En Sıcak Konular

Irak'tan ders almayan ABD'nin İran politikası!

14 Ocak 2008 11:19 tsi
Irak'tan ders almayan ABD'nin İran politikası! ABD ile İran arasındaki ilişkilerin temelinde, 1979 yılında İran Devrimi başarıya ulaştığından bu yana bir gerilim söz konusu olmuştur. ABD, izlediği provokatif askeri stratejiler ve Bush dönemindeki Neo-Con destekli politikalarla İran'ı daha da korunmac

Princeton Üniversitesi Prof Dr. Richard Falk/ Zaman

Amerika, Irak işgalinden ders almamış gözüküyor

Bu düşmanca tavırların çok derin kökleri vardır. İranlılar, Birleşik Devletleri Hükümeti'ni, İran'ın tarihinde adil bir şekilde seçilmiş tek demokratik lider olan Muhammed Musaddık'ın CIA eliyle 1953 tarihinde kurnazca tertip edilen askerî darbe ile deviren bir devlet olarak bilirler. Görünüşe bakılırsa, bu Soğuk Savaş döneminde sözü edilen askerî darbenin tertip edilmesinde en büyük etmen güçlü bir komünist partinin hüküm sürdüğü bir ülkeye Sovyetler Birliği'nin tesir etme ihtimalinden kaçınmaktadır. O zamanlarda ve halen, birçok İranlı, Şah'ı yönetime getiren bu askerî darbenin gerçek nedeninin, Anglo-İran Petrol Şirketi'nin (daha sonra ismi British Petroleum olarak değiştirilmiştir) kontrolü altında bulunan kendi petrol endüstrisini devralma cesareti sergileyen aşırı milliyetçi hükümetten kurtulmak olduğuna inanmaktadırlar. Sözü edilen bu gibi görüşler, sadece yabancı mülkiyetini yeniden tesis etmekle kalmayıp, aynı zamanda büyük Amerikalı petrol şirketlerine pastadan daha büyük paylar vererek ödüllendirerek İran'ın petrol endüstrisinin darbe sonrasında yeniden yapılandırılması gibi neticeler ile desteklenmiştir.

İran'In ABD'ye güvensizliğinin temelleri

Daha sonra, Amerikan güdümündeki Şah, bu darbeden sonraki yirmi beş yıl boyunca millî girişimciler pahasına da olsa uluslararası sermayeyi destekleyerek İran'ı otoriter bir yönetimle idare etmiştir. İranlılar, SAVAK olarak bilinen ve de rejim karşıtı olarak bilinen kişilere işkence etmek de dâhil olmak üzere ülkede baskıcı bir atmosfer tesis etmekten sorumlu nefret ettikleri gizli polis organizasyonunun İran'da kurulmasına Amerika'nın önayak olduğuna inanmaktadırlar. İki ülke arasındaki mevcut durumu tartışan Amerikalı siyaset uzmanları genellikle İranlıları Amerika'ya karşı olan hastalık derecesindeki güvensizliklerinden ve de şüpheci yaklaşımlarından ötürü 'paranoyak' olarak nitelendirmektedirler, ancak Şah döneminde yaşananları, Bush başkanlığında yürütülen tehdit diplomasisini ve de sadece saldırma potansiyeli olan iki adet uçak gemisi de dâhil olmak üzere, İran kıyılarında Amerikan deniz kuvvetlerinin provokatif stratejik tertiplenmelerini göz önünde bulundurduğumuzda, İranlıların endişelerinin tamamıyla makul olduğunu, hatta bu tür bir endişenin kaçınılmaz olduğunu itiraf etmemiz gerekir. Bush yönetimine egemen olan Neocon muhafazakâr kesim düşünme biçimi her zaman, Irak işgalini, -büyük ödülü İran olan-, bölgenin politik olarak bir yeniden yapılandırılmasını öngören kapsamlı bir jeopolitik senaryonun bir başlangıcı ya da ilk adımı olarak görmüştür. Amerikalı Neocon muhafazakârların bu bölgesel planı perde arkasında, bazen de İsrail'deki sağcı liderler tarafından açıkça, çok güçlü bir şekilde teşvik edilmiştir. İsrail'in bu teşviki birkaç yıl önce Ahmedinejad'ın seçimle iş başına gelmesinden bu yana dayanılmaz bir hırsa dönüşmüştür.

Son zamanlarda dikkatlerin yoğunlaştığı en önemli konu ise İran'ın Nükleer Silahlardan Arınma Antlaşması çerçevesindeki yasal yükümlülüklerini ihlal ederek nükleer silahlar geliştirmek üzere bir programa kalkışmasına Amerika'nın müdahil olması çerçevesinde cereyan etmektedir. 2007 Ekim ayında düzenlediği bir basın açıklamasında Bush suçlamasını şu şekilde ifade etmiştir: "İnsanlara Üçüncü Dünya Savaşı'ndan sakınmak istiyorlarsa, onların (İran) nükleer bir silah yapmak için gerekli bilgiye sahip olmalarını önleme konusu ile ilgilenmeleri gerektiğini söylemiştim." Vurgunun, 'silahların' kendisine değil de, 'bilgi' üzerine yapıldığına dikkat ediniz. Her şartta ihtiyaç duyulan bilgi her yerde mevcuttur ve de bu tür bir bilgiye erişimi engellemeye çalışmak gibi bir amaç göz boyayıcı bir hedeften öteye geçemez. Aslında önlenebilecek ya da yavaşlatılabilecek olan şey, materyallerin ve de teknolojinin edinilmesidir. Amerikalı yetkililerin 'askerî seçeneği masadan kaldırmayı' reddetmeleri tamamen yanlış amaca hizmet etmektedir: çoğu gözlemci Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olduğundan dolayı değil de, tam tersine bu gibi silahlara sahip olmamasından ötürü işgale uğradığına inanmaktadır. Etmenlerin bu şekilde bir araya gelmesi, İran'ın da içinde yer aldığı Ortadoğu'daki savaş alanının olası bir genişlemesine dair mevcut endişelerinin çoğunu açıklamaktadır.

Ezber bozan istihbarat raporu

Bu koşullar, Amerika politikasını meyve vermeyen bir ağaç gibi yaşamaktan ziyade, İran'ın nükleer faaliyetlerine karşı doğrudan askerî bir müdahale başlatmak olarak değiştirmek isteyen Washington'un politika üreten çevreleri tarafından düşmanlığını gizlemeyen ve de açık bir şekilde ortaya koyan Neocon ajitasyon tarafından daha da abartılmakta, kötüleştirilmektedir. Saygın Amerikalı gazeteci, Seymour Hersh, Aylardır Pentagon'da yürütülen bu tür bir savaş planının mevcudiyetini belgelemekle meşguldür. Tüm sebepler göz önünde bulundurulduğunda, resmi ABD Hükümeti Ulusal İstihbarat Teşkilatı'nın (NIE), 2007 yılının Kasım ayının sonlarına doğru yayımladığı ve de büyük bir şok etkisi yaratan "İran: Nükleer Amaçlar ve Yeterlikler" isimli yayımı sürpriz olmamalıdır. İran'ın tutumunun, Amerikan istihbarat servisleri arasında bir konsensüs ile bu şekilde değerlendirilmesinin, Bush hükümetinin, İran'ın nükleer kulübe katılma konusunda kararlı olduğu, ya da hatta Tahran'ın gelecekte bu şekilde bir niyeti olduğu yönündeki esas iddiasının üzerine kesinlikle tuz biber ekmiştir. Birtakım kısıtlamalar tarafından kuşatılmış olan NIE bulguları, nükleer silah geliştirme çabalarına İran'ın 2003 yılı itibarıyla son vermesi ve de 2007 yılının ortalarına kadar henüz yeniden başlamamış olması önemli ölçüde 'yüksek güven' olarak sonuçlanmıştır. Yine, bir kimsenin bir devlet bürokrasisinden beklediği uyarı ile rapor 'İran'ın 2005 yılından bu yana nükleer silahlar geliştirmek konusunda bizim (Birleşik Amerikan Eyaletleri) daha az kararlı olduğu' yönündedir. İstihbarat birimleri tarafından yürütülen ve de toplumu İran'a karşı Amerikan politikasının saldırganlığına iten kafa tutma, kamuoyunun görüşlerini henüz birkaç sene evvel Irak'ın işgal edilmesi öncesine götürme rolü ile çelişkiye düşmektedir. Rapor sonrası ne Başkan Bush, ne de şahin Başkan Yardımcısı Cheney, İran'a karşı yürüttükleri meydan okuma diplomasisini değiştirmemişlerdir, ancak NIE'nin çabaları Birleşik Devletler'i ve de İsrail'i İran'a karşı yürütülen sıkı çizginin tek avukatı olarak izole etmiştir.

Durumun bu güven veren unsurlarına rağmen, geriye İran ve de Amerika arasındaki ilişkilere dair üzerinde durulması gereken bir husus halen geçerliliğini korumaktadır. İsrailliler halen perde arkasında saldırması için Birleşik Devletler'i kışkırtmaktadır. İsrail hükümeti kendi istihbarat uzmanlarının NIE bulguları ile uyuşmadığını açık bir şekilde ortaya koymaktan geri durmamaktadır. İsrail Savunma Kuvvetleri'nin eski direktörü olan Tümgeneral Aharon Ze'evi Farkash NIE'nin müeyyideler yoluyla İran'a baskı kurma yönündeki çabaların altını oyduğunu ve de Türkiye de dâhil olmak üzere 'ılımlı Sünni ülkeler' arasında güçlü bir anti-İran koalisyonu oluşturma umudunu zayıflattığını üzüntüyle kabul etmektedir.

Ocak ayının başlarında, beş silahlı İran hücum botunun Hürmüz Boğazı'nda devriye görevi gerçekleştiren ABD Donanma gemilerine yaklaşmaları şeklinde hâsıl olan olay da benzer şekilde rahatsız edicidir. Hücumbotlar aniden geriye döndüğünde Amerikan gemileri 'uygun hareket' olarak nitelendirilen ateşe hazır konumda oldukları rapor edilmiştir. Bu tür bir olayı değerlendirmek oldukça zordur. İranlı yetkililer olayı sadece rutin bir kimlik kontrolünden kaynaklanan bir yanlış anlamadan öte bir şey olmadığını iddia etseler de, Amerikan açıklamasında kontrol dışında gelişen bir şiddet tehlikesinin altını çizmektedir. Ne yazık ki, geçen haftaki İsrail ziyaretinde Başkan Bush'un İran'ın 'dünya barışı için bir tehdit' oluşturduğunu ısrarla işaret etmesi, iki ülke arasındaki tansiyonu yükseltmiştir. 2003 yılında başlatılan Irak işgalinin hemen öncesinde Başkan Bush tarafından kullanılan söyleme alarm derecesinde benzerlik sergileyen İran'ın bu hareketinin Başkan Bush tarafından 'çok tehlikeli bir tutum' olarak nitelendirilmesi ve de olayın tekrarlanması halinde 'çok ciddi sonuçlar doğurabileceği' şeklinde uyarılar içermesi düşündürücüdür. Aynı zamanda, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Stephen Hadley, olayı, 'eğer tekrarı vuku bulursa İranlıların, sonuçlarından mesul olacakları' 'provokatif bir hareket' olarak nitelendirmektedir. Bölgenin barış konuşmalarına ve de barış inisiyatiflerine en çok ihtiyacı olan bir zaman diliminde bu tür savaş naralarının atılması üzüntü vericidir.

Diğer hükümetler olan biten son gelişmelere karşı olabildiğince sessiz kalmayı yeğlemişlerdir. Rusya'nın ve de özellikle küçük çapta da olsa Avrupa Birliği'nin anti-İran diplomasisine katılmak amacıyla Washington'dan kaynaklanan baskılara karşı güvenilir bir karşı duruş olarak NIE bulgularını tasvip ettikleri görülmektedir. Moskova, Hürmüz olayını görmezlikten gelmiş, önemsememiştir. Tam tersine, İsrail ve Amerika yeniden güven vermekten kaçınıyorlar ve de Ahmedinejad'ın iki yıl önce İsrail'e yönelik olarak gerçekleştirdiği tahrik edici beyanatları, ilk fırsatta İsrail'i yok etmek şeklindeki çok ciddi siyasi bir maksadın ifadeleri olarak görmektedirler.

Geride kalan ise, nihayetinde ihtiyatsız ve de masraflı bir savaşa yol açan Irak'taki rejim değişikliği için gerçekleştirilen güvenlik tartışmalarının yer aldığı anılardır. Bunun dışında daha da gerilere gidersek, Amerikan deniz kuvvetleri komutanlarının sahil şeridinin muhafazasını gerçekleştiren Vietnamlı torpido botlarının tacizinden şikâyet ettikleri Tonkin Körfezi olayı temelinde 1964 yılında Vietnam Savaşı'nın nasıl dramatik bir şekilde kızıştığı şeklindeki anıları bulabiliriz. Görünen o ki, bu olay Washington yönetimi tarafından mevcut ihtilafı kızıştırmak amacıyla çok öncelerden beri aranan bir fırsattı. Anlaşma ve de uzlaşma aramak yerine, Amerikalılar tarafından yönlendirilen yaklaşım yine bölgede yeni, oldukça tehlikeli ve de tamamen gereksiz bir savaşın çıkmasını riske atmaktadır. Irak'tan farklı olarak, İran'ın misilleme kabilinden çok sayıda opsiyonu bulunmaktadır, bunlar arasında İsrail de dâhil olmak üzere komşu ülkelere güdümlü füze saldırılarında bulunması, Hürmüz Körfezi'ni bloke ederek petrol fiyatlarının tavan yapmasına ve de muhtemelen küresel çapta bir resesyonu tetiklemesi ve de yüzlerce intihar bombacısının komşu ülkelerde bir dizi intihar eyleminde bulunmaları için onları serbest bırakması sayılabilir. Bu tür bir şiddet girişimi, bölgesel üstünlük için sözde İran destekli Şii tahrikine karşı Sünni ağırlıklı hükümetlerin de içinde yer alacağı trajik bir İslam içi savaşın tetikleyicisi olacaktır.

Irak Savaşı'ndan halen alınmayan en önemli ders, askerî üstünlüğün kolay ve rahat bir şekilde siyasi politik bir zafere dönüştürülemeyeceğidir. Ulusal güçler ve de anti-Amerikancı yabancı kamuoyu, yabancı bir askerî işgale karşı etkin bir şekilde direniş sergilemek için yeterince güçlüdür. Bu sadece Amerika Birleşik Devletleri'nin ve de İsrail'in almamakta ısrar ettikleri bir ders değildir, aynı zamanda bütün hükümetlerin kulaklarına küpe olması gereken bir husustur. Çok büyük bir çaba sarf etmesine rağmen kudretli Sovyetler Birliği kendi politik ihtiraslarını 1980'li yıllarda Afganistan'a kabul ettirmeyi başaramadı. Şah'ın devrilmesinin ardından İran ordusunda yaşanan büyük çaplı çözülmeye rağmen, Irak kendi büyük askerî avantajını İran'ı yenmek için kullanabilmeyi başaramadı ve de daha sonra Irak'ın küçücük Kuveyt'i işgal etmeye çalışması geri tepme ile sonuçlandı ve nihayetinde Bağdat rejiminin çökmesine neden oldu. 1975 yılında Endonezya, askerî gücünü büyük bir zalimlik ile Doğu Timor'a sürdü, ne var ki yirmi beş yıl sonra büyük bir utançla geri çekilmek mecburiyetinde kaldı. Çok nadir istisnalarla birlikte, günümüzde dünyada yaşanan uluslararası ihtilaflar güç kullanarak çözüme kavuşturulamamaktadır. Toprak saldırıya karşı savunulabilir, ancak özerk bir devletin yabancı bir ordu tarafından işgal edilebileceği ve de politik olarak dönüştürülebileceği fikri, çok uzun yıllar önce itibarını kaybeden koloni mantığına gerileyici ve de sağduyusuz soyaçekimi temsil etmektedir.



Bu haber 237 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,766 µs