En Sıcak Konular

Su savaşları çıkacak mı?

6 Haziran 2008 13:53 tsi
Su savaşları çıkacak mı? Bu soru bugün insanlığın önündeki en yakıcı sorulardan birisi. Özellikle Ortadoğu’da petrolden sonra suyun savaş nedeni olacağı bu su paylaşma savaşlarında Türkiye’nin de yer alacağı şimdilerde çok dillendirilen bir politik-strateji konusu. Ge

Cemil Ertem/Sesonline.net

Yaz geliyor, 'su sorunu'nu hatırlayalım...

Su ticari bir meta olursa savaşlar kaçınılmaz! Bugün dünyanın en sorunlu yeri Ortadoğu petrolün önem yitirmesiyle ve petrole alternatif geliştirilmesiyle daha da sorunlu hale gelecek. Çünkü şimdilerde elde ettikleri muazzam petrol gelirleriyle deniz suyu arıtarak ve taşıma su gibi oldukça yüksek maliyetlerle sorunlarını çözen körfez ülkelerinin zor durumda kalacakları artık biliniyor. Bugün su sıkıntısı çeken 29 ülkenin 13 tanesi Ortadoğu ülkesi. Türkiye’nin Dicle ve Fırat suları için geliştirdiği ve suların adil kullanımını içeren “Üç Aşamalı Plan” gibi girişimlerin giderek havada kalacağı aşikârdır. Ortadoğu gibi dünyanın sorunlu bölgelerinde su sıkıntısının ilk önce doğal felakete sonra da, Türkiye’nin de içinde olduğu bitmek tükenmek bilmeyen savaşlara dönüşmemesi için suyun ve su kaynaklarının artırılması ve var olanların adil, akılcı, etkin insanca kullanımı gerekiyor.

Su sorunu petrol sorununu daha aşmadan karşımıza çıkacak. Her yaz başlangıcında Türkiye bu sorunu hatırlar. Baraj doluluk oranları haberlerin ilk sırasında boy göstermeye başlar. Su panelleri, kongreleri düzenlenmeye başlanır.

Önümüzdeki günlerde, kuraklık, dış politika da gerginlik, savaş ve ekonomik kriz olarak önümüze gelecek bu yakıcı sorunun şimdiki ulusalcı-geri politik bakışla çözülmesi mümkün değil. Türkiye’nin şimdiye kadar bu sorunla ilgili tüm tezleri çürümüş ve işe yaramaz durumda.

Aşağıdaki tabloya bir bakın dünyanın sorunlu su havzalarını gösteriyor. Sorunun iki kaynağı var; birincisi; çevreyi hiçe sayan kapitalist işleyiş, ikincisi; dar ulusal devletçi anlayış.

Ulus devletler kendi çıkarları doğrultusunda dünyanın en önemli hayat damarları olan büyük nehirlerin akışlarını değiştirdiler, üstlerine barajlar kurup kirlettiler, sanayi atıkları ve kent pislikleri ile boğdular. Bugün Dicle ve Fırat’ın başına gelen Ren’in de, Büyük Göller’in de, Tuna’nın da başına geldi. Türkiye’de kapitalizm ve yağmacı ulusalcılık koskoca Ergene Ovası’nı öldürürken, aynı kapitalizm Ren’i öldürdü. Ama yine aynı yağmacılık da Mısır’ın Nil’ini bir çamur ve pislik çukuruna dönüştürmeyi başardı.

SORUNUN ÜÇ BOYUTU

Büyük şehirlerimizden birinde oturuyorsanız en son ne zaman şebeke suyunu içme suyu olarak kullandınız, hatırlıyor musunuz? Ben hatırlamıyorum. Bizim çocuklarımızın ise böyle bir şeyi hatırlamalarına imkân yok. Çünkü onlar hiçbir zaman bir musluğa ağızlarını dayayıp kana kana su içmediler. Böyle bir şeyi bilmiyorlar. Plastik damacanaları, pet şişeleri biliyorlar.

Su sorunuyla ilgili çeşitli bilimsel çalışmalar, doktora tezleri de yayınlanmaya başladı. (*) Bu çalışmalarda “su” sorunu genellikle üç temel boyutuyla ele alınıyor.

Birincisi, su kaynaklarının ülkeler arası kullanımı ve tasarrufu sorunu.

İkincisi, küresel ısınma ve çevre kirliliği nedeniyle kirlenen, yok olan temiz su kaynakları sorunu.

Üçüncüsü de; suyun giderek kamusal bir ihtiyaç olmaktan çıkarılıp ticari küresel bir meta haline dönüştürülmesi sorunu.

Suyla ilgili bu üç boyut, önümüzdeki günlerde, Türkiye’nin en çok konuşacağı sorun. Hemen yanı başımızdaki bu devasa sorunu şimdilik görmezden geliyoruz. Oysaki bugün Dünyada 1 milyarı aşkın kişi temiz içme suyuna ulaşamıyor ve her yıl 6 milyona yakın insan dizanteri, kolera, ishal gibi temiz suya ulaşamamaktan kaynaklanan hastalıklardan yaşamını yitiriyor. Yine temiz içme suyundan yoksun olduğu için her 30 saniyede bir çocuk yaşamını yitiriyor. Özellikle endüstriyel atıklar ve küresel ısınma nedeniyle temiz su kaynakları giderek azalıyor. Dünya Bankası’nın tahminlerine göre 2025 yılında dünya nüfusunun üçte ikisi temiz ve içilebilir sudan mahrum olacak. Türkiye’de gerekli önlemleri almazsa, belki 2025 yılında değil ama temiz su sorunu ile yakın gelecekte karşı karşıya kalacak.

Türkiye, bugün su kaynakları hızla tükenen ve kirlenen bir ülkedir. Bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için kişi başına 10 bin metre küpten fazla suya sahip olması gerekiyor. Oysa Türkiye’de kişi başına düşen su miktarı 1892 metre küp.

Aslında su sorununun üç boyutu da birbiriyle ilgili. Bütün sorunun özü, yaşamın bu temel kaynağının tüm insanlığın kullanacağı kamusal bir ihtiyaç maddesi olmaktan çıkmasında yatıyor. Suyun ticari bir meta olarak algılanmaya başladığı andan itibaren zaten suyun kıt bir kaynak olduğu sunucuna da otomatik olarak varılıyor. Dolayısıyla suyun kaynağına sahip olmak bir zenginlik ve ayrıcalık oluyor. Bu ayrıcalık ise gelecekte “su savaşları” tezini savunanların çıkış noktası. Demek ki yukarıda suyla ilgili sıraladığımız sorunlardan üçüncü boyut birinci boyutu doğurmuş oluyor.

Küresel ısınma ve çevre kirliliği sonucu kullanılabilir su kaynaklarının tükenmesi sorunu da tabi ki suyu metalaştıran bir anlayışın sonucu. Şimdi birbirine bağlı bu üç boyuta Türkiye bağlamında göz atarken, sıcak geçecek yaz günlerinde hissetmeye başlayacağımız bu yakıcı sorunla ilgili neler yapılabilinir onu ele alalım.

SU SAVAŞLARI OLACAK MI?

Bu soru bugün insanlığın önündeki en yakıcı sorulardan birisi. Özellikle Ortadoğu’da petrolden sonra suyun savaş nedeni olacağı bu su paylaşma savaşlarında Türkiye’nin de yer alacağı şimdilerde çok dillendirilen bir politik-strateji konusu. Gelecekte Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü OPEC’in yerini su ihraç eden ülkeler örgütünün alacağı Türkiye’nin de su ihraç eden bir ülke olarak önem kazanacağı şimdiden yazılıyor. Yani bizim Irak’la ve Suriye ile sorunumuzun özünde bir su sorunu olduğunu söyleyen bir hayli “uzman” var bugün. İsrail-Arap su savaşlarının 21. yüzyıldaki tekrarının Türkiye-Irak-Suriye arasında olacağı ve bu gerginliğin bugünkü petrol gerginliğinin yerini alacağı tezi bugün hatırı sayılır taraftar topluyor.

Bugün dünyada 15 sorunlu su havzası var. Bunlardan bir tanesi de Fırat- Dicle havzası. Esasında bu “havza” kavramı dâhil su soruyla ilgili birçok kavram ve doktrin bugün uluslar arası hukukta yerli yerine oturmuş değil. Bunun da nedeni şüphesiz yaşadığımız geçiş dönemi.

Dünya, ulusal hukuk sistemlerinden küresel uygulanabilir hukuk sistemine geçmeye çalışıyor.

Dünya Ticaret Örgütü’nün anlaşmaları, Kyoto Protokolü gibi adımlar bu geçişin sancılı olacağını şimdiden gösteriyor. Örneğin şu sıralar, “Paylaşılan Doğal Kaynak” kavramı tartışılıyor. Bu kavram uluslar arası niteliğe haiz sulardan devletlerin birbirlerine zarar vermeden azami faydayı sağlamalarının adımı olarak ortaya atıldı. Ancak bu kavrama içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülke “mutlak egemenlik prensibine” aykırı olduğu için karşı çıkıyor. Buna bağlı ve AB tarafından da kabul edilen Entegre Havza Yönetimi kavramı da geliştirildi. Bugün Türkiye ise Fırat ve Dicle için “Sınıraşan Sular” kavramını benimsiyor. Bu kavram suyun mecrası üzerinde durmakta ve suyun çıktığı yerle aktığı yer arasında eşit egemenlik tesisinin olmayacağı prensibine dayanmaktadır. Ancak bu konuyla ilgili uluslar arası hukukta yoğun tartışmalar oluyor. Ama bu tartışmalar su gibi önemli bir stratejik kaynağın dar ulus-devlet çekişmelerine kurban gitmesini ortadan kaldıracak düzeyde ve mecrada gitmiyor. Tam aksine Dünya Bankası öncülüğünde su, kıt bir doğal kaynak ilan edilerek bunun kullanımı ve tasarrufu dev gıda tekellerinin eline bırakılmak isteniyor. Dolayısıyla Birleşmiş Milletler marifetiyle su kullanımı dar ulusal çıkarlardan kurtulmadan, Dünya Bankası ve DTÖ marifetiyle tekellerin eline teslim ediliyor. Dolayısıyla bu durum su kıtlığına ve kirliliğine yol açtığı gibi, sudan kaynaklı yerel, giderek bölgesel savaşlara da kapı açıyor.

DÜNYADA SORUNLU SU HAVZALARI

» Su havzası: NİL

» Sorunlu Ülkeler: Etyopya, Sudan, Mısır

» Sorunun Nedenleri: Siltasyon, Nehir Taşması, Su çevrilmesi

» FIRAT,DİCLE

» Türkiye, Suriye, Irak

» Barajlar, su akışı azalması,Tuzlanma,

hidroeletrik

» ÜRDÜN, BATI ŞERİA

» Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail, Filistin » Su akışının değiştirilmesi, tuzlanmaYer altı sularının çekilmesi

» İNDUS,JELUM..

» Hindistan, Pakistan

» Sulama

» GANJ, Brahmaputra

» Hindistan, Bangladeş

» Siltasyon, su akışının değiştirilmesi, taşıma

» SALWEEN/NU JİANG

» Burma, Çin

» Siltasyon,Taşıma

» MEKONG

» Laos, Kamboçya, Tayland, Vietnam

» Su akışının azalması, taşma, sulama,hidroelektrik

» PARENA

» Arjantin, Brezilya

» Baraj, Su basması

» LAUCA

» Bolivya, Şili

» Baraj, tuzlanma

» RİO GRANDE

» ABD, Meksika

» Kimyasal Kirlenme, akışın azalması

» BÜYÜK GÖLLER

» ABD, Kanada

» Su Transferi

» REN

» İsviçre, Fransa, Almanya, Hollanda Endüstriyel Kirlenme

» MAAS,SCHELDE

» Belçika, Hollanda

» Endüstriyel Kirlenme, tuzlanma

» TUNA

» Avusturya, Slovakya, Macaristan

» Su akışının değiştirilmesi, hidroelektirik

» SZAMAS Macaristan, Romanya Su Kullanımı

Kaynak: Dr. İ. Kapan; 2007, 172.

Şimdi yukarıdaki tabloya dikkatle bakmanızı rica ediyorum. Bu tablo “su sorunun” kaynağını bir noktada söylüyor. Hem gelişmiş ülkeler hem de gelişmekte olan ülkeler dünyanın en önemli su kaynaklarını, doğal akışlarını değiştirerek, endüstriye kurban ederek, kirleterek, yalnızca komşularını tehdit etmek için gereksiz barajlar yaparak heba etmişlerdir. Koskoca Nil’in, Ren’in Fırat’ın sularının azalması, kirlenmesi, akışlarının değişmesi hiç şüphesiz dar ulusal çıkarların sonucudur. Peki, bu durumun alternatifi Dünya Bankası’nın suyu ve su kaynaklarını gıda tekellerinin eline bırakması projelerimidir?

PEKİ, NE YAPMALI?

Bugün musluklardan akan suyu içemiyoruz diye hayıflanmayalım. Yakın gelecekte musluklar gereksiz aksesuarlar olabilir. Çünkü Dünya Bankası su sorunun çözümünü suyun kamusal bir mal olmaktan çıkmasında görüyor. Bu bakış açısı özellikle yoksul ülkeleri vuruyor. Örneğin Gana’da su ücretleri 2000 yılından beri %95 yükseldi. Hindistan’da aile bütçesinin yüzde 25’i su faturalarına gitmeye başladı. Dünya Bankası’ndan fon alan Peru’nun yoksul halkı ABD halkından 6 kat pahalıya musluk suyu kullanmaya başladı. Güney Afrika’da yoksulların ödeyemedikleri faturalar yüzünden yerli topluluklar arasında kolera salgını başladı. Su hizmetlerinin özelleştirilmesinin ardından Fransa’da faturalar yüzde 150 oranında arttı. İngiltere’de su dağıtım hizmetleri ihalesini alan Thames Water kamu sağlığı ve çevreyi ihlal eden uygulamaları yüzünden defalarca para cezasına çarptırıldı. Halkın su faturalarının altında ezildiği ve ücretlerinin yarısına yakının gasp edildiği Filipinlerde yüzde 400 ve Bolivya’da yüzde 300 fiyat artışları yaşandı.

Öte yandan verimli su havzalarını ve kaynaklarını ellerinde tutan ulus/devletler komşularının yararlanmaması için gereksiz barajlar yaparak, endüstriyel atıklarla buraları kirleterek kaynakları yok ediyorlar. Yani dünyada su sorunu, hem küresel ısınma kaynaklı hem de çağdışı dar ulus-devlet politikalarıyla artarken, küreselleşmenin yürütücüsü Dünya Bankası, DTÖ gibi kurumlarda suyu hızla metalaştırarak sorunu yoğunlaştırıp hızlandırıyorlar.

Bugün ilk adım, su sorunun özellikle ülkemizin en yakıcı sorunu olduğunun farkına varmak ve suyun kamusal bir ihtiyaç olmaktan çıkarılmasına karşı durmaktır. Örneğin Türkiye’de Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, (DSİ) su kaynaklarımızın geliştirilmesi, planlanması ve işletilmesinden sorumludur. DSİ’nin bu görevini layığıyla yerine getirmesi ve suyun kamusal bir ihtiyaç olduğu konusunda toplumsal bir mutabakat şarttır.

Rio Deklarasyonun (1992) 2. maddesi; “ülkeler egemenlik hakları çerçevesinde kendi doğal kaynaklarını kullanır; ancak devletler bu sırada sınırları dışındaki ülke ve çevrelere de zarar vermeme yükümlüğü de taşırlar” der. 7. madde ise; “devletler eko sistemin korunması konusunda global bir ortaklık ruhuyla hareket etmelidir”, der. Şimdi bakın bakalım meclise girmeye aday hangi parti Rio Deklarasyonu 7. maddesine uymayı taahhüt ediyor. Hangisi Kyoto protokolünü imzalayacağını söylüyor. MHP, CHP, AKP sözbirliği etmişçesine nükleer santral savunusu yapıyor. Enerji ve su politikalarını dar ulusal çıkarlar çerçevesinde kapalı kapılar arkasında yürütmek bugün kuraklığa yarın bizim de içinde olacağımız bir Ortadoğu savaşına yol açar. Aslında her şey açık; şimdiye kadar olanın ve şimdilerde olmakta olanın dışında insanlığın bulduğu, kâğıtlara döktüğü, imzaladığı ama uygulayamadığı bir yol var. Hepimiz bu yolu bulup ona sahip çıkmalı, bunu siyasallaştırmalıyız.

(*) Bu konuda hatırı sayılır bir çalışma için bkz. Dr. İsmail Kapan; Suyun Stratejik Dalgaları.



Bu haber 374 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,693 µs