En Sıcak Konular

Korku psikolojisi siyaseti belirliyor!

7 Ocak 2008 11:59 tsi
Korku psikolojisi siyaseti belirliyor! Boğaziçi Üniversitesi’nde duygu sosyolojisi dersleri veren Prof. Nükhet Sirman, toplumun 2007’de saflara ayrılmasının ardında korku psikolojisinin yattığını, politik amaçla en kolay kullanılan duygunun ise korku olduğunu söylüyor.

Fadime Özkan/ Star

2007’nin zor ve yorucu bir yıl olduğu konusunda herkes hemfikir de, ne olup bittiğiyle ilgili okumalar farklı. Siyasi toplumsal olayların kırılmalara yol açtığı yılda ‘korktuklarımız olmadı, yeni açılımlar sağlandı’, deyip umutlananlar da var, bambaşka bir yere gittiğimizi söyleyip korkanlar da. Bundan böyle bir milat olarak ele alınacak 2007 şüphesiz, korkunun hakim olduğu bir duygu yılıydı. Peki bu duygusallığın ardında ne var, ne oldu, neden ve nasıl oldu, devlette ve toplumda ne değişti? Boğaziçi Üniversitesi’nde duygu sosyolojisi dersleri de veren, toplumsal cinsiyet üzerine çalışan, KA-DER üyesi antropolog Prof. Dr. Nükhet Sirman ile 2007’de aslında ne olduğunu konuştuk. 

Herkesin kritiği farklı; size göre nasıl bir yıldı 2007?

Kilit bir yıldı. Ülkedeki dönüşümlerin nereye gittiğini gördük. Devam edegelen yönetim anlayışı kristalize oldu. Çerçevesi belirginleşti, muktedir oldu. Vatandaşın tanımı değişti. Bu bir süreç. Siyasetçiler önceden halka ‘emekliler işçiler köylüler memurlar...’ derken Özal ‘orta direk vatandaş’ diyerek farklılıkları tekil bir vatandaş profiline indirdi. Sonra bu, AKP ile ‘vatandaş’ oldu. ‘İstediğimiz tekil bir vatandaş tipi var. Siyasete dahil olacaksanız, bu kimlikle konuşabilirsiniz. Başkasını duymuyoruz biz’ dendi. Oysa ülkedeki binlerce farklılık bir homojen kategoriye sığdırılamaz.

Devletin herkese ayrım gözetmeden eşit mesafede olduğunun beyanı da değil midir bu bir ‘vatandaş’ tanımı?

Karşındaki insanı nasıl bir kimlikle kurduğunla alakalı bu. Atatürk mecliste konuşurken ‘efendiler’ derdi. Memur, işçi, köylü, emekli.. sınıflaması da eksikti ama bu şekilde, toplumda dertleri, çıkarları farklı kesimler olduğu bilgisi, bilinci çıkıyordu ortaya. Fakat bu değişim hiçbir şekilde AKP ile gelmedi, 1980 sonrası geliştirilen neo-liberal politikaların parçası. Mucidi de Turgut Özal değil, neo-conlar (yeni muhafazakárlar). Türkiye’ye Özal getirdi ama AKP yerleştirdi.

Çağın siyasi toplumsal dalgasının Türkiye’deki karşılığı o halde?

Dünyadaki yeni muhafazakárlığın Türkiye’deki temsilcisi AKP. Başbakan ‘Ben Özal’ın devamıyım’ derken doğru söylüyor. Neden inanmazlar anlamıyorum. 

Küreselleşme ve liberalleşmeyle birlikte etnik, dinsel, cinsel farklılıkların tanınma talebiyle görünür olduğu, tanındığı bir dönem bu. Benzer bir süreç Türkiye’de de yaşanıyor. İnsanlar farklılaşırken söylediğiniz indirgemeci ‘vatandaş’ kimliği nasıl oluşuyor peki?

Toplumdan talepler geliyor. Ortada bir özgürlük söylemi var çünkü, fakat bu sınırlı bir özgürlük. Sınırları ahlak anlayışları, ülkenin bölünmez bütünlüğü vs. denilerek belirleniyor. Çeşitli yerlerden gelen, sınırların kabul edebileceği talepler, homojen monolitik vatandaş kimliğinin inşasında tuğla olarak kullanılıyor.

Böylece, kısmen de olsa talepler yatıştırılmış oluyor?

Yatıştırılmış ‘gibi’ yapılıyor. Talepleri içeriyor ama sulandırıldığı için içi boşalıyor. Vatandaşın arzuları, istekleri, rüyaları, yaşayış tarzı, hayattan beklentisi vs. çizilirken de siyasetin adı değişiyor. 

Nasıl ve ne oluyor?

Diyelim ki anayasa veya sosyal reform yasası var gündemde. STK’lardan özgür tepkiler geliyor ama ‘Bunlar siyaset yapıyor’ diye karşılanıyor. ‘Siyaset kötü bir şeyse sen ne yapıyorsun’ sorusuna da ‘Biz hizmet ediyoruz’ cevabı veriliyor. Siyasetin adı hizmet oluyor böylece. 

Siyaset hizmeti içermez mi zaten?

‘Biz siyaset yapmıyoruz, o vatandaşa (içeriği belirlenmiş, en azından ne olmadığı iyi bilinen vatandaşa) hizmet ediyoruz’ denince; toplum nedir, kimlerden oluşur, farklı toplumsal kesimler nasıl bir mutabakat yapmalıdır, toplumun farklı isteklerini de içerebilen ideal toplum nasıl hayal edilmelidir, gibi sorular çöpe atılıyor. Bu sadece siyaseti değil hayatın her alanını etkileyen bir dönüşüm. Haklar, görevler, olgular değişti ve bu, toplumu düzenleyen temel yasaların buna göre düzenlenmesini mümkün kıldı.

VATANDAŞ KURGULANIYOR 

Toplum artık asker-sivil bürokrasi vesayetini reddediyor, dönüşüm istiyor. AK Parti’nin oyunu artırmasının ardında da toplumun bu siyasi bilinç ve iradesi var, diyenler var. Katılır mısınız?

Hayır, çünkü ben o toplum kim, duyulan sesler hangi sesler ve bu nasıl oluşturuluyor diye soruyorum. O vatandaşı üretenler vatandaşa böyle bir arzu yüklüyor, politikalarını vatandaşın isteğiymiş gibi sunuyorlar, diyorum. 

Vatandaşa rol mü veriliyor yani?

Bu tam da o yeni vatandaşın nasıl bir şey olduğuyla ilgili. İnsanlar ‘vatandaşın arzuları, sorunları, şöyledir, şöyle yaşar vs’ diye çizilen normal vatandaş tipini duyuyor ve ‘Ha tamam, bunu istiyorum işte’ diyor. Hazır reçeteye evet diyor yani. Bu reçetenin parçalarını ise bir sürü yerden gelen farklı talepleri anlamlı bütün haline getiren siyasetçiler oluşturdu. Bu bir kurgudur, vatandaş da kurulmuş oluyor.

Toplum gerçekte ne istiyor peki? 1980’ler ideolojilerin geri çekildiği, hayat kalitesinin öne çıktığı yıllardı. 90’lar bunu pekiştirdi. Seçim sonuçları da ‘halkın refah huzur ve istikrar’ isteğine bağlandı. Bunun siyasetle ilgisi yok mu?

Burada ben başka şeyler de okuyorum. Üretilen vatandaşa ‘sen hayatını yaşa, ben sana hizmet getireceğim’ dendiği için vatandaş hizmete oy verdi. Bunlar birbirlerini karşılıklı kurdu. Önce o vatandaş yaratıldı, sonra o vatandaş, onu yaratana oy verdi. Siyasetin adı hizmet oldu. Hizmetkarınım diyen siyaset prim yaptı.

BİREYSELLEŞME BİR GÖRÜNTÜ

Peki. 80 sonrası oluşmaya başlayan sivil toplum geçtiğimiz yıl daha görünür oldu, meydanlara bakıp yeni orta sınıf doğdu da dendi. Bu yeni orta sınıf sivilleşiyor, sivilleşirken de bireyleşiyor mu?

Bunlar farklı şeyler. Orta sınıfın bireyleşecek kaynakları var ama ‘önce ben’ diyor. Trafik, sokak, siyaset yapma biçimi.. her şey böyle. Bireyselleşme ‘çevremden bir şey geliyor ama ben x veya y konusunda ne düşünüyorum’ diye sormaktır. Bireyselleşme yok o yüzden, bireyselleşme görünümü var. İnsanlar sokakta kendi başlarında yürümüyor, kahve içmeye gitmiyor mesela. Her şeyi arkadaş grubuyla, cemaatle yapıyor çünkü başka türlü var olamıyor. 

Ya sivil toplum, sivilleşme?

Kendini devlet yerine koyan, destek vermek, yapamayacağını yapmak için kurulan STK’lar çoklukta. Bu da sivilleşmeye değil devletin sivil toplumun beyninde daha çok yerleşmesine yol açabiliyor.


Korku siyaseti safları belirler

2007 halkın kitleler halinde sokaklara döküldüğü bir yıldı ama ayrı ayrı hepsini harekete geçiren ortak duygu korkuydu. Bu duygu siyasi rant olarak da kullanıldı mı?

Korku insanları kendi evine, safına geri çağırır. Korkmayan insan ortalığa atılır. Korkan ise önce kabuğuna çekilir, kendini korumaya çalışır. Bunun için de kendi gibilerle yan yana durur, ortaya saflaşma çıkartır. Korku politikaları bunu mümkün kılar. Bu çerçevede, Dink’in cenazesinde 300 bin kişi ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye yürüyünce hemen ardından ‘Hepimiz Ogün’üz’ diye cevap verildi. Cumhuriyet mitinglerinin karşısına yüzde 47 oy çıktı. Şehit cenazelerinde Türkiye’yi böldürmemeye yeminli insanlar bir tarafta, ‘hain’ denilenler diğer tarafta. Safların adı ırkçılar ile ırkçı olmayanlar, cumhuriyetçiler ile cumhuriyetin değerlerine kastedenler, devleti koruyanlar ile hainler... şeklinde konuyor. Korku politikası kimin nerede durduğunu yeni baştan belirliyor ve belli bir coğrafyayı yeniden kendi meşru toprağı haline getiriyor. Şehit cenazeleri Türkiye’nin her tarafına dağılınca iller karış karış kendini yeniden milletin bütünlüğüne adamış, diğerlerini hainler olarak tanımlamış oluyor.


AKP DE AKIL VE YÜREK BiRARADA 

Aydınlar yekpare değil ama tüm bu süreci doğru okudu, toplumu bilgilendirebildi mi?

En azından deniyorlar fakat medya engellerini aşıp toplumsallaşmaları çok zor. Bir de biz toplum olarak yürekle yapılan işi severiz. TV dizilerinde, kadın programlarında yürek ve gönül lafının ne çok ve nerelerde geçtiğine bir bakın. ‘Doğru bile olsa, yüreğim orada değilse yapmam’ denir. Bir şeyi yürekle yapmak, yapılan şeye daha fazla meşruiyet verir. Akılla yapılan şüphe uyandırır, çünkü akıl, çıkarı gündeme getirir. Akla değil yüreğe güvendiğimiz için de aydınları çok sevmeyiz. 

Duygular hálá ayakta. Bu toplum nasıl sakinleşecek?

Devleti yürütenler, gündemi belirleyenler bu duyguları ayağa kaldırarak iş yaptılar fakat AKP’nin politikalarında farklı olan şu: AKP akıl ve yürek beraber gitmeye çalışıyor. Karşısındakilerin yaptığı daha fazla yürek politikası. Onlar böyle yaptıkça AKP de buna ağırlık vermek zorunda kalıyor. Türkiye’de ciddi bir muhalefet gelişmedikçe -ki umutsuzum- yürek politikaları da sürecek.


MiLLiYETÇiLiK DE BiR KORKU

2007’de toplumsal yarıklar arttı, etnik dinsel milliyetçilik yükseldi. Bunun ardında ne var?

Milliyetçilik insanın kendisini sevmesi ile de alakalı. Yaşanan o kadar kişisel bir şey ki! Birçok dışlanmış grup milliyetçilikle bu yeni toplumsal yapıya entegre oluyor. ‘Ben bir şeyin parçasıyım, değerim benim ne yaptığımla değil bizim ne yaptığımızla ölçülür’ diyor. Orta sınıfların milliyetçiliği ile alt sınıfların milliyetçiliği de çok farklı. Türk milliyetçiliğinde orta sınıflar canları istediğinde, arada bir milliyetçi olur sonra başka şeylere yönelir ama yoksul kesimin başka bir şeyi yoktur zaten kendini ifade edebileceği. Kürt milliyetçiliğin de dinamikler farklı olsa da aynı aidiyet ve aidiyetle gelen benlik duygusu geçerli. Türk milliyetçiliğin yükselmesi ise AB sürecine bağlı. ‘Dengeler değişecek, dışlanır mıyız’ korkusudur bu ve AB’ye girmiş toplumlarda katılımdan önce olan bir şeydir. Türkiye zaten milliyetçilikle kurulmuş bir devlet. Çocukluktan itibaren herkese öğretilen milliyetçiliğin üzerine bir de çeşitli grupların oynadığı siyasetler var şimdi.


HiKAYE ‘EKONOMi POLiTiK’E UYGUN

Peki ya, etnik gruplara ve azınlıklara karşı tepkisellik?

Azınlıklara Avrupa’nın Türkiye’deki kolu olarak bakıldı hep. Şimdi de azınlıkların, misyonerlerin, yabancıların Türkiye’yi içerden fethetme planları olduğu söylemiyle, birlik beraberlik, bütünlük tekrar kuruluyor. Yabancılar yurt toprağını satın alıyor, deniyor ama yabancı sermaye neden çağırılıyor ülkeye, diye kimse sormuyor. Ekonomi politikalarına uygun bir şey çünkü bu. Ama Türkiye kurulurken geliştirilen söylemler, insanlara yakın olduğu için bazı kişilerce, istendiğinde kullanılabilecek söylemler olarak devam ediyor. Malatya’da Trabzon’da, İzmir’de olanlar resme uyduğu için ana hikayeye yamanabiliyor. Milliyetçilik insanları bir arada tutan, arzularını vesaireyi kuran kimliğin parçası oluyor böylece.



Bu haber 523 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,245 µs