Ahmet Kekeç: Hadi Ali, top sende..

11 Ocak 2008 17:10 tsi
Star Gazetesi yazarı Ahmet Kekeç bugünkü köşesinde, Dinç Bilgin'in 28 Şubat süreciyle ilgili itiraf ve açıklamalarıyla ilgili bir yazı yazdı. İlginç nitelendirmelerde ve benzetmelerde bulunulan yazıda, Ali Kırca'ya da dokunduruluyor. İşte Kekeç'in yazı

Hadi Ali, top sende... / Ahmet Kekeç

 

Dinç Bilgin’in, 28 Şubat sürecindeki bazı ‘nahoş işler’le ilgili bulduğu tanımlama, ne yalan söyleyeyim, çok hoşuma gitti.

‘Sapıklık...’ diyordu Bilgin.

Evet, bence de öyleydi.

Emeği geçen meslektaşlar kusura bakmasın ama, o dönemde yapılan bazı işler, sapıklığın da ötesinde bir ‘ruh haleti’ne işaret ediyordu ve böylesi görülmemişti.

Dinç Bey’i tanırım. Müktesebatı hakkında da iyi kötü fikrim var. İyi bir adamdır. İyi bir gazetecidir. Hatta, en iyilerinden biridir. Daha da önemlisi, rasyoneldir.

Bugün bunları söylüyorsa (‘günah çıkarıyorsa’ demek istemiyorum, çünkü gazetesindeki birçok şeyin kendi rızası hilafına yapıldığını biliyorum) mutlaka istinat ettiği haklı bir nokta vardır.

Evet, sapıklıktı...

Çünkü, 28 Şubat’ta yapılan bazı ‘nahoş işler’, hem çok can yakmış, hem de siyasetin tasfiyesine yol açmıştı.

Siyaset olmayınca hükümet de olmuyor.

Hukuk da olmuyor.

Ekonomi de olmuyor.

Güvenlik de olmuyor.

Para da olmuyor.

İş de olmuyor.

Hemen akabinde idrak ettiğimiz ‘büyük Şubat krizi’, bunun en önemli göstergesidir.

Dinç Bey az bile söylemiş...

Ufunetli bir dönemdi...

Mesela, kamu işlerini tedvire memur bir rektör, çıkıp, bazı ilkeler uğruna gerekirse ‘demokrasiden taviz verilebileceğini’ savunabiliyordu, kafasına göre kural ihdas edebiliyordu, güvenliğinden sorumlu öğrencilerini okul önlerinde joplatabiliyordu.

Düşünebiliyor musunuz sapıklığın boyutunu...

Haklı olarak, ‘Peki, hukuk?’ diyeceksiniz.

Ne hukuku?

Her şey hukuktan ibaret değildi ki...

Bunu da, attığı kışkırtıcı başlıklarla (‘Topyekün savaş’, ‘İşi bu defa silahsız kuvvetler halletsin’) darbenin tedvirine memur yazılan amiral gemisinin kaptanı söylüyordu: ‘Arkadaşlar, herşey hukuktan ibaret değildir.’

Öyleydi.

Herşey hukuktan ibaret değildi.

Karargah bilgileri gazete manşetlerini süsleyebiliyordu. Hakkınızda birtakım yalan yanlış haberler üretilebiliyordu. Her türlü afişe edilebiliyordunuz... Gerici, yobaz, vatan haini, ikinci cumhuriyetçi, liboş, ordu düşman ilan edilebiliyordunuz.

Andıçlanabiliyordunuz.

Nitekim, ‘malum ve meş’um andıç vakası’ndan sonra onlarca gazeteci susturulmuş ve işinden edilmiş, bir insan hakları savunucusu göz göre göre kurşunlanmıştı.

Özel hayatınıza hayasızca tasallutta bulunulabiliyordu

Her hareketiniz, her davranışınız tarassut altında tutulabiliyordu.

Fişlenebiliyordunuz...

Çünkü, demokratik normali son verenler (ve onların yardakçısı konumundaki ‘bir kısım medya’nın) yasalara uymak, hukuku ve kimi ahlak kurallarını gözetmek gibi bir mecburiyetleri yoktu...

İşinizden, çevrenizden, itibarınızdan, hatta ‘ülkenizden’ edilebiliyordunuz.

Madem konu açıldı, daha önce yapmış olduğum bir ‘çağrı’yı yineleyerek bu yazıyı bitireyim... Tam olsun.

Bu mevzuları hep konuşuyoruz da, hiç tartışmıyoruz.

Mesela, ‘28 Şubat uygulamalarına ben de imza atardım’ diyen güzel sesli anchorman Ali Kırca...

Hep de netameli zamanlarda ortaya çıkıp, ‘netameli konular’la ilgili harika programlar yapan Ali Kırca, neden 28 Şubat eksenli, siyasetin ve demokrasinin iadesine yönelik bir ‘ne getirdi, ne götürdü’ tartışması yapmıyor?

Malum süreçte dükkánı kapatıp araziye uymayı tercih etmişti ama, bugün geldiğimiz ‘erişkinlik ve yetişkinlik noktası’nda, böyle bir tartışmayı çoktan hak ediyoruz...

Bu haber 766 defa okundu.