En Sıcak Konular

"Hükümet sormak zorunda değil!"

0 0 0000 00:00 tsi
Hükümetin AB'ye yapmış olduğu sözlü öneri, Genelkurmay ve Çankaya'dan tepkiyle karşılandı. Büyükanıt "en azından bildirilseydi" derken, Emekli Hakim Albay Ümit Kardaş karşı çıkıyor: "Askere sorulması gerekmez."

Şerif Mardin'in merkez-çevre irdelemesi “Türkiye gerçeği” bağlamında soruna çözümleyici bir ışık tutuyor; merkez daima çevrenin niyetlerinden kuşku duymuş, çevre de merkeze duyduğu güvensizlik nedeniyle merkezle işbirliğine gitmemiş ve sürekli bir gerilim ve çatışma ortamı doğmuştur. Ümit Kardaş'a göre de, bu gerilim merkezin rahatlıkla hukuk dışına çıkmasına neden olmuştur.

Hukuk dışına çıkan bir merkez…

Merkezde devlet var. Hukuk karşısında boyun eğmeyen, kutsanmışların ve dokunulmazların hüküm sürdüğü, çevreyi merkeze kurban eden, içe kapanık bir yapı.

Siyasilerini aşağılayan, onları hizaya çağıran, ikincilleştirmeye çalışan, gerektiğinde asan, merkezden gelen bürokratlarını ise koruyan, güçlendiren bir anlayış…

Siyasilere ve topluma tahakküm eden, onları hataya meyilli gören, Genelkurmay Başkanı'nı ise hatasız addedip kendi hukuk sisteminde yargılanamaz bir mevkie koyan sistem. Bizde anlamsız bir korku var, asker korkusu, devlet korkusu, hukuksuzluk korkusu. Bu kadar korku üzerine bir toplum yaşayamaz, gelecek tasavvuru oluşturamaz. Tek sığınak var; hukuk. Devletten, askerden, bölünmekten değil, hukuksuzluktan korkalım.

Emekli Askeri Hakim Albay Ümit Kardaş'ın son kitabının adı; “Hukuk Devlete Sızabilir mi?Hukuk devlete sızamaz, daha doğrusu hukuk devlete hakim olamazsa, “bu ülke neden bir güvenlik şirketi gibi çalışıyor?” sorusunu çok sorarız.

Biliyoruz ki, eleştiri hakiki yurtseverliğin bir parçasıdır. Asker, görev alanını ve görev tanımını genişletmemeli. Siyasilerin en büyük görevi askeri kışlada tutmak olmamalı, artık asker kışlada kendiliğinden durmayı başarmalı.

Siyaset yapan asker, topluma da, siyasete de zarar veriyor. Son söz siyasetindir demokrasilerde

* * *

Genelkurmay Başkanı Büyükanıt; Hükümetin, Kıbrıs Rum kesimine liman açma konusunda ortaya attığı teklifi kendilerine danışmadan aldığını, bu konunun böyle gündeme getirilmesini yadırgadıklarını, sorsalardı, “bu devletin resmi görüşünden sapmadır” diyeceklerini söyledi…

Bu bir dış politika sorunudur ve hükümet askere sormak zorunda değildir. Hükümet Dışişleri bürokrasisiyle politikalar üretip uygulayabilir. Bunlar siyasi sorumluluk gerektiren kararlardır, sonucun olumlu ya da olumsuz çıkması durumunda bedeli iktidar ödeyecektir. Askerin sorumluluğunun olmadığı bir alanda görüş beyan etmeye kalkması doğru değildir, zaten demokrasilerde böyle bir şey olmaz.

Bu tür çıkışlarla asker ne demek istiyor, verdiği mesaj nedir?

“Devlet benim” diyor. Siyasi alanlarda da atılacak adımlar bana sorulmalı, benim görüşlerim doğrultusunda politikalar belirlenmeli demek istiyor. Bu asker için alışılagelmiş bir şey.

Avrupa Birliği ile ipler geriliyor. Avrupa Birliği sürecinde yaşanacak ciddi bir kırılma Türkiye'de neleri değiştirir?

Avrupa Birliği sürecinden kopma olursa, iç dinamikler işlemediğinden dolayı Türkiye içe kapanmaya gidebilir, demokratikleşme çabalarından vazgeçebilir, özgürlüklerden geriye gidişler başlar. Türkiye için Avrupa Birliği motivasyonu çok önemlidir ve bunu kaybetmemeli. Artık karşılıklı bir takım, siyasi, hukuki, ahlaki vecibeler doğmuştur, bu süreç kopmayla sonuçlanmaz, sorunlar çıksa da devam eder. AB küresel bir güç değil, yarın ne olur bilinmez, ama bugün için AB hedefi doğru bir hedeftir.

Ak Parti iktidarı döneminde AB hedefi rasyonel yürütülebildi mi?

İktidar bu süreci kısmen değerlendirebildi. Ülke içinde karşılaştığı zorluklar bunda etken olmuş olabilir ama atılım yapabileceği bazı konularda geri kaldı. 301'inci maddede ayak sürdüğü gibi…

İktidar milliyetçi reflekslere yenik düştüğü anlarda sürçme yaşıyor…

İç dirençlere boyun eğildiği oluyor siyasette. Demokrasiyle ilgili konuları AB masasına düşürmeden, kendi içimizde konuşup halledebilsek, gerçekleştirdiğimiz yapısal değişiklikleri, çıkarttığımız yasaları uygulama konusunda da ayak diretmeyiz. AB'nin zorladığı noktalarda yaptığımız değişiklikleri yaşama geçirme konusunda psikolojik bir zorluk yaşıyoruz.

Askerin siyasi hesapları hala var mı?

Mutlaka var, asker zaten siyasetin göbeğinde. Asker siyasi alandan çıkmak istemiyor. Türkiye'nin gerçek demokrasiye geçebilmesi için askerin mutlak olarak kendi alanına çekilmesi gerekir. Bunu da ancak güçlü bir iktidar yapabilir ve o gün Türkiye'nin önü açılır.

Askerin siyasi ve toplumsal alana kayması sadece siyasetin problemi değil, toplumsal hafızamız militarizme çok müsait, davetiye biraz da oradan çıkıyor.

Siyasi alanın olduğu gibi toplumsal alanın da militarize edildiği doğru. Fakat çözüm için bir toplumsal talep beklersek onu göremeyebiliriz. Çünkü bu durum giderek o yapıyı güçlendiriyor. “Ordu en güvenilir kurum” çıktı haberlerini sık okuruz. Ordu hem siyasetçileri bloke ediyor, hem siyaset yapıyor, siyasi parti gibi çalışıyor ama seçime girmiyor, boyunun ölçüsünü hiç almıyor! Sorumluluk kabul etmiyor. Sonra da en güvenilir kurum seçiliyor. Bu ayrıcalıklara sahip olan herkes “en güvenilir” çıkar.

Neden üniversiteler, sivil toplum, siyaset “en güvenilir” değiller, bu durum demokratları rahatsız etmeli. Biz hayata güvenlik endeksli baktığımızdan mı bazı şeyleri kolay kabulleniyoruz?

Toplumun hem kendine güveni yok hem de çok fazla korkuları var. Zaten sürekli üretilen korkular var. “Ben olmasam bölünürsün, parçalanırsın” türü korkular canlı tutuluyor.

Kim üretiyor korkuları?

Rejim, devletin sahibi berim diyenler, korku üretip topluma servis yapıyorlar. Ardından da “bana sorun, doğruyu ben bilirim” diyor. Kürt sorununu düşünün çözemiyorsunuz. Askeri mantıkla bu sorunu çözemezsiniz. Tabii burada iktidarın da zaafı var.

Mehmet Ağar, “düz ovada siyaset” sözlerinin ardından Büyükanıt'ın “o zat” hitabına muhatap oldu…

Aslında Ağar bir şey demedi, altını doldurmadı ama aldığı tepkiye bakın. Bu siyasetin çözeceği bir konu için siyasetçi rahat konuşamıyor, konuşturulmuyor, bloke ediliyor. Vahim bir durum.

Şemdinli süreci, bir sarkaç gibi bir tarafıyla umuta, diğer tarafıyla da kabullenilmişliğe dokunuyordu. “Derin devletle hesaplaşma fırsatı” ile “Dava kapatılır, sonuç çıkmaz” arasında gel-gitler…

Ben, derin devletle hesaplaşma fırsatı var ama sonuca ulaşmayacaktır diyenlerdenim. Savcının başına gelenleri gördük, meslekten ihraç edildi. Asker korkusu bu sonucu doğurdu. Şemdinli tecrübesi bence iktidarın kırılma noktasıdır. Hesabını sorabilecek yolları açmış olsaydı, askeri siyasi alandan geriletme, kendi konumuna çekme fırsatı olabilirdi. Ama siyasi iktidar uzlaşmayı tercih etti.

Bu tecrübeden sonra ülkede bir daha bir general hakkında dava açılabilir mi?

Hayır. Bu olayda bir savcı kurban edildi. Bu çok önemli bir mesajdır. Verilmek istenen korku buydu. Biliyorsunuz biz teknik olarak Genelkurmay Başkanı'nı yargılayamayız. Yasalarda böyle bir boşluk var. Zaman zaman gündeme gelmesine rağmen ne hükümetten, ne de meclisten ses çıkmıyor. “Genelkurmay Başkanı suç işlemez” mantığı üzerine kurulmuş bir yapı var.

Şehir merkezlerinde güvenliğimizi büyük oranda jandarma sağlıyor, TBMM içinde asker var. Bu tablo demokrasi içinde ne kadar anlamlı duruyor?

Jandarma teşkilatını kaldırmanın zamanı geldi, geçiyor. Jandarma kırsalda, polis te merkezlerde görev yapardı. Şehirler genişledikçe Türkiye'de jandarmanın görev yaptığı alanlar yüzde 90'ı aştı. Jandarma teşkilatı bir taraftan İçişleri Bakanlığı'na bağlı ama öte yandan Genelkurmay Başkanlığı'na bağlı. Bunlar asker kişiler, kimlikleri de, özlük hakları da öyle. Demokratikleşmenin önemli bir ayağı ama bu konuyu da tartışamıyoruz.

Ak Parti karşısında bir 'ulusalcı' söylem var, ayrıca solda ve sağda yeni oluşum arayışları var. Bu ortam alternatif siyasi oluşumların çıkmasına imkan veriyor mu?

Türkiye'nin ağır sorunlarına, demokratikleşmeye, özgürleşmeye, sosyal adalete radikal çözümler getirecek cesur bir programa ihtiyaç var. Yeni bir siyaset anlayışıyla bunu sol yapabilir.

Hangi sol, felsefi sol mu, CHP solu mu?

Felsefi sol. CHP'yi sol olarak addetmiyorum. Bizde gerçek bir sol parti yok. Bunun olabilmesi için siyaset yapma anlayışının değişmesi, parti içi demokrasinin oluşması gerekiyor. Kendisi demokratik olmayan bir kurum nasıl demokrasiyi getirebilir ki? Türkiye'nin sorunu merkez-çevre ilişkisinde bir uzlaşma-işbirliği geleneği oluşturamamasının yanı sıra tabanda örgütlenmiş bir demokrasi temelinde kendi kendini yöneten kurumları yaşama geçirecek bir toplumsallaştırmayı başaramamasıdır. Acilen daha az devlet-daha çok toplum tasarımı yaşama geçirilmeli.

Bizde solun, özellikle CHP'nin askerle ilişkisi neden sorunlu?

CHP kuruluşundan beri böyledir, devlet partisidir, otoriter bir yapı vardır. Demokrasiye doğru bur açılımı CHP hiçbir zaman istememiştir. Bunun tek parantezini Ecevit'in halkçılık politikasında görebiliriz, o parantez de 80'de kapanmıştır. CHP hiçbir zaman sol bir parti olamaz. CHP'nin Türkiye'de sol kavramının içini boşaltan bir misyonu var. Burada gerçek bir sol parti olsa CHP marjinalize olur, küçük bir devlet partisi olarak kalır.

Merkez hukuk dışına çıkmak için gerilim istiyor

Bu nokta da bizde radikal bir devlet eleştirisinin gelişmediği ortaya çıkıyor. Devlet işlevsel algılanmak yerine kutsanıyor. Bu da devletin, toplumu tahakkümcü bir hiyerarşik yapıda algılaması sonucunu doğuruyor…

Toplumun devletsizleştirilmesi tartışılırken, devletin işlevlerinin yeniden tartışılarak, şiddete başvurmadan 'devlet şiddetten ne ölçüde arındırılabilir?' sorusuna da yanıt aramak gerekir. Çözüm; daha az devlet, daha çok toplum. Toplumun devletsizleştirilmesine yönelik toplum tasavvurunun siyasi partilerce tartışılması gerekmektedir. Şerif Mardin'in merkez-çevre ilişkileri çalışmasında açıkladığı gibi, merkez daima çevrenin niyetlerinden kuşku duymuş, çevre de merkeze duyduğu güvensizlik nedeniyle merkezle işbirliğine gitmemiş ve sürekli bir gerilim ve çatışma ortamı doğmuştur. Bu gerilim merkezin rahatlıkla hukuk dışına çıkmasına neden olmuştur.

Cumhurbaşkanlığı tartışmasının ana nedeni de bu olgular mı?

Cumhurbaşkanı, askerî bürokrasi, YÖK ve üst yargı mercilerinin oluşturduğu devletçi blok çevreyi merkeze taşıyan bir partinin siyasi meşruiyetini sorgulamakta, daha çok devlete dayalı, siyaseti ve toplumu vesayet altında tutan, siyasi ve toplumsal alanı daraltan ve bu alanlara dayatmalarda bulunan bir anlayışı sürdürmektedir. Bu baskılama siyasi alanın gerilmesine neden olmakta, toplumu da kaygı ve korkuya sürüklemektedir. Her alandaki tahakkümcü yapıları geriletecek bir yapılanma zorunludur. Bu yapılamadığı takdirde eğik bir düzlemde kopuşa doğru gidilmektedir. Bu ağırlığı siyasi iktidarın tek başına kaldırması olanaklı değildir. Bazılarının sandığı gibi gökkubbe sadece AKP'nin değil, herkesin başına çökecektir.

Yeni Şafak



Bu haber 236 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,218 µs