En Sıcak Konular

Bu ısınma insanın kanını donduruyor

0 0 0000 00:00 tsi
Bu ısınma insanın kanını donduruyor Suyumuz ısınıyor, hem de küresel olarak... Ömer Madra’ya göre, çok acil önlem alınmazsa, dünyanın ve insanların başlarına gelebilecekler korkutucu. Hatta, “kıyamet” olarak adlandırdığı bir iklim değişikliğini tarif ediyor.

Ömer Madra ile yapılan söyleşi, küresel ısınmayla ilgili ürkütücü gerçekleri açığa vuruyor. Kişilerin ve devletlerin, “kıyamet” olarak adlandırdığı iklim değişikliğini önlemek için acil tedbirler uygulaması gerekiyor. Röportajın tamamı şöyle:

‘Ne güzel, hava bugün de güneşli’ diye seviniyor musunuz? Üzülmelisiniz. Hayra alamet değil çünkü. Dünya gittikçe ısınıyor ve yıllardır iklim değişiklikleriyle uğraşan Ömer Madra bu durumu ‘suyumuz ısınıyor’ diye tanımlıyor. 5 bin yıllık uygarlığın gördüğü en büyük tehlikeyle karşı karşıyayız. Dünya elden gidiyor. Hayatta kalmak için payımıza düşen önlemleri bir an önce almamız, karar verme noktasında olanları buna zorlamamamız gerekiyor. Zaten bu röportaj da sizi korkutmak için değil, uyandırmak için yapıldı. ‘Acilen önlem alalım, hayatımıza sahip çıkalım’ diyen Madra, Bilgi Üniversitesi’nde Küresel Isınma ve İklim Değişiklikleri dersi veriyor, yayın yönetmenliğini yaptığı Açık Radyo’da haftada iki gün bu konu üzerine söyleşiyor.
 
Başımız Belada 
 
Havadan sudan konuşmak, hafif, uçucu, çok da önemli olmayan konular üzerine öylesine konuşmak, anlamında kullanılır biliyorsunuz. Oysa konumuz tam da bu ve havaya suya olanlar konuyu kalıcı, ağır ve önemli hale sokuyor. Neler oluyor, durum ne? 
‘Suyumuz ısınıyor’ diye başka bir deyimle cevaplayayım sizi. Durum çok vahim. Bugün 14 Aralık ve olağanüstü bir havada yapıyoruz röportajı. Hatta Nisan sonları için biraz serin bir hava (acı acı gülüyoruz karşılıklı). Bugünkü haberlerden biri şuydu mesela: Kayıtların tutulmaya başladığı yıldan bu yana, 374 yıldır en sıcak yılını yaşıyor İngiltere. Hollanda keza, 300 küsur yıldan beri en sıcak kışını. Ayılar kış uykusuna yatamıyor. Uyusunlar diye hipnotizmacıları gönderip “Uyu ayı, uyu” mu dedirtsek, Prozac mı versek, ne yapsak? Böyle espri de yapmaya çalışsak, olmuyor görüyorsunuz, durum korkunç.
 
Üstelik önümüzdeki yıl ‘son 301 yılın’ bir sonraki yıl ‘son 302 yılın en sıcak mevsimi’ demeyeceğimizin de garantisi yok, değil mi?  
Tastamam öyle. 1994’ten bu yana geçen 12 yılda gezegenin gördüğü en sıcak 10 yıl yaşandı. Artık ölçümler çok gelişti, 650-700 bin yıl geriye gitmek mümkün. Ve gezegen milyonlarca yıldan beri en sıcak dönemini yaşıyor belki de. Tarımla, şehirleşmeyle başlayan insan faaliyetlerinin ısınmaya küçük ama sabit bir etkisi vardı. Zamanla birikim oluştu. Ama endüstri devrimiyle bambaşka bir şey oldu. Kömürle işleyen makineler, demiryollarıyla taşıma, vb. “sera gazı” dediğimiz  CO2 salımlarını, dolayısıyla da küresel ısınmayı çok artırdı. Yapılan tüm araştırmalar dünyanın başının büyük belada olduğunu gösteriyor. İnsanoğlu hem kendisini, hem diğer canlıları ortadan kaldırabilecek bir noktaya gelmiş durumda.
 
Ne olacak, kıyamet nasıl gelecek?
Uçurumun kenarını düşünün. Öbür tarafa devrildiğiniz zaman artık geri dönüşü olmayan bir yuvarlanma başlar. Tepetaklak düşersiniz. Bilim camiası içinde bulunduğumuz durum için uçurumun ucu tabirini kullanıyor. “Tipping Point” dedikleri 12 devrilme noktası, eşik sayıyorlar. Üstelik hepsi birbirine bağlı.
 
Nedir onlar?
Önde gelen iklimbilimcilerden Schellnhuber bunları şöyle sıralıyor: Biri Amazonlar. Küresel ısınma yüzünden Brezilya’daki Amazon yağmur ormanlarını kaybedebiliriz. Yaşarken karbondioksit (CO2) emen ağaçlar, öldükten sonra karbondioksiti geri bırakıyor. Geçenlerde çok tatsız bir haber daha geldi. Kendi iklimini yaratan, o devasa ağaçlar üst üste üç sene kuraklık yaşanması halinde dördüncü senede devrilip ölüyor. Ölmeleri karbondioksit vericileri haline gelmeleri demek. Amazon’da 2004 ve 2005’te kuraklık oldu. Bu sene ne oldu bilmiyorum. Böyle bir tehlike var. Bir diğer eşik Kuzey Atlantik akımlarındaki değişme. Londra’nın enlem dairesi mesela Sibirya’yla aşağı yukarı aynı olmasına rağmen oranın iklimini ılıman yapan akım, Gulf Stream denen sistem, eriyen buzullar vb. yüzünden yavaşlıyor. O zaman o bölge soğuyacak yani. Kısa dönemde İngiliz ligleri kış ortasında maçlara ara verecek ama bunun dünyaya vereceği zarar çok daha fazla. Üçüncüsü Grönland eriyor. Tamamen erirse dünyada denizlerin su seviyesi metre metre yükselecek. Londra, New York, İstanbul gibi çağdaş medeniyetin büyük şehirleri etkilenecek. Son dört yılda üç yüz mil buz erimiş ki çok büyük bir alan. Dördüncü eşik, “bütün eşiklerin anası” olabilir, yani çok büyük: Ozon delinmesi.
 
Ozon meselesi halledilmemiş miydi?
Hallettik zannediyorduk ama incelmeye devam ediyor ve 2018’den önce düzelmeye başlaması beklenmiyor. Ki, Montreal anlaşmasıyla o fıs fıslarda, deodorantlarda, buzdolaplarında bulunan soğutucu gazları (CFC) yasakladığımız halde. Daha da kötüsü, küresel ısınma atmosferin üst tabakası olan stratosferin daha da soğumasına yol açıyor. Bu da yeni bulundu. Soğuyan stratosfer ozonun tamir edilmesini geciktiriyor. Küresel ısınmayı halletmezsek ozon meselesini de halletmiş olmayacağız. Dolayısıyla bütün eşiklerin anasını henüz görmedik. Ozon tabakasındaki incelme (“delik”) canlılarda kataraktlara, cilt kanserlerine yol açmasının yanı sıra, plankton denen o küçük okyanus bitkilerini yok ediyor. Bunlar ise beslenme zincirin en alt seviyesinde yer alan canlılar. Karides gibi küçük hayvanlardan balinalara kadar bütün deniz hayvanları bunlarla besleniyor diyebiliriz. Yani, onu yiyeni yiyorlar ve bu böyle gidiyor... Bunlar tüm okyanusların ekolojik dengesini sağlayan oksijen kaynakları. Dolayısıyla bütün hayatı etkiliyor. Altıncı eşik, Sahra çölünün küçülmesi.
 
Duruma ters ama kuraklığa karşı çölün küçülmesi yine de iyi bir şey değil mi?
Tuhaf gelecek, ama kötü bir şey bu. Sahra çölüyle denizler arasında karmaşık bir bağlantı var. Okyanuslar atmosferi nasıl etkiliyorsa, topraklar da okyanusları etkiliyor. Rüzgar sahradan aldığı toz bulutunu okyanuslara taşıyor ve içinde taşıdığı minerallerle planktonları besliyor. Sahra olmazsa planktonlar ölüyor. Şimdi iklim değişikliği ile Sahra’da değişim ve “yeşerme” olursa, bir başka denge bozulmuş olacak. Bir başka önemli kırılma noktası da “dünyanın çatısı” denen Tibet platosu. Dünyanın en yüksek dağları, Himalayalar vb var burada. Bu dağlar ve buzulları, büyük bir ayna etkisi yapıp güneş ışınlarını geri yansıtıyor. Sıcaklığı azaltıyor yani. Ama şimdi, ısınmayla etkisi azalıyor. Stratosferi soğutmuyor ve hem ozon tabakasını, hem Grönland’ı olumsuz yönde etkiliyor. (Erimeyle kuruyacak en büyük nehirlerin yaratacağı susuzluk ve açlığı saymıyorum bile.) Sekizincisi muson yağmurlarının dengesinin bozulması. Yağmur kesilirse kuraklıktan, artarsa selden ölüyorsunuz. Geçen sene Mumbai’de Hindistan tarihinin gelmiş geçmiş en korkunç yağmurları yağdı. Bu eşiğin atlanmasıyla 3.5 milyar insan, dünya nüfusunun yarısından fazlası, etkilenecek. Bir diğeri metan gazı. Metan karbondioksitin en az 20 katı etkiliyor küresel ısınmayı. Okyanus yataklarında donmuş olarak duran muazzam metan yatakları var. Isınmayla bunlar çözülüp küresel ısınmayı çok büyük oranda artırabilecek. Bir başkası Sibirya’da, Kanada’da vb. sürekli donmuş haldeki toprakların erimesiyle toprak içindeki fosiller. Yani bunlar çürüyecek ve milyarlarca ton metan gazı açığa çıkacak. İşte o zaman hapı yuttuğumuzun resmidir. Bir de “lös eşiği” var. Lös, donmuş bir toprak biçimi. Science dergisine göre lösler içinde şimdiye kadar bilinmeyen 500 gigatonluk yeni karbon kaynağı bulundu. Eşik tarihini bir de bu öne çekecek yani. Bir diğeri “tuz vanaları” (valfleri). Okyanusların yüzey kısımlarının ısınması farklı ekosistemlerin biyoçeşitliliğini etkiliyor. Bu tarafta Akdeniz, Karadeniz, Kızıldeniz, Basra Körfezi, öbür tarafta Karaipler ve Baltık bölgeleri çok etkileniyor. Sıcak sular El Nino denen okyanus akıntısını etkiliyor. Aralık ortasında böyle sıcak bir hava yaşıyor olmamızın nedeni bu olabilir mesela. Eğer önümüzdeki yıl, beklendiği gibi gene bir El Nino yılı olursa, hem küresel ısınma, hem de El Nino ile, 2007 yeryüzünün gelmiş geçmiş en sıcak yılı olacaktır. Bundan tereddüdüm yok benim.
 
İnşallah yanılırsınız!
Valla, ABD’nin atmosfer ve okyanuslara bakan kuruluşu NOAA’nın hesaplamasına göre, küresel ısınma sürekli bir El Nino yaratabilir. 6 -7 yılda bir tekrarlanma yerine sürekli olursa, Ortadoğu’da, Akdeniz’de Nuh tufanı gibi tufanlar, büyük seller, anlık seller olacak... 12’nci ve son kırılma noktası ise Antartika’daki yedi milyon mil küp hacmindeki buzun hızla erimesi. Britanya’nın BAS adlı kuruluşuna göre, burası tamamen erirse deniz suları seviyesi dünyada beş ila on beş metre yükselecek.
 
İçim daraldı.
Benim de. Ama, bir şey daha var. Bir ısınma tahmini veriliyor. Bakın, 251 milyon yıl önce gezegende birdenbire öyle bir şey olmuş ki, canlıların yüzde 90’ı yok olup gitmiş. Sebebi, küresel ısınma. Belki büyük volkanik patlamalar, belki okyanuslardaki metan patlaması yüzünden... Bu değişiklik ve çöküş belki 20 yıl içinde olup bitmiş! Peki bu büyük kitle yokoluşu, kaç derecelik ısı artımıyla olmuştur sizce?
 
10, 15 falan mı?
Sadece altı derece! Ve birkaç on yılda olmuş! Kyoto Protokolünü de hazırlayan Hükumetlerarası İklim Değişikliği Panelinde çalışan iki binden fazla bilim insanının, bu yüzyılın sonuna kadar dünya ısısının ne kadar artacağı ile ilgili tahminini biliyor musunuz peki?
 
Öğrenmekten korkuyorum!
Altı derece! 251 milyon yıl önce canlı hayatı yok eden felaketin derecesiyle aynı yani. Rapor tarihi 2001. Üstelik, felaket tarihi yeni bilgilerle sürekli öne çekiliyor ve başka bilim kuruluşlarından, mesela Oxford Üniversitesi merkezinden, sizin de dediğiniz gibi yüzyıl sonuna 11 derece ısınabileceği tahmini de geliyor! Durum bu. Geri dönüşü olmayan noktaya hızla yaklaşıyoruz.
 
Anlatmak üzücü, korkutucu ve karmaşık.
Bu şuna benziyor biraz. Sopa ucunda tabak çeviren cambazlar vardır hani, çok da hoş bir gösteri yaparlar. Yüzlerce tabağı mükemmel şekilde çevirebilirsiniz ama bir tanesi düşürse hepsi birden düşüp kırılır. Bazı bilim adamlarına göre düşüş başladı, artık yapılacak bir şey yok. Onlara göre (mesela James Lovelock) yeryüzünde 5 yüz milyon kadar insan kalacak, onlar da kuzey kutbundaki vahalarda yaşayacak. Çok saygın bir bilim adamı var: James Hansen. Küresel ısınmayı ilk söyleyen, modelleyen kişi, NASA Uzay Çalışmaları Goddard Enstitüsü Başkanı.
 
Bush’un konuşma yasağı koyduğu kişi mi?
Hah, o işte. O kadar saygın bir adam ki, korkunç durumu anlattığı için, kendi memuru olduğu halde kovamıyor Bush onu. Hansen diyor ki: “Böyle gelmiş böyle gider senaryosuna göre, yani acil tedbirler hemen alınmaya başlanmazsa en fazla 10 senemiz var”. Kıyamete 10 sene var yani. 10 yıla kadar ısının iki derece daha yükselmesine engel olamazsak, ondan sonrası kontrol edilemez artık. Çünkü başka, bilmediğimiz bir gezegenden bahsediyor olacağız.
 
İyi bir şeyler de söyleyin lütfen!

Önlem alınmazsa sonuç kötü olacak. Gezegen yeni bir çağa girecek. Ozon deliğini bulan ve bunun için Nobel alan adam Paul Crutzen “Doğaya uymaya çalışan insan çağı bitti, insana uyan doğa çağı başladı” diyor. Anthropocene çağı! Bu çağda ne yaşanacağını bilmediğimiz için, ne olacağını söyleyemeyiz.
 
Dünya küresel ısınma nedeniyle yok olmayacak, bunların hepsi palavra, komplo teorisi diyenler de var.
Petrol ve enerji şirketleriyle, otomotiv sanayii ve onların emrindeki bazı siyasetçiler böyle diyor. Ya bilim insanlarına inanacaksınız, ya bunlara. Ben bilim insanlarına inanmayı tercih edenlerdenim.
 
Küresel ısınmaya sebep, temel olarak kömür, doğalgaz, petrol gibi fosil yakıtların kullanımı. Süren medeniyet, işleyen sanayi bu enerji kaynaklarına dayalı. Küresel ısınmanın önüne geçmek için bu medeniyetten toptan mı vazgeçmek gerekiyor?
Medeniyetten vazgeçip Tarzan ya da hippiler gibi yaşamamız gerekmiyor. Akıllıca davranalım yeter. Daha az tüketmek, yaşama tarzımızı biraz değiştirmek ve tedbir almak gerekiyor. Şimdi! Hemen!
 
Tedbirleri hemen konuşalım o zaman! Ne yapılması gerekiyor?
Önce hedef belirlemek lazım. Bu konuda en çok kafa patlatan ve yazı yazan düşünür ve aktivistlerden George Monbiot, geçen ay yayımlanan kitabında kendi memleketi İngiltere için olayı şöyle özetledi. İngiltere gibi zengin ve kirletici bir ülkenin son bilimsel verilere göre 2030’a kadar kesin olarak sera gazı (CO, metan vb.) salımlarını yüzde 84 oranında azaltması lazım! Yerine getirilmesi gereken 10 başlık var. Nüfusu dünyanın yüzde 5’i bile değilken, tüm sera gazı salımlarının yüzde 25’ini yapan ve Kyoto’yu imzalamayan ABD ve Avustralya gibi zengin ülkelerin salımları yüzde 90 oranında kısması gerek! Hedefi tutturabilmek için ülkeler gibi kişilere de karbon kotası konulmalı. Bitiren isterse, araba yerine bisiklete biner, gereksiz lambaları söndürür. Serbest piyasa sonuçta! Ama mutlaka uygulanmalı. 2030’a kadar kısılması gereken salımda dünya ortalaması yüzde 60 olmalı!
 
Türkiye’nin emisyon rakamları bilinmiyordu. Kyoto Protokolü ekinde bu yıl yayınlanan ölçümlere göre Türkiye emisyon artış hızı en yüksek ülke olarak rekora imza attı: Yüzde 65. Türkiye kaça düşürmeli?
Türkiye dünya ortalamasına, yani yüzde 60’a oturacaktır herhalde. Somali, Eritre gibi endüstrisi olmayan ülkeler için böyle bir şey yok tabii. Onlar daha ilerde katılacaklar kervana. Sonunda, her ülke ve her insan kısıntıya gitmek zorunda kalacak. Ama adalet ve hakkaniyet şartlarında olmalı elbette.

İşleri zorlaştıran şöyle somut bir durum da yok mu: “Sorun küresel. Yani o kadar ‘herkes’i ilgilendiriyor ki beni ilgilendirmiyor.” Bu nasıl aşılacak?
İşte şimdi 13. eşiğe geldik! Haklı olarak sorduğunuz soruyu ben de soruyorum kendime. Şuna inanıyorum: “Bu değişebilir.” Biz değişirsek karar alıcılar da değişmeye mecbur kalacak. Kadın hakları da böyle olmuştur, köleliğin kaldırılması da. İlk kez köle ticareti kalksın dendiğinde, İngilizler bir taraflarıyla gülmüştü, bu iş nasıl olacak diye. Ama oldu. Bu hem zihin, hem vicdan meselesi. Bu noktaya gelinecek. Gelinmezse alternatifi yok zaten. Yok olunacak.
 
Zihinsel değişimi sağladıktan sonra neler yapılmalı?
Evlerin yalıtılması lazım. İçindeki canlıların ısıtması ve pencerelerin doğru yerleştirilmesiyle yani sırf bununla, hiç ısıtma sistemi, soba, kalorifer, merkezi ısınma vb. filan olmayan “Passivhaus” denen sistemler var ve son derece etkili. Almanya’da uygulanıyor. Sadece yüzde 5-10 daha pahalı, değmez mi? Yakıt masrafı olmayacağı için hayli hesaplı aslında. Ama hükümetlerin zorlaması lazım. Asgari yüzde 70 tasarruf sağlayan ampuller satılıyor, sadece onlar kullanılmalı. Açık hava kafelerindeki ısıtmalar kaldırılmalı. Böyle bir şey olabilir mi zaten, eski İzocam reklamlarında söylendiği gibi “göğü ısıtamazsınız! Plazma tv gibi çok enerji tüketen cihazlara yüksek vergi konmalı. Yüzde 80 – 90 daha fazla enerji harcıyor. Stand by düğmelerinin olmadığı elektronik cihazlar kullanılmalı. Farkında bile olmadığımız yüzde 25 gibi enerji kaybı var burada, aptalca. Plazmasız ve 4x4’süz bir hayatımız da olabilir pekala. Nükleer füzelere, pahalı savaş uçaklarına harcanacak paralar alternatif, yenilenebilir enerji yatırımlarına yöneltilmeli. Sahillerin açıklarına büyük rüzgar çiftlikleri kurulmalı. Doğalgaz yerine hidrojen enerjisi kullanmak da mümkün, yatırımların ve araştırmaların oraya yönelmesi şart. Ulaşım için toplu taşıtları, özellikle otoyollarda tercihli şehirlerde otobüs sistemlerini kullanmak, ama şehir içi otobüs terminallerini kaldırıp, şehir içlerine servisle taşımak gerek.  Maalesef uçak kullanımını 2030’a kadar yüzde 5’e düşürmek gerekiyor. Yeni otoyol, yeni köprü, yeni havalimanı, yeni pist yapmamalısınız.
 
Ama uçağın yerine konabilecek hiçbir şey yok. Dünya bu kadar küreselleşmişken ve hızlanmışken nasıl olacak?
Onun çaresi yok. Gitmeyeceksiniz. Hele İngiltere, Amerika gibi kıtalararası uçuşlar falan zinhar olmamalı. İlla gitmeniz gerekmiyor, telekonferans yapabilirsiniz, Maldiv’de tatil yapmak zorunda değilsiniz. Yaşam daha önemli. Kabul etmek zor ama böyle. Gençliğimizde yaptığımız gibi gemiyle, trenle gidilebilir. Şehir dışında sadece otomobille gidilen süper marketler de iptal edilmeli, depoya dönüştürülmeli, depolar süpermarketlere göre yüzde 90 kadar aydınlatma, ısıtma vb. tasarrufu sağlıyor. Benzin tasarrrufu muazzam tabii. Süpermarketlerden evlere servis yapılarak da yüzde 75 tasarruf sağlandığı hesaplanıyor. Bunları yapabilirsek iyi, yapamazsak çok fena.
 
Hangisi gerçekleşmeye daha yakın?
Başarabileceğimize dair umudum artıyor. Mesela siz geldiniz, Star okuyucuları için konuşuyoruz. Eminim seneye küresel ısınma protesto yürüyüşüne de geleceksiniz. Bunu hep birlikte yapacağız.
 
Petrol için başlatılan savaşlar sürüyor. Amerika hem Kyoto’yu imzalamıyor hem otomobil üretmeye, petrol için insan öldürmeye devam ediyor. Küresel ısınmayla mücadele Amerika’dan bakınca nasıl olacak?
Amerikalılar da bir bilinç değişikliğine giderlerse, durum hızla değişebilir. Değişme belirtileri başladı zaten. ABD’de bazı eyaletler, mesela California’da beğenmediğimiz Arnold Schwarzenegger Vali olarak, halkın baskısıyla değiştiriyor bu şartları. Hükümet ne derse desin, Kyoto hedeflerini tutturmak, onun ötesine geçme kararına varıyorlar. Hoş, otomotiv şirketleri de işsizlik yaratacaksınız diye Eyaleti dava ettiler, o da başka ya. Ama, epey bir gecikme ve kasıtlı geciktirmeden sonra oldukça hızlı bir değişim başlıyor gibi. Birçok eyalet, yüzlerce şehir ve belediye meclisi harekete geçti.
 
Ya biz? Türkiye Kyoto anlaşmasına taraf değil ve ‘Daha zamanı var, önce kalkınalım’ deniyor. Kyoto felaketin önüne geçmek için yeterli mi?
Çevre Bakanı’nın buna kendisinin de inandığını sanmıyorum. Çelişik konuşuyor, hem çevre felaketi Akdeniz’i vuracak diyor, hem Küresel Isınma en büyük tehdit diyor, hem de Kyoto’yu imzalayamayız diyor... Bunları aşalım artık, vakit kaybetmeyelim. Zayıf, sulandırılmış bir anlaşma olmasına rağmen Kyoto’nun imzalanması bir zihniyet değişikliğini göstermesi açısından çok önemli. 168 ülke imzaladı Kyoto’yu. Dünyada 189 ülke var zaten. Türkiye Kyoto’yu derhal imzalamak hatta ötesine gitmek zorunda. 2015’te imzalarız diyor Bakan. 2012’de yürürlülük süresi bitiyor zaten anlaşmanın. Halk yaşam hakkını savunmalı, talep etmeli. Bunu yapmayanlar bedelini ödemeli.
 
Türkiye’de toplum genelinin bir sorunu sahiplenebilmesi için o sorunun ‘milli’ olması gerekiyor. Bu küresel bir sorun ama 'milli’ taraflarını anlatırsanız katılım sağlanabilir belki?
Bunun milli tarafı yok. Bu dünyadaki en küresel şey. Tabiat ortak. İşte, Akşehir Gölü diye bir şey kalmadı. Tuz Gölü son yıllarda çöle dönüyor. Kuraklık geldi. Felaketin ilanı kaldı sadece. Yağmur yağmazsa yandık. Yağan yağmur da, iklim değişikliği yüzünden istenmeyen miktarda ve yerde yağıyor. Güneydoğu’da ölüyorlar, Kocaeli’nde insanlar selde perişan oluyorlar. Tübitak da yayınladı, buzulların yüzde 97’si eridi, bitti. Bunun tartışılacak tarafı yok artık. Antalya’nın bütün plajları gidecek. Ne turizminden bahsedeceğiz o zaman? Turizmden geçtim, orada insanlar yaşayamayacak. Tahıl ambarı Orta Anadolu kuraklıktan kırılacak. Soyumuzu korumak istiyorsak akılcı, vicdanlı davranmalıyız. Benim görevim anlatmak, sizinki yazmak.
 
Ne olduğu anlaşılamayan, çünkü açıklanmayan, alaya da alınan ERKE dönergeci kurtarıcımız olabilir mi? Yapılan açıklamada “Doğada var olan ancak mevcut sistemler ile faydalanılamayan bir enerji kaynağı, Erke dönergeci metodunda maddenin atalet özelliği kullanılarak güç alınabilir bir hale getirilmektedir” deniliyor çünkü…
Bilmem? “Bekleyin göreceksiniz!” dediler. Dünyayı değiştirecek, küresel ısınmayı, savaşları sona erdirecek bir buluş yaptıklarını bizzat şirketin danışmanı, bir basın toplantısıyla bütün dünyaya açıkladı. Ne diyebilirim? Doğruysa, ateşin bulunması ve tekerleğin icadı da dahil olmak üzere insanlığın en büyük buluşu yapılmış demektir. Hepimiz kurtulduk demektir. İnşallah bir an önce açıklarlar ve acılardan kurtuluruz.
 
Sosyal meseleleri dert edindiğinizi biliyoruz ama özellikle bu konuya yoğunlaşmanız nasıl oldu?
Bilmiyorum. 68 kuşağı olmanın da verdiği bir şey olsa gerek. İnsan haklarını, kadın haklarını, çevreyi, savaşlara karşı barışı savunan kuşağın çocuğuyum ben. Bu tüketim trendleriyle, bu kapitalist anlayışla bu işin yürümeyeceği o zaman da hissediliyordu, ama bu kadar net değildi tabii. Ziya Paşa’nın meşhur dizesinde olduğu gibi: “İdrak-i meali bu küçük akla gerekmez, Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.” Aklı ve vicdanı olan herkes görebilir bunu artık.
 
Bu gidişat, acil önlem gerektirmesine rağmen adımların yavaş atılması üzmüyor mu sizi? Bu meselelerle uğraşanlara küçümseyen bir bakış da vardır bir yanda, şevkiniz kırılmıyor mu?
Zor bir soru. Korkunç bir adaletsizliği de beraberinde getiren bir mesele bu küresel iklim değişikliği çünkü. Sebep olmamalarına rağmen küresel ısınmanın sonuçlarından ilk etkilenenler en yoksul ülkeler ve zengin ülkelerin en yoksul kesimleri olacak. Geçen sene New Orleans’ta olduğu gibi. Şimdilerde, küresel ısınmanın Eskimo’ların ya da Doğu Anadolu’dakilerin yaşadığı adaletsizliği nasıl artıracağını düşünüyorum. Mücadele etmek dışında başka yol da bilmiyorum. Sözle eylem birlikte gitmeli. Chomsky’nin dediği gibi, part-time eylemcilik de olamaz. Yani, şunu diyemem ben: “Efendim, radyoda programda anlatıyorum, eh Star’a da mülakat verdim, o zaman tamam, görevimi yaptım. Akşam bir partiye ya da maça giderim artık, hak ettim...” Bunu diyemiyorum. Uyku dışındaki tüm zamanımda bu işle uğraşma ihtiyacı duyuyorum. Yeni kitaplar okuma, yeni bilgiler edinme, yeni yürüyüşlere katılma, yeni dersler verme, yeni konuşmalar yapma vb. Üzülmeye vaktim yok o yüzden.

Kaynak: Star Gazetesi, Fadime Özkan



Bu haber 635 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,799 µs