En Sıcak Konular

Neoliberal "ruhsuz" psikiyatri!

3 Ocak 2008 14:41 tsi
Neoliberal Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesi'nin hekimlerinden Cemal Dindar psikiyatri konusunda karamsar. Dirdar 'Teşhisi korum, ilacını veririm, ötesine karışmam' diyen psikiyatrist profilinin iyice yerleştiğini belirtiyor. İşte sarsıcı tespitler...

Psikanalistin yargılayıcı olmadığını anlayan kişi duygularını açacak kadar kendini güvende hisseder. Bu güvenin oluşumu ile yakınlaşma ve hekim hasta ilişkisini aşan bir boyut kazanır yaşananlar. Paylaşımlar, üretimler ve sonuçlar ancak böyle bir güven ortamında inşa edilir. Zaman zaman olumlu olumsuz haberdar olduğumuz Bakırköy Ruh ve Sinir Hastanesinin hekimlerinden Cemal Dindar. Burada görev yaptığı yıllarda yapmış olduğu derlemeleri Bir Akıl Hastanesinin Hatıra Defteri "Nal" adını verdiği bir kitapta topladı. Daha önce de çeşidi edebiyat, felsefe ve psikoloji dergilerinden tanıdığımız hastane sakinlerini ve "Nal" adlı kitabını konuştuk Cemal Dindar ile...

»Bir psikiyatrist olarak akıl hastanelerinde bulunan hastaların hayatla bağlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Akıl hastanesi, her şeyden önce bir kurumdur. Her kurum gibi de belli bir hiyerarşiye sahiptir. Bakırköy'deki kapalı servislerde bu hiyerarşinin tepesinde klinik şefi, tabanında da tedavi için yatırılmış kişiler vardır. Arada da diğer hekimler, hemşireler, hastabakıcılar... Bir de yatan kişilerin yakınları uzun yatış talepleriyle bu hiyerarşiye eklenebilir. Nal'da şiir ve metinlerini topladığım kişilerin birçoğunun handiyse çeyrek yüzyıl hastanede kaldığını düşünürsek, bu yatışlardaki önceliğin tedavi olmaktan çok toplumdan, hayattan yalıtma olduğu aşikârdır.

R.G.Ö bir şiirinde ne diyor: "Üsküdar'daki odamda hayalimin bir ucu. Aklımda tek bir kelime taburcu" Bu dizeler iyi özetlemiyor mu? Onlar, bu uzun yatışlarla kış günündeki serçeler gibi hayat acemisine dönüştürülmüş. Hayatla bağları da bir taburculuk düşüne dönüşmüş. "Kafesteki kuşun her an kurtulma ihtimali de vardır " Bu söz Ş.Ö.'nün. İnsan kapatıldıkça umudun nasıl depreştiğini başka hangi söz bu kadar yalın anlatabilir!

»Bugünlerde durum nasıl?
Kitapta daha ayrıntılı anlatmaya çalıştım. Uzun zamandır manzara şudur: psikiyatri kurumlarının nesnesi insan değil hastalık artık. Sonuçta yüksek doz ilaçlarla hastalık bastırılıyor. Ancak bu hastalıklardan musdarip olan kişiler de kendi bedenlerine çekiliyor. Evet, toplum rahat ediyor, kurumlar rahat ediyor fakat uzun dönemli yatışlardaki taburculuk düşü kadar bile düşü olmayan kişiler yaratılıyor.

»Uzun bir arşiv çalışması gibi "Nal" adlı yeni kitabınız. Hazırlık aşamalarında sanırım kitapta yer alan yazı ve şiirlerden daha fazlasına ulaşmışsınızdır.
Ulaşamadıklarımın daha fazla olduğu da kesin. Aklıma geldikçe kendimi affedemediğim bir şeyi sizinle paylaşayım. Bakırköy Akıl Hastanesi'nin çok güzel bir iç bahçesi vardır. Cumhuriyet'in idealist öğretmenlerinden Hikmet Hanım'ı kitapta da andım. 1963 yılında emekli olduktan hemen sonra burada yatan kişiler için bir kütüphane kuruyor. Asistanlığım döneminde, yani doksanlı yıllarda bu kütüphane hâlâ ayaktaydı. O dönemlerde yapılmış rehabilitasyon çalışmalarındaki resimleri, yazılmış şiirleri, metinleri bizzat orada gördüm. Üstelik daktilo filan da değil. Kişilerin el yazmaları. 2000 yılında asistanlık bitti. Urfa'ya tayinim çıktı. Gittim. Keşke birer fotokopisini alsaydım. Kızgınlığım buna. Geçen gün öğrendim, o kütüphane yıkılmış. İçinde nice deneyimden süzülmüş şiirleri, metinleri ne yıkanlar ne de yıktıran-lar dert edinmişler. O enkazla birlikte gitmiş. Bu örneği düşünürsek, Nal, enkazdan kurtarılan sözdür. O kütüphane memleketin en büyük akıl hastanesinin idaresinin izni olmadan yıktırılamayacağma göre bundan ne sonuç çıkaracağız? Tepesinde psiki-yatristlerin bulunduğu akıl hastanesi hiyerarşisinde o hastanelerde yatan kişilerin sözlerinin hâlâ hiçbir kıymeti yok...

»Bakırköy Akıl Hastane-si'nde, İnilti, Kendi Sesimiz, Şizofrengi ve Aura gibi önemli yayınlar çıkmıştı. Bu dergilere hastaların katkıları nelerdi? Nasıl sonuçlar elde edildi?
İnilti, 1960'ların başında çıkmış ve sanırım hastane sınırlarında kalmış bir kitap. O dönem rehabilitasyon çalışmalarında görev almış öğretmen Bedia Hanım, Be-dia Tuncer hazırlamış. Yatan kişilerin şiirlerinden oluşuyor. Birçoğunu Nal'a da aldım. Kendi Sesimiz dergisi de yine aynı dönemin ürünü. Başhekimliğin yetkisinde çıkartılmış. Harikulade bir dergi olmasına rağmen, biraz o dönem yapılanların vitrini olarak işlev görmüş... İşte hastanemizi başbakanımız ziyaret ettiler, sağlık bakanımız geldiler gibi... Şizofrengi, bizim psikiyatri tarihimizde özgünlüğüyle bir mucize dergidir. Doksanlı yılların başlarında Bakırköy'de aynı dönem asistanlık yapmış ve suyun akışına kendini kaptırmamış hekimlerin ve dostlarının "bu işte bir yanlışlık var, başka bir psikiyatri de mümkün olmalı" diye özetlenebilecek çabalarının ürünü. Hastanede yatan kişilerin ürünlerine "bakın akıl hastalığı budur, böyle de tuhaf şeyler yazarlar" diyerek değil de, kıymet vererek yer veren benim bildiğim ilk Şizofrengi'dir.

»Peki Aura?
Aura'nın özgünlüğü ise önce haftalık bir gazete olarak çıkmış ve aralıksız kırk hafta çıkmayı da başarmış olmasıdır. Yatan kişilerin gazetenin çıkarılmasında, hastane içinde dağıtılmasında rolleri olmuştur. Ne bir ilaç firmasından ne de hastane yönetiminden destek alınmıştır. Ben asistanlığa başladığımda orada uzman olan Ahmet Coşkun, Erdoğan Özmen ve adlarını burada sayamayacağımız kadar nice hekim arkadaşın yatan kişilerle edebiyat ve sanat yoluyla kurdukları bağ bu gazetenin mayası olmuştu. Bu yayın silsilesinin sonuçları Nal kitabında özellikle hekimlerin, yatan kişiler üzerine yazdıklarında görülüyor. Psikiyatriye yeni bir duyarlılık kazandırmaya hizmet etmişlerdir.

»Başarılabildi mi? Bu duyarlılık psikiyatride bugün var mı?
Yazık ki bu konuda karamsarım. Psikiyatri ruhsal sorunları, toplumsal meselelerle anlamaktan hadi vazgeçelim, kişinin bireysel öyküsüyle anlamaya bile gönülsüz. Her şey giderek biyolojik olana bağlanma eğiliminde. Adam işinden kovulmuş, evine nasıl ekmek götüreceğini düşünmekten bitap düşmüş... Hayatla baş edemediği için psikiyatriste gidiyor, psikiyatrist ne diyor: "senin beynindeki sinir uçlarında mutluluk hormonu azalmış, al şu ilacı geçer."

»Niye böyle? Nasıl oldu da psikiyatri toplumsal sorunlara karşı körleşti?
Teşhisi korum, ilacını veririm, ötesine karışmam' diyen psikiyatrist profili iyice yerleştirildi. Bunda 1980'lerden beri Türkiye'ye kakılan neoliberal ideolojinin ve elbette ilaç şirketlerinin kurumları ve kişileri nemalandırmasının büyük payı var. 12 Eylül'de neler yaşandı, iyi kötü biliyoruz. Psikiyatri 12 Eylül 1980'den ancak on yıl sonra işkenceden ve işkencenin ruhsal sonuçlarından söz edebildi. Umarım bu güzel ülke bir daha benzer şeyleri yaşamaz. Ama benzer bir süreç bugünkü kadrolarla ve kurumlarla yaşansaydı on yıl değil korkarım yirmi yıl beklerdik. Kariyerizm hayatın her alanında olduğu gibi burada da büyük bir yıkıma yol açtı.

»Sanata ilgi duyan kişilerin orada bulunmaları onların sanatlarını devam ettirmelerine olanak veriyor mu? Yani bir anlamda sanatın rehabilite eden yönü kullanılıyor muydu?
Kişilerin kapatılmasının sanadarına katkıda bulunacağını düşünmüyorum. Nal'da yayınladığım ve kanımca şair ya da yazar oldukları şüphe götürmeyen kişiler yeteneklerini ifade edebilecekleri özgür hayat alanlarında kimbilir neler yazarlardı!. Altmışlı yetmişli yılların Bakırköy'ünde şiir ve resmin rehabilitasyon için kullanıldığını biliyoruz. Nal epey bir bölümüyle o dönemin de özetidir.

»Kitapta yer alan kişilerden kısaca bahsedersek, sizi en çok etkileyen karakter kimdi? Yazdıklarını nasıl buluyorsunuz?
Ben bazılarını tanıma şansına erdim. Bakırköy'ün kantinini işleten İsmail'in getirdiği demli çay eşliğinde şiirlerini okuyan M.Ş. Hastanenin kreşinin önünde düşsel kızını bekleyen B.U. Bond tipi çantasında taşıdıklarıyla bugünkü komplo kuramlarına taş çıkartacak öyküler gezdiren Ş.Ö. Yazdıklarında Türkçe'nin mucizesini buluyorum. Bir dil, meram anlatmak için nasıl bu denli esner, kendinden vazgeçecek kadar yüceleşir? Bir mucize.

»Resim, akıl, delilik ya da dışavurum ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Şizofren hastalardan derlenen bir de resim sergisi açıldı görebildiniz mi?
Sergiyi görmedim. Belki yazmaya gönül koymuş biri olduğum içindir, dikkatim hep yazıda oldu. Bir de mesleğimle ilgili başka bir çekince olabilir, bu alandaki görsellikle ilgim öncelikli değil. O çekince de şu: psikiyatri yalnız bizde değil Avrupa'da da 'akıl hastaları'nı teşhir etmeyi meziyet bilmiştir. Mazhar Osman'ın ünlü halk seminerleri ve o seminerlere taşınan 'hastalar' bilinir. Herkesin bir şeyleri teşhir etmeye çalıştığı günümüz dünyasında yazı daha masum geliyor bana.

ERKAN DOGANAY



Bu haber 3,768 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,218 µs