Siyasetin sonu mu geldi? | " /> Siyasetin sonu mu geldi? | "/>

En Sıcak Konular

Siyasetin sonu mu geldi?

9 Haziran 2008 12:41 tsi
Siyasetin sonu mu geldi? Türkiye’de yaşanan derin kriz için ‘siyasetin sonu’ diyen siyaset sosyologu Prof. Ali Yaşar Sarıbay, Anayasa Mahkemesi’nin türban kararını Anayasa’daki ‘eşitlik’ ilkesine aykırı buluyor. Sarıbay'a göre CHP neden

Fadime Özkan'ın röportajı:

Türkiye’de siyasetin sonuna gelindi. Yasama, yürütme ve yargı arasındaki rol dağılımı bozuldu, Anayasa Mahkemesi son kararıyla kendini yasama organı yerine koydu. Ülke derin bir krizde. Yaşanan sorunun ne olduğunu, bu noktaya nasıl geldiğimizi ve bu kör kuyudan nasıl çıkabileceğimizi Uludağ Üniversitesi öğretim üyesi, siyaset sosyologu Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay ile konuştuk. Sarıbay, AYM’den çıkan kararı politik olarak niteliyor ve politikayı hukuk ilkelerine indirgeme gibi bir zihniyetin somut örneği olarak görüyor. Bunun ise eşitlik ilkesini bozduğunu söyleyerek uyarıyor: ‘Bu demokrasiye vücut veren değerlerin hukuk tarafından kirletilmesinden başka bir sonuç doğurmayacaktır’.


Yasaklanarak toplumsal bir soruna dönüşen üniversitelerdeki başörtüsü özgürlüğü için Meclis bir yasa düzenlemesi yaptı. Yasaların Anayasa’ya uygunluğunu şekil yönünden denetleme yetkisine sahip olan Anayasa Mahkemesi ise düzenlemeyi esastan iptal etti...

Kararın gerekçesini görmeden ayrıntılı fikir yürütmek zor. Fakat Mahkeme’yi esası ilgilendiren bir karar vermeye yönelten temel gerekçeyi tahmin etmek kolay. O da türbanın ‘dinin emri olduğu için’ takılmış olmasıdır. Anayasasında ‘laik’ olduğu belirtilen bir politik düzende örtünmeden başlayan dinsel gerekçelerin, diğer talepleri de bir şekilde gündeme getireceği endişesi ağır basmış gözükmektedir. Bu meselenin bir yönü. Mahkeme kararında AİHM’nin iki türbanlı öğretmenin davasını reddetmesinin yönlendirici rol oynaması da muhtemel.

Yasama, yürütme ve yargı arasındaki güçler ayrımı ilkesini zedeleyen bir karar mıdır bu?

9 uzmanın görüşü, neticede 411 kişinin görüşüne üstün tutulmaktadır. Bu ise güçler ayrılığı değil, yargının yasamanın yerine geçmesi demektir. Türkiye’de bunun enine boyuna tartışılmaya başlaması gerekir.

ADALET DUYGUSU ZEDELENDİ

Karar siyasi bir karar mıdır peki?

Karar, meseleye esastan girdiği için politiktir. Hangi gerekçelerle alınırsa alınsın, son tahlilde, Anayasa Mahkemesinin kuruluşuyla beraber ortaya çıkan; politikayı hukuk ilkelerine indirgeme gibi bir zihniyetin somut örneği olarak belirtilebilir. Bununla kastım, anayasal ilkelerin politik düzenin sınırlayıcı önkoşulu sayılması; neticede demokratik rejimin apolitik şekle büründürülmesidir. Böyle bir zihniyetin izdüşümü ise tüm yurttaşları adil bir toplumsal/politik düzen oluşturmak üzere girişilen kolektif çabaya eşit katılımcılar olarak görmemek; dışlayıcı bir tavrı meşrulaştırmaktır. Bu da demokrasiye vücut veren değerlerin hukuk tarafından kirletilmesinden başka bir sonuç doğurmayacaktır.

Bu kararla, temel işlevi toplumsal sorunlara çözüm üretmek olan, yasama organını oluşturan partilerin siyaset üretme alanı bir kez daha daraltılmış mı oldu?

Bu kararda eşitlik ilkesine aykırılık söz konusudur ki, o da Anayasamızın bir başka önemli ilkesidir. Karar adalet duygusunun zedelenmesine yol açacaktır. Belirli kesimlerin dışlanmışlığını meşrulaştırıcı, demokrasinin bir iktidar mücadelesi olmaktan çıkıp, tahakküm rejimine dönüşmesinin ön koşullarını hazırlayıcı durum hásıl olabilecektir. Bu ihtimallerin gerçekleşmesini önlemek görevi Mahkeme’ye ve yargıçlara yüklenemez şüphesiz. Türkiye’nin olgun bir demokrasi olmasında yeterli düzeyde samimi gayret göstermeyen politik aktörlerin ihmalkárlıklarını, yetersizliklerini göz ardı edemeyiz.

SİYASET Mİ EDEBİYAT MI?

Malum, Türkiye’de siyaset derin bir kriz içinde ama aslında olan nedir?

Kullanılabilecek bir deyim varsa o da, siyasetin sonuna gelindiği. Siyasi aktörlerin siyaseti münazaraya dönüştürmüş olmaları. Temel gerekçeler, ihtiyaçlar üzerine siyaset anlayışının hemen hemen ortadan kalkmış olması. Liderler arasındaki ‘atışmalar’da kim daha belagati kuvvetli bir tez ileri sürebiliyor, karşı tarafı ‘mat’ edebiliyor veya böyle bir izlenim verebiliyorsa o başarılı siyaset yapmış gibi oluyor.

Ne oldu da bu noktaya geldik?

Aristogil bir analiz yaparsak; üretimin olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Üretim yoksa haneyi yönetme, siyasetin, ekonominin amacı olur. O da manevi değerleri ön plana alan denetim mekanizmasını getirir.

Ne demek istiyorsunuz?

Olaya hane reisi ve hane mensupları olarak bakalım. Üretim yoksa aralarındaki ilişkilerin kontrolü, diğer hanelere karşı bu ilişkilerin ahlaki veya dini gerekçeler formüle ederek düzenlenmesi söz konusu olur. Böylece denetim toplumuna geçiyoruz. Herkesin herkesi gözetlediği bir toplum tipi bu. Mikro iktidarlar ve bu iktidarların birbirleri üzerinde denetimsel davranışları söz konusu. Bu olduğunda siyasette ‘siyasetin sonu’ dediğim şey oluyor.

Devlet iktidarına ne oluyor peki?

Devlet iktidarı kendiliğinden olan bir şey değil, toplumsal aktörlerin, toplumu oluşturan unsurların uyarmasıyla, itmesiyle bir süreç içinde gözleyebileceğimiz bir şeydir. Başka bir seçenek kalmadığında tabandan gelen bir uyarıyı veya o doğrultuda davranılmasını, uyulmasını zorunlu bir emir gibi telakki edebilirsiniz. Halka veya milli iradeye bu kadar önem vermenin bir anlamı da o. Milli irade son tahlilde seçimlerde tecelli ediyor. Ama tecelli ettikten sonra iktidarın o iradeyi oluşturan unsurlara somut şeyler sunması lazım. Sunmadığında siyaset bir belagat ve edebiyata dönüşür.

Siyaset edebiyata dönüştü diyorsunuz ama siyasetin sözü de tükendi sanki?

Tabi çünkü siyaset kültüründe bir sığlık var zaten. Derin siyaset kültüründe, söz zenginliği olur.


CHP ve MHP ılımlı otoriter


CHP ve MHP’nin sistem tarafından ‘makbul parti’ gibi algılandığını ifade eden Prof. Sarıbay, AK Parti’nin kapatılması halinde sistemin bu makbul partileri yeni siyasi aktör yapmak isteyeceğini, onların ise doğasında ‘ılımlı otoriterlik’ olduğunu söylüyor.


Siyasetin anlamsızlaşmasında siyasetin kendi haline bırakılmamasının etkisi de yok mu?

Genel olarak siyasetimizde dışsal meşruiyet arama anlayışı var. Dışsal meşruiyet, siyasetin yetersiz kaldığı yerde siyasetçilerin önce kendi çevresine başvurmasıdır. Bugün CHP’nin yaptığı budur. Yetersizlik derinleştiğinde daha dışsal bir çevre, mesela AB referans alınır. Bu eskiden de vardı. Şimdi AK Parti’de var.

Bu süreçte kimin payına ne düşüyor?

Her şeyin sorumlusu AK Parti’dir, diyemeyiz fakat o da diğerlerinden farklı olamamıştır. Böyle bir iddiayla geldi ama eleştirdiği partilerle aynı yapısal hastalıklarla malûl. Siyaset bunun için tıkanıyor. Geliştirdiğiniz ideoloji, değerler, söylem hangi çevrelerden meşruiyet alacağınızı veya hangi çevreleri meşruiyet kaynağı göreceğinizi belirler. AK Parti’nin söylemlerinde diyelim ki ordu ve başka çevreler meşruiyet kaynağı olarak görülmemektedir. Ama CHP bunu görmektedir. Bu çok açıktır. Fakat AK Parti’nin meşruiyet kaynağı daha dışsaldır.

Milli irade yok mudur meşruiyet kaynaklarında?

Milli iradecilik seçime indirgenmiş demokrasi anlayışında olabilir. Milli iradenin varlığı, meşruluğun vazgeçilmezlik kaynağı olarak görülmesi anlamına gelmiyor bence. Eğer öyleyse, milli iradeye gerçekten saygı ve güven varsa sine-i millete dönülebilir. Ancak bu hiç telaffuz edilmiyor. AK Parti demokrasi projem var diyor. Takdir de topluyor fakat kendi içinde çelişkili. AK Parti şimdiye dek hiçbir partinin yapmadığı düzenlemeler yaptı fakat bunlar demokrasinin pekişmesi için niçin yaygın hale gelmedi? 301’i, azınlıklarla ilgili düzenlemeyi, Kürt meselesindeki ve kadınlarla ilgili tutumlarını sayabiliriz. Dolayısıyla bu bir paradoks. Demokrasi projesi de dışsal meşruiyeti sağlamaya yönelik düzenlemelerden ibaretmiş gibi bir izlenim çıkıyor ister istemez. Haksızlık olmasın, bu millet yüzde 47 oyla getirdi AK Parti’yi iktidara. Ama bu yüzde 47’yi mutlaklaştırma anlayışı da demokratik değil. Niyetiniz öyle olmasa bile mantıksal sonuç odur.

NEDEN MHP DEĞİL DE AK PARTİ?

İktidar partisi hakkındaki kapatma davasını tetikleyen şey türban düzenlemesiydi. Ama bu düzenlemede MHP’nin de desteği var. Kurulu düzende söz sahibi olanlar, kapatma davasını neden sadece AK Parti’ye açtı? İkisini birbirinden ayrıştıran ne?

Kurulu düzeni hiçbir zaman sorgulamayan zihniyetle, şurasından veya burasından nispi de olsa sorgulayacak zihniyetler arasındaki farklılıktır, aradaki fark. MHP için böyle bir şey söz konusu olamaz. Meclis dışı başka iktidar odaklarınca söylenenlere paralel şeyler söylüyorlar çünkü.

Sistem için iki makbul parti var yani; MHP, CHP?

Böyle de tercüme edilebilir. Ancak bu ileride Türkiye’yi ılımlı otoriter bir rejime dönüştürecektir. Türkiye’nin çevresiyle ilişkisi problemli. Başka problemler ABD’deki seçimden sonra da gelecek. AK Parti davası kapatmayla sonuçlanırsa süreç hızlanır. Çünkü yeni bir aktör aranacak, makbul aktörler olmasına dikkat edilecektir. Ama o siyasi aktörlerin doğasında da otoriter düzenleme anlayışı var.

AK Parti’nin kapatılması insanların siyasete olan inancını, güvenini nasıl etkileyecek peki?

12 Eylülden beri siyasete inanıldığı kanısında değilim. Siyaseti gündelik hayatta beceremediğimiz işleri becerme aracı görüyoruz. Topluma oportünist bir anlayış hákim.


Siyasetçiler rakip değil düşman gibi


Ne yapabilecekken yapmadı AK Parti?

İktidara yüzde 47 gibi bir oyla yeniden gelen bir partinin yapacağı ilk iş demokratikleşmenin önündeki tüm engelleri kaldırmak olmalıydı. Yeni bir siyasi partiler kanunu yapmalıydı. Kimseye bir şey demeden demokratik bir anayasa yapabilirdi.

Siyaset bu düzlemde ilerledi mi ki? AK Parti, değişen talepler; ülkedeki ikili siyasi yapıyı zorladığı için de siyasetin, mevcut sistemin sonuna gelinmiş olunabilir?

Siyaset bir iktidar mücadelesidir şüphesiz. Ama modern siyasi hayatta iktidar çok merkezlidir. AK Parti bunu görmeliydi. Bu merkezin sınırlarını anayasa ve yasalar belirliyor zaten. Çok merkezliliği esas alarak bunu bir müzakereye dönüştürebilirdi. Fakat siyasi kültürümüzde herkes kendi iktidarını tekleştirmek istiyor. Çok merkezliliği kabul etmiyor. O yüzden de iktidarın bir başka merkezi AK Parti’yi yasal ama gayrimeşru bir parti olarak görüyor. Aynı şekilde AK Parti de yüzde 47’lik oyla artık bütün iktidar bendedir, diyor. Bunlar çatışıyor tabi. Dost düşman ilişkisi gibi bir siyaset anlayışından, rekabete dayalı bir siyaset anlayışına dönmek lazım. Bunun ön koşulu, müzakereyle yapmaktır.


CHP çok ağır hasta gerisini Tanrı bilir


Şimdi ne yapmalı AK Parti?

Yasal yetkilerini kullanacak olursa krizi ortadan kaldırabilir. Özal’ın yaptığı şeyler vardı. Cesaretle üstüne gitti. ‘Bazı hiyerarşileri kabul etmek zorunda değilim. Asıl yetki bendedir’ dedi. AK Parti de tek düsturlu siyasi anlayışa sahip olduğu için bunu sarstı. Ama ‘Cumhuriyetin Kemalist değerleri dışındaki değerler bütününü ikáme etmeye çalışan bir parti’ olarak algılandığı için rakip olarak değil hasım gibi görülüyor. Bu mekanizma da siyasi tuzağa dönüşüyor. Zira aynı şekilde onlar da o hasım konumu kabul edip, kendilerini zorlayanları hasım ilan ediyor. Siyaset de dost düşman arasındaki bir ilişkiye, çıkmaza dönüşüyor.

Siyasetin sonunu getiren çıkmazda, ana muhalefet partisinin rolü ne?

Gelinen nokta CHP’nin de sonudur. CHP kendi içinde tıkanmıştır. Hiçbir şey üretememektedir. Retorikten başka topluma sunacağı bir şey yoktur. Çok ağır bir hastayı yeniden hayata döndürme gayretleri yararlı olur mu bilemem, o Tanrı’ya kalmış ama CHP’nin durumu bu. CHP zaten sol değil, tipik bir muhafazakár kurulu düzen partisi.


AKP cezalandırıcı anlayışa direnmeli


Yargı ve ordunun siyasete müdahalesini de düşünürsek, siyaset dışı siyasi aktörlerin bu süreçteki payları ne?

Bu, siyasi aktörlerin rolünü hakkıyla oynayamamasından kaynaklanıyor. Yetersiz görünmelerinin verdiği bir cüret söz konusu olabilir. Türkiye’de politikanın hukukileştirilmesi denen bir süreç yaşanıyor. Ama dünyada da, Anayasa Mahkemeleri etrafında dönen tartışmalar var. Yeni Zelanda’da, Kanada’da, İsrail’de, Güney Afrika’da.. Buna yargıçlar devleti, yargıçlar iktidarı deniyor. 1961 Anayasasıyla başlayan bu süreç, bizdeki tahakkümcü anlayışı da besliyor. Ama cezalandırıcı anlayışa direnmesi gereken AK Parti buna direnmiyor. Bunu yapan aktörlerin kendi zihniyetinden yana olup olmadığıyla ilgileniyor. Bütün dönemlerde vardı, bu bir zihniyettir, zihniyetin rengi önemli değildir. Bu zihniyeti bizzat mahkûm etmemiz gerekiyor. Ama Türkiye’de o araçlara benim sahip olmam toplumun daha hayrınadır, gibi bir anlayış var. 
 
Star



Bu haber 468 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,548 µs