nin de alevi açılımını önemsiyorum. Ama onun da samimi olup olmadığını bilmiyorum. Bir de Türkiye’de yüzde yüz, katıksız Türk olduğunu iddia edebilecekler, Orta Anadolulu Türkmenlerdir, Orta Anadolulu Türkmenlerin de epeyi bir bölümü alevi, siz, esas Türki unsurları karşınıza alıyorsunuz, ırkçı bir parti olmanıza rağmen daha ırken karışık olan şeyleri savunuyorsunuz, bu yanlış. Alevi açılımı, alevi cemaat tarafından ne ölçüde samimi bulunur, ne ölçüde bu çağrıya icabet edilir, onu bilmiyorum. Zaman gösterecek ama türban da, alevi açılımı da kağıt üzerinde çok müspet, inşallah öyle devam eder.


ECEVİT’İ, ERDOĞAN’LA MUKAYESE EDERSENİZ, ERDOĞAN’IN ÇOK DAHA YUMUŞAK OLDUĞUNU SÖYLEYEBİLİRİM”


Siyasi tavırları biraz daha irdelersek….Tayyip Erdoğan’ın şovanist bulunan yaklaşımları, çoğu zaman sert karşılanan üslubu, çıkışları, parlamaları, hazır cevaplılığı ve ketum tavrı eleştiri alıyor. Peki mülayim olan Ecevit’in aksine bu öfkeli duruş kendisine neler kaybettirir?


Rahmetli Ecevit’in de pek mülayim olduğu kanaatinde değilim. Çok sert günlerini gördüm onun. O yumuşak, o şair görüntünün altında, Son Havadis’in haber müdürüydüm, o günün ölçüleri içerisinde muhalefet yapıyoruz, gezilerine Son Havadis’ten bir tek adam almazdı, küserdi, aleyhinde yazanla konuşmazdı, yani Ecevit melaike falan değildi, onunla mukayese ettiğiniz zaman sayın Erdoğan’ın çok daha yumuşak olduğunu söyleyebilirim.


DAĞ, TAŞ, KARAOĞLAN YAZIYORDU, BUNU KULLANAMADI ECEVİT”


Bize görünen başka bir şeydi tabi, siz kendisini yakından izleyen bir gazeteci olarak farklı bir portre çiziyorsunuz


Çok katıydı, çok çok çok katıydı, yeri geldiğinde siyasi manevralar yapardı kendince, pek inandırıcı olmazdı, böyle bir fırsat kaç tane siyasetçinin eline geçmiştir? Dağ, taş, ‘Karaoğlan’ yazardı, elinde güvercinler, bunu kullanamadı Ecevit.


’Açık Konuşalım’başlıklı yazınızda, Erdoğan’ı terör münasebetiyle yaptığı bir konuşmayı dikkatle dinlediğiniz ve önemli bulduğunuz iki yaklaşımına bir tanesini de sizin eklediğinizi yazmıştınız. Bunlar;1- “Akl-ı selim ile hareket edelim... 2- İlk yenmemiz gereken düşman, öfkemizdir...”di. Siz de 3’ncü maddeye, açık konuşmayı eklediniz. Buradan doğru bildiklerimizi yapmadığımız mı ortaya çıkarıyor?


Tayyip bey şunu söylüyor, bunu yapıyor, normal, ortalama yurttaşı hiç ilgilendirmiyor bunlar. Buradaki gündemi ayıralım, medyanın gündemi ile halkın gündemi. Halk, sakin sakin yaşayabiliyor mu, krizlerden nasıl etkileniyor, evine ekmek götürebiliyor mu…normal halk emin olun bu. Bir de medyanın, gazetelerin gündemi var. Gazetelerin gündemi bu işi taşıyor, bu işi provake ediyor ama çok başarılı oldukları kanaatinde değilim. Çünkü bir tek Erhan Göksel’in yaptığı kamuoyu yoklaması dışında, gazetelerin yaptığı yoklamalarda AKP batıyordu ama batmadı, takır takır geliyor. Bu medyanın bir takım şeyleri yanlış yaptığını gösteriyor.


ERGENEKONCU DENİLEN ADAMLAR O KADAR KUVVETLİ OLSALARDI, BİZ O DARBEYİ ÇOKTAN GÖRÜRDÜK”


Hatta siz medyayı Ergenekon’la ilintilendirdiniz.


Ergenekon’a fazla girmemeye çalıştım, derin devlet nedir, ne değildir pek benim konum değil ama Ergenekon beni üzen bir konu. O ismin verilmesi bile çok çirkin. Bütün milletlerin, kitlelerin tamamen destansı bir geçmişi olur, Ergenekon da böyle bir şey. Ergenekon’un bu kötü şeyle birlikte anılması ya da zem edilmesi beni acıtıyor. Artı şundan da hoşlanmıyorum, her devletin sıkışık durumları olur, bunu yasalarla çözemez, resmi organlarına da götüremez, bir takım gayri resmi organlarıyla(nitekim ASALA öyle bitmiştir) eğer devlet, o tür kendince pisliklerini temizledikten sonra, o pislikleri temizleyenlere hakim olamıyor ve onları tasfiye edemiyorsa bu devletin sorunu. Ergenekon da böyle bir oluşum. Ve böyle bir oluşum nereye kadar bir oluşum, bunu da çok merak ediyorum. Çünkü askeri üniformaları çıkardıktan sonra, rütbeniz ne olursa olsun, ne yaptırım gücünüz kalır, hatta işin esprisi, evdeki hanımefendi bile size her zamanki saygıyı göstermez. Yani ortada kalırsınız. Üç tane beş tane paşa bir araya gelmiş, oturmuşlar, yüzlerle, binlerle masada AKP aleyhtarı ne yaparız da bunları batırırız’ı konuşmuşlar, o zaman bunların hepsini yasakla, bu siyasi, normal bir tavırdır. Yani Ergenekon diye bir şey yaratıldı, var olduğu söylendi ama hala kimin ne yaptığını gösteren, suçlayıcı bir gösterge yok. Af edersiniz, prostatlı 70-75 yaşında adamlar, çoğunun oradan sağlıklı çıkacaklarından emin değilim, hepsi içeride, Doğu Perinçek de, çağrı yapan eski televizyon sahibi de var, sağcı da var….O kadar kuvvetli olsalardı, o darbeyi biz çoktan görürdük. Büyütüp biraz gündem işgal etmek gibi geliyor bana.


Bu konuyla ilgili iki kuşkunuz vardı, birisi, kuşkulardan hareketle tutarlı sonuçlara ulaşılabilecek mi?ikincisi, nicel süreç, nitel bakımdan da aksaklığa, pürüze ve vahim bir sonuca yol açacak mı? Kuşkularınıza bir yenisi eklendi mi ya da eksilen oldu mu?


Hayır, hayır ikisi de aynen devam ediyor, insanların biraz daha rahat içeri girmesi yada kapıda çok fazla simitçi, sandviççi olması kuşkularımı gidermiyor.


AŞAĞIDA BİR ADA VAR, ADADA BÜTÜN BİNALAR DURUYOR!


Yine medyanın çok provake ettiği bir olay…..Sizin rehberliğinizde, iki ünlü balıkadam İnkılab Obruk ve Yılmaz Akyunus’un üstün gayretleriyle, Marmara Denizi’nin kayıp 10’ncu Adası olarak adlandırılan Vordonisi’yi bulup görüntülemeniz de muhteşemdi. Peki bunu yapmak asıl olarak kimlerin işiydi de siz yaptınız?


Tesadüfen biz olayın farkına vardık. Burgaz’da oturuyorum ben. Adaları çok seviyorum, adalar kültürü ile de ilgiliyim….Şundan son derece rahatsızım, siz gelmişsiniz, insanlarla karışmışsınız, 3,5 milyon adam gelmiş Asya’dan, Türkmen…Bu toprağın kültürel zenginliklerine, sizden öncesinden kalan mirasına sahip çıkmanız lazımken biz tamamen reddetmişiz. Sanki Bizans diye bir yer yok, onların bıraktı eserler yok, çoğu çöplük olmuş, burnunuzun dibinde, beş metre aşağıda olan bir adayı göremiyorsunuz, eğer onu açsanız, ortaya çıkarsanız ki bugünkü teknoloji buna yeterli, turist rekoru kırar. Aşağıda bir ada var, adada bütün binalar duruyor! Belki adalı da olduğumdan bana çok cazip geldi, 10’nuncu ada, kayıp ada, devletten de o zaman çok yanıt geldi, hemen temizleyeceklerini, açacaklarını söylediler ama laf ola beri gele….

KÖŞE YAZARLIĞI BİTMİŞTİR”


Bu bilinmeyene olan merakınız…….Ser-muharrirlerin yani başyazarların kırılma noktasını 12 Eylül olarak görüyorsunuz. Sizin yazım hayatınızı birkaç kez Star’a geri dönüş ve Akşam gazetesinin sütunları arasındaki yerini alış olarak değerlendirirsek, bilinenden değil de bilinmeyenden hareket etmenizin nelerin dışında tutulmasını istersiniz?

 

Gazetecilikte işin mutfağında başladığım için köşe yazarlığı denilen olayın Türkiye’de abartıldığını düşünüyorum. Dünya üzerinde böyle bir köşe yazarlığı yok. Diyelim ki ben Sovyetler Birliğini vs..çok iyi biliyorum, o konuyla ilgili bir haber olduğu zaman gazeteler benden yazı talep eder. Türkiye’de ise bu tamamen ters bir gelişme. Zaman zaman ben de dahil olmak üzere biz her şeyi bilmek zorundayız, ekonomiyi de bileceğiz, iç politikayı bileceğiz, magazini, sporu bileceğiz. Böyle bir şey yok. Bu yanlış! Gerçi herkes tutuyor, hergün yazıyor ama o eski saygınlıkları yok. Çünkü insanlar haber okumak istiyor, çünkü karşısında televizyon gibi inanılmaz bir rakip var, internet gibi bir rakip var, update ediyor, sürekli güncelleşiyor haberler, sizin verdiğiniz haberler 12 saat önce görünüyor zaten. Bana sorarsanız, köşe yazarlığı bitmiştir. Ben kendimi şu açıdan ayırmak istedim, genellikle de uyabildiğim kanaatindeyim, ben hep haberi yazdım, haberin ötesinde bir şey var mı, haberin arkasında ne var, hep aktüaliteye sadık kalmayı, ahkam kesmemeyi prensip edindim. Bunu ne kadar yaptım, ne kadar yapamadım onu bilemiyorum. Herkesin konuştuğu konuların bir adım ötesine geçmek istiyorum. Siz haberi biliyorsunuz, haberin bilinmeyen tarafına teğet geçiliyorsa bunu aktarmak görevim.


“İNTERNET BANA GÖRE DENİZE YAZILAN YAZI, RÜZGARA SÖYLENEN ŞARKI”


İnternet dedik de…‘Dünya üzerinde hiçbir şey, günü geçmiş bir gazete kadar eski değildir!’ sözüne göre internetin gazete kültürü üzerindeki deri değişimine hazır hissediyor musunuz kendinizi? Yani sizi internette yazarlık yaparken buluyor olabilir miyiz?


Farkındalık halindeyim ama doğrusunu isterseniz beni acıtıyor. her şeye rağmen şu mürekkep kokan, elimi boyayan kağıt parçalarını elime almak istiyorum. Bu bana, denize yazılan yazı, rüzgara söylenen şarkı gibi geliyor. Alıyor gidiyor, alıyor gidiyor ama gelecek bunda var. Sürekli yaptığım bir espridir, 10-15 yıl sonra gözlüğünü takmış, öksürüklü, prostatlı, yaşlı bir takım adamların az şekerli Türk kahvesi eşliğinde baktıkları 5 bin tirajlı yer olacak, gazeteler. Çünkü televizyon ve internet var…


“AKŞAM’DAN AYRILMAM DA PARA BİRİNCİ FAKTÖR DEĞİL”


Peki yaşanan kriz nedeniyle tenkisata giden Akşam Gazetesinde yazılarınızı ücret almadan yazmanızın teklif edildiği ve yollarınızın ayrılmasında ve Atılgan Bayar faktörünün etkili olduğu söylendi, doğru mu?


Ben Cuma günü istifa ettim. Yani artık yazmıyorum. Netice itibariyle Serdar Turgut çağırmıştı beni, onunla konuşup yazmaya başladım ve Allah’ı var en ufak bir müdahalesi olmadı, şunu yaz bunu yaz şeklinde bir tercihi olmadı, orada bir boşluk vardı doldurdum.Şimdi yeni bir anlayış, yeni bir yönetim geldi, İsmail Küçükkaya. O da son derece iyi niyetli yaklaştı ama ben artık o havayı kendimce almıyorum. Para alarak yazmak veya almayarak yazmak bu mühim değil, krizler yaşanırsa o krizler aşılır. Ben 74’ten bu yana babı-ali’de yazı yazdığımız veya gazetecilik yaptığımız için para almadığımız çok konu oldu. Önemli olan o heyecanı kaybetmemektir. Atılgan denilen arkadaşı ne tanırım, ne karşılaştım, ne elini sıktım, ne selamlaştım, sokakta görsem tanımam. Belki İsmail beyin kafasındaki gazeteciliğe üçüncü sayfayı o şekilde doldurmak daha uygun geldi. Allah’ı var bana da, “Hocam birinci sayfadan girelim, 9-17 neyse oraya dönelim, birinci sayfadan anonslu manşetini yazın”dedi ama ben aynı heyecanı hissedemediğim için ayrılmayı uygun gördüm. Para birinci faktör değildir.


“KARDEŞ, DOLARINI TUT!”


Bugünkü gazeteciler her şeyi bilmek zorunda dediniz de….Ekonomik tabloyu siz de değerlendirmiştiniz.


Ama ben daha halka inik ekonomi yapmaya çalıştım. Yani orada halkın anlayamayacağı trendlerden yada üst perdeden yazmadım. Hiç kimseyi suçlamıyorum ama ekonomi yazarlarının belli bakış açıları ve belli bağlantıları var. O bağlantıların belki söylemek istediklerini rahat söylettiremediğini düşünüyorum. Benim öyle bir derdim yok. Ben Nisan ayına kadar bu kriz derinleşecekse, insanlar işsiz ve parasız kalacaksa ben açıkça şunu söylüyorum, “Kardeş, dolarını tut!”Dolarını satma, paranı tut! Belki bazı ekonomistlerin bu havayı uyandırmadan tüketicimi teşvik etmek işlerine geliyor olabilir.
Siz yerel seçimlere kadar Dolar’ın, 2 bin’i bulacağını ön görüyorsunuz ve cari açığın konsolide edilmesi zorunluluğunu vurguluyorsunuz. Kabus görmemek için uyumamaya, daldıkça zıplayarak irkilmeye mi benziyor durumumuz?
Hükümetin politikası bir anlamda anlayışla karşılanabilir. Yani krizi paniğe dönüştürecek, insanları korkutacak şeyler söylememeleri lazım, hükümet bunu yapıyor. Ama bizi etkilemeden teğet geçtiğine de katılmıyorum. Dünya o kadar global bakıyor ki, üstüne üstlük turizm geliriniz, ithalat, ihracat kriziniz var, Amerika ve Almanya ile bağlısınız, işsizlik sorunu hat safhada giderek büyüyor, elbette teğet geçmeyecek. Ama umarım kalbimizden değil de daha zararsız bir yerimizden delip geçer..


AKP’NİN ALTERNATİFİ YOK”, “CHP, ALTERNATİF BİR MODEL OLMAYI YA DA GERÇEK ANLAMDA MUHALEFET OLMAYI BECEREMİYOR”


Bu konuda sizi korkutan biri var, VERSO Araştırma Şirketi’nin sahibi stratejist Erhan Göksel. Göksel,Türkiye’nin, yerel seçimlerden önce toz-duman olacağını söylüyor. Fakat aynı Göksel, yerel seçimlerde AKP’nin siyasi bir alternatifi olmadığından yana görüş bildiriyor. İç politikayı, ekonomiden ayırmak doğru bir şey mi sizce?


Ayıramazsınız, ayıramazsınız ama bu üst başlık, ‘Ayıramazsınız’. Bunun alt başlıkları var. Bana samimi olarak, AKP’nin hem kadro, hem programlar, hem uygulamalar açısından yerine geçebilecek bir tek parti gösterseniz…Şu dakika karşımda televizyon Baykal konuşuyor, ne bir proje var, ne o olmazsa bunu yaparız var, sadece eleştiri. CHP, alternatif bir model olmayı ya da gerçek anlamda muhalefet olmayı beceremiyor, MHP’de beceremiyor, medyanın fazla tesiri altında olmayan, sokaktaki ortalama vatandaş bu işlerin yürümesi için gidiyor tekrar AKP’ye oy atıyor. Erhan Göksel de bunu söylüyor, yoksa AKP’yi çok sevdiği için değil, hiç sevdiğini zannetmiyorum. Ama doğrucu bir adam, hem çok yakın bir dostum hem de çok fikirlerine katıldığım bir adam. Bırakın palavrayı, ayağınız yere bassın diyor.


“KADİR TOPBAŞ’IN YÖNETİMİNDEKİ BELEDİYEDEN MEMNUNUM”


Alternatif derken biraz seçimlerden söz edelim…İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için, Tayyip Erdoğan, ANAP’tan İlhan Kesici, DYP’den Dalan ve SHP’den Livaneli kıran kırana bir seçim yaşanırken, siz Livaneli’nin seçim kampanyasını yürütmüştünüz. Bugün tereddütsüz destek verdiğiniz bir aday var mı? Yoksa örgüt, çalışmalarına son mu verdi? Ya da bugün görev başına geldiğinde iyi işler yapacağına inandığınız bir aday?


“Seçim bürosunun başındaydım, Livaneli’nin. Ben hali hazırdaki Belediye Başkanından memnunum. Yani bu siyasi bir tercih değildir, yanlış anlaşılmasın. Dört bir tarafta denizden bir takım yollar açılıyor, elbetteki aksıyor bazı şeyler. 15 milyonluk bir metropolde yaşıyoruz, transit geçenlerden daha fazla. Hizmet yapıyor adam ve ben muhtelif, çeşitli belediyeler gördüm, belediyelerin çoğunda bir dosyanın raftan kaç paraya indirildiğini bizzat yaşadım. Bu belediyelere gidiyorum, arada ihtikara olabilir, para alma olabilir, bu her dönemde olan şeydir ama bunların çok minimize olduğunu, azaldığını görüyorum. Ve bir yere gidiyorum, bir takım çevreleri rahatsız eden baş örtülü kız geliyor, saat 12’de randevum var..- 5 dakika geçikeceğiz, çok özür dileriz, bir kahve daha alır mısınız? diyor, benim neslim, bu takım muhabbetlere alışık değil. Kafasında türban var, yok beni hiç bağlamıyor önemli olan ben bir vatandaş olarak oraya gidiyorum, Belediye Başkanı ile randevum var, beş dakikalık bir gecikme için benden özür dileniyor. Ve hiçbir dosyayı indirmek için de para vermedim bugüne kadar. E o zaman sağa sola bakıyorum, İstanbul şantiye gibi, hatalı bazı şeyler yapılıyor, yollar tıkanıyor, yolda kalıyorum…vs ama şu anki alternatiften daha iyi bir alternatif görmüyorum.

“TÜRKİYE, MÜSLÜMAN İSRAİL OLMA ŞANSINI KAYBETTİ “

Size geri dönen hizmeti, savaş protokolünde biz yaşayabilir miyiz acaba, “PKK’ya devlet vermediğimiz ve Türkiye’ye hasım güçler bunu istemedikçe, bu savaş bitmez. Çünkü bu bir Vekaleten savaş, PKK’nın değişen patronajına şimdi de ABD oturdu diyorsunuz. Peki ABD’den vekaleti geri alacak ülke olmak için ne yapmalı?

O tren kaçtı. Ben Turgut Özal’a çok karşı çıktım ama bir takım şeyleri çok doğru söylediğini ve bizden öte bir takım çözümler aradığını, vefatından sonra idrak ettim, itiraf ediyorum. Yani o şunu söylemişti; “Bugün Kuzey Irak bölgesinde yaşayan insanlarla bizim o bölgenin bizim tarafımızda kalan insanları akraba, sırları açalım, ortak para kullanılsın, bu Türkiye’nin lehinedir, ABD ile bir takım bağlantıları kurarak, bir tür bölgesel süper güç olalım, dolayısıyla Asya’ya, Müslüman ülkelere bir model olalım”diyordu. Şimdi anlıyorum ki, çok doğru söylüyormuş. Türkiye, korkarım ABD’nin gözünde, bölgesel süper güç olabilme(şu ya da bu sebepten)ümidini yitirdi. Kaba anlatımla, bölgeye hakim olacak ikinci bir İsrail lazımdı, İkinci bir İsrail de Müslüman bir İsrail olacaktı, Türkiye modele çok uygundu, Türkiye bu şansı kaybetti. Kuzey Irak’taki Barzani bölgesi ile ABD, ikinci İsrail’i yaratıyor diye düşünüyorum.

“OSMANLI 600 KÜSÜR YIL YAŞADI, BİZİM 85’NCİ YILIMIZDA SIKINTILARIMIZ VAR”

Türkiye’nin kaybettiği şansları geriye saralım….bir tarih diyalektiğini tersten yürüttüğünüz yazınızda soruyorsunuz, Osmanlı devam etseydi... Britanya İmparatorluğu gibi meşrutî bir monarşi’ye dönüşseydi... Durum, bugünkünden daha mı iyi olurdu? Bu soruyu ben sormuş olayım…

Cevabım ancak fantezi bir cevap olabilir. Her şey yolunda gitseydi, bir takım bölgeleri yine kaybedecektiniz ama Osmanlı bazı şeyleri ıskalamasaydı, reformu yaşasaydı, endüstri devrimini yaşasaydı….vs Osmanlı’yı küçümsemeyin, Osmanlıcı değilim ama 600 küsür yıl yaşadı. Bizim 85’nci yılda bir takım sıkıntılarımız var, imparatorluğu biz yok varsaydık, tü kaka dedik, kenara koyduk, tamam eşyanın tabiatı zaten yıkılacaktı, ama eşyanın tabiatı icabı kendi kendini revize etseydi, düzeltseydi, gerekli önlemleri alsaydı, dünyadaki olup bitenleri ıskalamasaydı, belki kocaman, içinde yine çok uluslu etnik grupların yaşadığı ama ayrılıkçılığın olmadığı, daha zengin bir devlet olabilirdik.

ÜZERİMİZDEKİ DELİ GÖMLEĞİNİ ATIYORUZ”

Cumhuriyetin bazıları için değişen versiyonuna ne diyeceksiniz, 2’ncisi vs…

Ben bu numaratör laflardan hoşlanmıyorum. Cumhuriyetinde kendi kendini revize, reformize ettiği kanaatindeyim. Üzerimizdeki deli gömleğini atıyoruz. Çünkü 200 küsür yıl Selçuklu, 600 küsür yıl Osmanlı…Bin yılın bir takım alışkanlıkları var, türban da bunun içinde. Şunu yap, bunu yapma! Şu şöyle okunsun, böyle okunmasın. Bilmem nereye senfoni götürelim. ismini vermeyim Allah’ın şehrinde, sazdan başka şey girmemişken, bunlar olmuyor kolay kolay, olması da şart değil. Çetin Altan’ın bir zamanlar yazdığı gibi, her köyde 15 tane piyano olacak!Yok böyle bir şey, sizin geleneğinizde yok, olmaması da ayıp değil, siz farklı bir çizgiden gelme durumundasınız. Netice itibariyle bu deli gömleklerinin giderek sıyrıldığını, arındırıldığını görebiliyorum. CHP’nin türbanı kabul etmesi de bunun bir parçası, AKP’nin bir takım çevreler inmeyi başarması da bunun bir parçası. Benim, Türkiye günün birinde Osmanlı’ya geri dönecek, kökten dinci olacak, şeriat gelecek diye hiç bir korkum yok. Bütün bu çekişmelerin yerli yerine oturması lazımdır, devrim depremdir ama devrimin ilk günlerinde bir takım sözler vaaz edilir, zaman içinde bunlar yerine oturur. Artçı depremler olarak bakıyorum olaya.

Peki deli gömleğimizi çıkarttık ama yazarlık gömleğimizin altından nasıl eserler çıkacak, Galiyef serisi mi var ileride?

O benim bir yaram. Sultan Galiyef’le Milli Komünizm, Turar Rıskulov’la Milli Komünizm, Azerbaycan’la Milli Komünizm, sonunda da Mustafa Suphi ve Anadolu’da Milli Komünizm diye bir seri tamamlamayı düşünüyordum. O hala kafamda.

haberX



Bu haber 1,047 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,732 µs