En Sıcak Konular

Başörtülü kamusal hizmet verilmez mi?

24 Ocak 2008 09:50 tsi
Başörtülü kamusal hizmet verilmez mi? Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in 'kamusal alan' tanımıyla başlayan başörtüsünün devlet memurluğu gibi kamuyu ilgilendiren hizmetleri veren devlet kurumlarında giyilememesi, laiklikle ne derece örtüşüyor? Batının laik devletlerinde sorun nasıl çözülü

Doç. Dr. Bekir Berat Özipek/ Zaman

"Başörtülü kamu hizmeti verilmez" demek, ayrımcılıktır

2007 yılının başlarında insan hakları ile ilgili incelemelerde bulunmak üzere gittiğimiz Çek Cumhuriyeti'nde, Anayasa Mahkemesi'ne yaptığımız ziyarette bizi karşılayan görevlinin boynundaki haç, gruptaki hemen herkesin dikkatini çekmiş, bazı arkadaşların kendi aralarında, "burası kamusal alan değil mi?" şeklinde şakalaşmalarına neden olmuştu.

Bazılarımız için şaşırtıcı olan bu durum, aslında mahkeme hakkında bize brifing veren ve dış ilişkilerden sorumlu raportör olduğunu öğrendiğimiz görevli için olağan bir durum ve bir hakkın kullanımından ibaretti. Genç Çek demokrasisi ona bu hakkı veriyordu. Tıpkı, çalışanlarının ifade, düşünce, din ve vicdan özgürlüğünü tanıyan diğer demokrasiler gibi.

Aslında 28 Şubat felaketi yaşanmamış olsaydı, Türkiye toplumu da bu haktan yararlanmaya devam edecekti. Özal döneminde bazı "devlet daireleri"nde fiilen bu hakkın kullanıldığını, başörtülü memurelerin de görev yaptığını hatırlıyoruz. O zamanlar Türkiye'de de bunun mevzusu dahi yapılmazdı; çünkü bunun sorun olarak algılandığına ilişkin herhangi bir tartışma yoktu. Başörtülü memurelerin çalışma hakkını kullanmalarına, bireysel özgürlüklerle ilgili herhangi bir çatışma değil, 1997 Muhtırası son verdi.

Amerika örneği: İnanç ve çalışma hayatı

Türkiye'den bakıldığında yeterince görülmese de, kamu çalışanlarına din ve vicdan özgürlüğüne uygun bir ortam ve çalışma koşulları sağlamanın, insan haklarına dayalı demokratik bir rejimin ödevi olduğu, modern demokrasiler tarafından da gittikçe daha iyi anlaşılmakta ve bu hak pozitif hukukun bir parçası haline gelmektedir. Bu konudaki en ufuk açıcı örneklerden biri, ABD'de Başkan Clinton döneminde yayımlanan "Federal İşyerlerinde Dini Pratik ve Dîni İfadeye Dair Prensipler" başlığını taşıyan 14 Ağustos 1997 tarihli başkanlık genelgesidir.

"[Yürütme,] federal çalışanlara mümkün olan en geniş çapta kişisel dîni ifadeye izin vermelidir" hükmünü getiren genelge, bu hakkın kullanımını ve sınırlarını son derece açıklayıcı örneklerle belirlemektedir. Genelgenin insan hakları açısından önemli bir diğer boyutu ise ifade özgürlüğünü bir bütün olarak alması, ifade özgürlüğünde dini olan ve olmayan ifadelere ilişkin keyfi ayrımı ortadan kaldırması ve işyerinde dini olmayan ifadeye tanınan serbestiden dini ifade ve açıklamaların da yararlanmasını öngörmesidir (Bu nokta, laiklik gerekçesiyle ifade özgürlüğünü dinsel olan ve olmayan ayrımına tabi tutmanın kolay sanıldığı ve olağan görüldüğü Türkiye için ayrıca önemlidir).

Genelgeye göre, Amerikan Anayasası'ndaki "İlk Tadilat'ın serbest konuşmaya ilişkin maddesi, hükümet çalışanını işyerinde [de] korur". Bu madde, hükümetin "yalnızca dini ifadeyi ayırarak engellemeye tabi tutmasını yasaklar". Genelgenin dayanağı sadece Anayasa da değildir. Amerikan Yüksek Mahkemesi'nin "Capitol Sq. Review Bd. v. Pinette" kararında ifade edilen "[Ö]zel dini konuşma, İlk Tadilat'ın üvey evladı olmaktan çok uzak bir şekilde, seküler özel ifade seviyesinde serbest konuşma cümlesinin koruması altındadır" hükmüne de atıfta bulunan genelgeye göre, "Hükümete ait [resmi] işyerinde çalışanın dini ifadesi, dini niteliği gerekçesiyle kayıt altına alınamaz".

Genelgenin ifade hürriyetini sadece bir bütün olarak almakla kalmamakta, aynı zamanda onu mantıksal sonuçlarına kadar genişletmekte ve dini ifadeyi konuşmanın dışındaki tezahür biçimleriyle de koruma altına almaktadır. Buna göre "Dini ayrımcılık yapmaya karşı olan yasak, sadece [kişiyi] işe alma ve meslekte yükselmesini sağlama gibi şekli/resmi işverme kararlarında ayrımcı olmayan bir muameleyi garanti etmekten daha geniş kapsamlıdır. Bu husus, çalışma koşullarının bütününe hitap eder".

Genelgeye göre, dini olmayan konuşmalara olduğu kadar dini konuşmalara da, "birimin resmi sorumluluklarını yerine getirmesini engellemediği sürece izin verilmelidir". Bir çalışan, "bir Kitab-ı Mukaddes veya Kuran nüshasını kişisel masasının üzerine koyabilir ve bunu işe ara verilen saatlerde okuyabilir". Bir çalışana ait resim veya posterin genel duvarda değil, çalışanın karşısında yer alması istenebilir; ancak buna söz konusu posterin dini veya dine karşı olması temelinde karar verilemez. Çalışanlar kumaş mamulleri üzerinde gayri dini mesajlar sergileyebilecekleri gibi, dini mesajlar da sergileyebilirler.

Çalışanlar dini veya din karşıtı mesaj taşıyan düğmeler takabilirler; "çalışanlar dini madalyonlarını giysilerinin üzerine takınabilirler ve bu madalyonlar bir şekilde görünür durumda olabilir. Tek başına bu durum işyeri etkinliğini ihlal etmeyecektir ve bu nedenle koruma altına alınmıştır".

Çalışanların başka konularda arkadaşlarını ikna için yaptıkları propagandalarla dini propaganda da aynı kategoride değerlendirilmekte ve bu özgürlüğün sınırının nerede aşılacağı örneklerle ifade edilmektedir. Buna göre, bir çalışan, kendi inancına arkadaşının niçin dahil olması gerektiğini tartışabilir; onu kendi kilisesine davet edebilir, hatta ona dinini değiştirmesini, aksi halde lanete uğrayacağını da söyleyebilir. Çağrıyı alan kişi bu durum karşısında şok olur ve bu davetin bir daha tekrarlanmasını ister. Genelgeye göre, "ilk davet koruma altındadır", ama "çalışan ikinci bir davetin yapılmaması isteğine uymalıdır". Çünkü ikinci davet taciz anlamına gelir.

Kamuya açık işyerinde de çalışanın dini ifadesi tamamen yasak değildir. Federal çalışanlar, kişisel dini ziynetlerini, "benzer gayri dini bütün ziynetlerin yasaklanmasını gerektiren (güvenlik gibi) özel koşullar söz konusu olmadığı sürece" takınabilirler. Bir amir, çalışanını kiliseye veya sinagogdaki "Bat Mitzvah" törenine davet edebilir; ama "ben sizi bu pazar kilisede görmedim. Bu pazar sizi orada göreceğimi umuyorum" diyemez. İş dışı kişisel ilan/notların asılacağı panoya bir yönetici kendi kilisesindeki paskalya treninin davetiyesini asabilir; ama yönetici Talmut dersine başkanlık edeceğini, ardından yapılacak kariyer ilerleme tartışmalarında yer almak için bu derse katılmanın gerektiğini söyleyemez.

Genelge, tıpkı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin ifade özgürlüğüne ilişkin ünlü Handyside Kararı'nda olduğu gibi, ifade özgürlüğünün sınırını belirlerken, bu ifadelerden "rahatsızlık duymak" ile "ihlal" arasındaki sınırı da örneklerle somutlaştırmaktadır. Buna göre, bir çalışan kendi çalışma alanında İsa'nın resmini veya "Lord's Prayer" duasını sergileyebilir; "bu davranış, daha fazlası olmaksızın dini taciz oluşturmaz ve bu durum, bu dini görüşleri paylaşmayan çalışanları üzse veya keyfini kaçırsa bile, izin verilmemesi gereken hasmane bir iş ortamı yaratmaz". Bir kısım çalışan öğle yemeği saatinde veya ilk gelenin kullanımına açık tutulan boş bir konferans salonunda dua etmek veya İncil üzerinde konuşmak için toplanabilirler. Başka çalışanlar dışlandıklarını hissetseler bile, bu bir taciz oluşturmaz.

Genelge, çalışanın ibadet edebilmesi konusunda da kuruma sorumluluk getirmektedir. Buna göre, "bir birim, bir çalışanın yerine aynı işi yapacak birisi mevcut olduğu veya çalışanın yokluğu başka bir şekilde birime fazlaca bir yük getirmeyeceği bir durumda, çalışan için mesela Şabat veya dini tatile uymak gibi dini görevini yapması yönünde iş saatleri ayarlaması yapmak zorundadır". Yine bu genelgeye göre, dini vecibe gereği saçlarını uzun tutması gereken bir görevli bunu yapabilir; bir hükümet biriminde çalışmak üzere müracaat eden bir Yehova Şahidi, "dini inançlarına aykırı olarak, şekli dinen makbul olmayan bir itaat yeminine zorlanmamalıdır". Noel'de bir yönetici, büronun ana resepsiyon kısmına bir çelenk bırakabilir. Genelgenin Türkiye'deki tartışmalarla daha doğrudan ilgili maddesine göre, "Bir haç veya bir yarmulke veya bir başörtüsü veya hicab gibi dini bir kıyafet giymek, çalışanın işgününde dini ifade veya pratiğinin bir gereği ise, buna, giyilmesi işyerinin fonksiyonunu fazlaca menfi etkilemediği sürece izin verilmek zorundadır".

İlgili mevzuatta zaten güvence altına alınmış olan çalışanın ibadet zamanları da unutulmamış ve şu şekilde güvence altına alınmıştır: "Bir çalışanın dini inancı, onun [belli bir zaman] işte bulunmamasını gerektirirse, Federal Hükümet, birimin görevini yapmadaki kabiliyetine zararlı olmadığı takdirde, bu çalışana kaybettiği zaman[ı telafi için fazladan] .. çalışma zamanı vermelidir". (Genelgenin tam metni için bkz. Liberal Düşünce, Güz 1998, Sayı 12, ss. 64-74).

Batı'da olmasaydı da doğrusu budur

Yukarıdaki belge, insan haklarını koruma duyarlılığına sahip bir kamu otoritesinin getirdiği hukuki çerçeveyi ifade etmektedir. Önemi Batı'dan bir örnek olması değil, iyi bir örnek olmasıdır. Kamu hizmeti veren bireylerin düşünce, inanç, ifade, din ve vicdan özgürlüklerinin korunmasına ilişkin ABD ve Avrupa pratikleri hiç olmasaydı, dünya Türkiye, Tunus ve Suudi Arabistan'dan ibaret olsaydı bile, adalet, özgürlük ve barış gibi değerleri önemseyenler açısından durum değişmezdi. Ve yarın Batı'da özgürlükler budanacak olursa da değişmeyecektir.

İnsan hakları ve bu çerçevede ifade hürriyeti bir bütündür. Etnik olanı siyasi olandan, dini olanı cinsel olandan ayırmak veya din ve vicdan özgürlüğünü sadece bir inanç grubu için savunmak veya bir grubu dışta tutmak, ahlaki bakımdan yanlış olduğu gibi, hak savunucusunun duyarlı olduğu kesimlerin sorununu nihai olarak çözecek bir hukuki çerçeveyi tesis etme amacı bakımından da stratejik bir hatadır. Türkiye'de asıl eksik olan, insan haklarını, bu kapsamda din ve vicdan özgürlüğünü herkes için aynı anda ve aynı kararlılıkla savunmayı başaranların gerçekten az olmasıdır. Trajik olan, dünyayı tanıyan ve izleyen Türkiyeli aydınların bu konuda toplumun çok daha gerisinde olması, önyargılarıyla gözünü kör etmesi ve çoğu kez bile bile susmasıdır. Belki de, insan hakları konusundaki bilgi eksikliğinden çok adalet duygusunun eksikliğinden kaynaklanıyor sorunlarımız.

İnsan haklarına dayalı demokratik devlet elbette tarafsız olacaktır. Tarafsız devlet, vatandaşlarına eşit mesafede duran, onlar arasında hiçbir ayrım yapmayan devlettir. Bunun anlamı, devletin kamu görevi yapacak kişileri seçerken de ayrım yapmaması, görevin gerektirdiği nitelikleri taşıyan herkese mesleğe girişte eşit başvuru hakkını tanımasıdır. Demokratik devlet için başörtülü olan vatandaşla olmayan vatandaş arasında hiçbir fark olamaz. İşe almada bunlardan sadece birini tercih edemez, öncelik tanıyamaz. Bu anlamda "başörtülü kamu görevlisi olur mu" sorusu, "başörtüsüz kamu görevlisi olur mu?" sorusuyla aynı ahlaki değere sahiptir. Dolayısıyla, başörtülü ve başörtüsüz kamu görevlisinin varlığına izin vermek, tarafsızlığa aykırı olmamak bir yana, tarafsız devlet ilkesinin bir gereğidir. Birinci kısım 2 Kasım 2007 tarihinde yayımlanmıştır.



Bu haber 374 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,760 µs