En Sıcak Konular

Mahçupyan: 'Feministler derslerine iyi çalışmıyor'

4 Ağustos 2008 12:23 tsi
Mahçupyan: 'Feministler derslerine iyi çalışmıyor' Etyen Mahçupyan'dan çarpıcı açıklamalar...

Yazar Sevan Nişanyan’ın eşine reva gördüğü çirkin bir fiilin (ki kendisi de bunu kabul etti, her ikisi de verdikleri röportajlarda olayın yayılmasından duydukları rahatsızlığı dile getirdi) medyaya yansımasının ardından olay iyice dallanıp budaklandı. Olayı, faillerini ve tarafları aştı; ahlak, feminizm ve demokratlık tartışmasına dönüştü. Zira bir grup feminist Agos gazetesi yönetiminden, Nişanyan’ın gazeteyle ilişiğinin kesilmesini istemiş, olayı kınayan ancak yazarına sahip çıkan Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Etyen Mahçupyan da ‘bu buyurgan tavrı yanış, üslubu ahlaksızlık’ olarak niteleyerek feministleri kendilerini sorgulamaya davet etmişti. Mahçupyan ile yaşananları, tartışmanın neresinde olduğunu ve neden böyle bir tepki verdiğini konuştuk.

Sevan Nişanyan’ın eşiyle yaşadığı olayın medyaya yansımasıyla birlikte tartışmanın ortasında kaldınız ve olayın faili kadar eleştirildiniz. Önce tanımlar mısınız ne tartışması bu, feminizm mi?

Bu iyi bir soru çünkü birçok tartışma üst üste binmiş durumda. Sadece bir erkekle bir kadın arasındaki ilişki tartışılıyor olsaydı o noktada kalırdı. Olayın yaşanmasıyla tartışılması arasında iki ay gibi bir süre var zaten ama işin o tarafı beni çok fazla ilgilendirmiyor.

Sizi ilgilendiren kısmı neydi?

Olayla ilgili kişinin Agos’ta yazıyor olmasıydı. Biz Agos’taki arkadaşlar olarak, bu olayın onaylanacak bir tarafı olmadığını düşünüyoruz. Tartışma da şuradan çıktı: Bu kişiyi cezalandırma yetkisi kimde, cezayı kim belirleyecek ve de bunu kime yaptırtacak? Feminist arkadaşlar mutlaka cezalandırılması, cezanın da Agos tarafından uygulanması gerektiğini düşündüler ve bunu bize tebliğ ettiler!

SEVAN’IN CEZASI AFİŞE OLMAK

Onlar işten atılmasını istediler, siz bunu yapmadınız. Sizce göre cezası ne olmalıydı?

Bu tür olaylarda bir insanın deşifre, afişe olması yeterli bir cezadır. Bunun dışında ne yapsanız buna eş değer bir ceza veremezsiniz. Bu ceza da verilmiş durumda. Ayrıca işten çıkartmanın doğru olmadığını, üstelik gazete yönetimine müdahale olduğunu düşündük. Kaldı ki haklardan söz ediyorsak gazete yönetiminin de bir hakkı, okuyucusuna karşı sorumluluğu var. Bu gazetenin okuyucusu feministlerden oluşmuyor ve bu gazete feminist değil, demokrat bir gazete.

Feminizm ve demokratlık arasında nasıl bir ilişki var?

Demokratlık her olayın fikir özelliklerinin farkına varmayı gerektirir. Genelleme yaptığınızda demokratlıktan başka bir yere kayarsınız. Feminizm veya kadın hakları konusu, modern dünyanın, paradigmanın içinde ortaya çıktı. 19. yüzyılın ikinci yarısında başlamış, sonuna doğru hızlanmış çok önemli kazanımlar elde etmiş bir akım feminizm. Tabiî ki bir itirazdı, bir tür solculuktu. Ama post moderne geçerken solun başına gelen feminizmin başına da geldi: İkiye bölündü. Bugün aynen solda olduğu gibi demokrat zihniyetli feminist akım da Türkiye’de çok güdük. Otoriter zihniyetli akım ise şunu söylüyor: Biz zaten haklıyız, kimliğimiz haklı bir kimliğin tezahürüdür.

Bir ‘mutlak mağduriyet’ kimliği yani?

Evet, onun gibi. ‘Kimliğimiz mağduriyettir, karşımızda bir kategorik öteki bulunmaktadır ve bu grubun yani erkeklerin yaptığı her türlü şiddet erkek şiddeti veya kadına yönelik şiddet olarak tanımlanmalıdır. Cezai işlem sürdürülmelidir’ bakışı bu. Zorlarsanız neredeyse ırkçılığı ima ediyor. Çünkü karşısındakini hiçbir şekilde tekil olaylar içinde algılamamaya, onu kalıplaştırmaya, kategorileştirmeye eğilimli. Tekile bakamadığı için de ahlaki olandan değil ahlakçı olandan bakan, dünyayı öyle algılamaya çalışan bir yaklaşım bu. Türkiye’de feminizm bu olacaksa bununla Türkiye’ye demokrasi falan gelmesi mümkün değil. Zira bu, otoriter erkeksi bakışın kadınlarca kullanılması demek. Bunu da herhangi bir demokratın kabul etmesi mümkün değil.

ÇOKTAN HAK ETMİŞLERDİ

Sevan Nişanyan olayında da bu mu görünür oldu?

Bizim Agos’ta yaşadığımız, muhatap olduğumuz buydu. Ötesi de vardı, samimi davranılmadı. Agos haftalık bir gazete. Tepkimizin ne olacağı beklenmeden Agos aleyhine kampanya başlatıldı. Dolayısıyla tavrımız da sert oldu ama o sertliği çoktan hak etmişlerdi.

Sizinle çalışanlar vardı, diğer feministlerin bir kısmını da tanıyordunuz. Bu ‘otoriter zihniyeti’ daha önce görmemiş miydiniz, bu bir ilk karşılaşma mı?

Hayır, çünkü demokrat zihniyette feminist arkadaşlarımız da var. Neler yaşadıklarını, kendi içlerinde hangi noktada tıkandıklarını biliyoruz ama bu durup dururken kamusal alana taşınması gereken bir şey değil. Bunun sorumluluğu da ne bana ne hareketin dışındakilere düşer. Harekettekilerin açıklıkla ve samimiyetle fikir ayrılıklarını kamuoyu önünde tartışmaları beklenir ama feminist hareket bunu beceremedi. Sol gibi kendi içinde cemaatçi bir tavır üretmeye çalıştı.

Feminizmi de sol gibi cemaatçilik mi tıkıyor?

Tabi çünkü işin temelinde olan zihniyettir. Sonraki eylemlerin hangi ilkeler bazında yapılacağını konuşmanız gerekir. Ahlak bu anlamda son derece önemli çünkü eğer dine temellenmiş bir ahlaki düstur silsilesine dayanmıyorsanız ancak demokrat olursanız bir etik üretebilirsiniz. Demokratlık bir tür haddini bilme meselesidir. Son olayda gördüğümüz şey de feministlerin hadlerini bilmemesi durumudur aslında. Haddinizi bilmezseniz başkalarının karar mekanizmalarına müdahil olmaya kendinizi yetkili sayar ve onları ezecek şekilde hayatlarına müdahaleye başlarsınız. Bir baskı unsuru olarak çıkarsınız ortaya. Şu anda feministlerin yaptığı da bu.

FEMİNİSTLERE DERS VERMİYORUM

Feminizmin ortaya çıkışında haklı argümanlar var, bu bugün için de geçerli. Otoriter zihniyet haklılıklarını da flulaştırıyor mu?

Kritik bir mesele de bu: İşin başında, herhangi bir noktasında haklı olmak yaptığınız siyaseti kendiliğinden meşru kılmıyor. Maalesef feministler bu hesaplaşmayı ve yüzleşmeyi henüz yapabilmiş değil bence Türkiye’de. Çektiğiniz acıya rağmen ötekine tekilden ve içerden bakabiliyorsanız topluma gerçekten bir şeyler söyleyebilirsiniz. Başka bir konu gibi ama mesela Ermeni meselesinde de Ermeni diasporasının davranışı, feministlerin davranışına benziyor. Yani acı çekmişler, mağdur olmuşlar, ülkelerinden atılmışlar, haklılar ama bu noktadan çıkıp ‘Bütün Türkler katildir’ demek, feministlerin ‘Bütün erkekler şiddet yanlısıdır’ demesine benziyor. Bu da kabul edilebilir bir önerme değildir, ahlaki bir önerme de değildir.

Feministler sizi ‘Bize feminizm dersi veriyor’ diye de eleştirdi. Bu röportajı ‘feministlere yeni bir feminizm dersi’ olmaktan ne kurtarır?

Söylediklerimin ders gibi algılanmasından hoşlanmam çünkü o amaçla yapmıyorum ama böyle algılayarak ‘başkaları feminizm adına konuşamaz’ demiş oluyorlar. Bu mantık o ideolojinin nasıl bir tekel altına alınmaya çalışıldığını da gösteriyor. Otoriter zihniyetin farklı bir yönü bu. Yoksa her ideoloji her türlü insan tarafından tabii ki sorgulanacaktır, öbür türlü Marksist olmayan Marksizmi tartışamaz, liberal olmayan liberalizmi tartışamaz, gibi abuk sabuk bir yere gelirsiniz. Feministlerin bu tür bir cümle kullanmaları, yaptıkları işin sadece aktivizm oluğunu da söylüyor aslında. Yani olayın arkasındaki teorik tartışmanın parçası olmaya hazır değiller. Onu veri olarak alıp ondan sonra yaptıkları aktivizm içinde kendi kimliklerini üretmeye çalışıyorlar ama bu maalesef son derece yüzeysel bir yaklaşım. Gönül ister ki onlar da başkalarının söylediğini ders mers gibi algılamasınlar ve kendi derslerini daha iyi çalışsınlar.

Açıkça söylüyorum ahlaksızlık yaptılar

Yıldırım Türker sert bir yazı yazdı ve sizin için ‘post bekçisi’, ‘Agos ikbal kapısı değil’ dedi. Siz de, sizde alışık olmadığımız sertlikte bir cevap verdiniz. Sebebi neydi, eleştirinin Agos ve Hrant Dink üzerinden yapılması mı?

Kesinlikle öyle. Yoksa Yıldırım Türker veya herhangi birine cevabi yazım mizahi olur. Açıkça söyleyeceğim, burada çok ahlaksızca bir şey yapılıyor. Ölmüş bir insan üzerinden, onu kendi öznel algılamalarına dolayarak siyaset üretmeye çalışıyorlar. Eğer solculuk buysa ahlaksızlık demektir. Bu tahammül ve kabul edilebilir bir şey gibi gözükmedi bana. Yazının sertliği tamamen ondan. Hrant’ın kaybına öfkem hiç dinmedi

Hrantsız bir hayata alışabildiniz mi?

Buna evet demem çok zor. Çok öfkeliyim, öfkem dinmiş değil. Bunun hangi noktada kime karşı çıkacağını, ne zaman biteceğini de bilemiyorum bazen. O kayıp hiçbir zaman herhangi bir kayıp olmayacak benim için. O yüzden de zaten o kaybı, o insanın hak ettiği derinlikle hissetmeyenleri gördükçe hakikaten son derece rahatsız oluyorum. Çok araçsallaştırılıyor Hrant. Hrant’ı çok az tanıyanlar bile ‘Dostum Hrant’ diye yazı yazabiliyorlar. Bu düzeysizlik insanı rencide ediyor.

Yaşasaydı o da böyle yapardı

Hrant da feministler istedi diye yazarını işten atmazdı, diyen Mahçupyan: ‘Taraf ve Birgün gazetelerinin temsil ettiği sol arasında bir çatışma var. Çatışma alanlarından biri de Agos’.

Hrant Dink yaşasaydı ve Agos’un başında olsaydı, olaya nasıl yaklaşırdı?

Keşke yaşasaydı... bu çatışma da olmazdı. Hrant bütün o samimi, empati yapan kişiliğine karşın Agos’u ilkeleri doğrultusunda yönetirdi. Feministler istedi diye de yazarını işten çıkarmazdı sanırım. Velev ki öyle olsun; burayı şu anda ben yönetiyorum ve ben, kadın ya da erkek, hiçbir yazarımı insanların önüne atmam. Her halükarda onun haklarını korumayı birinci vazifem görürüm. Cinayet işlemiş bir kadın yazarımız da olsa, aynısını yaparım.

Olaydan bağımsız olarak çok verimli bir tartışma alanı açıldı aslında. Agos bu tartışmanın tam olarak neresinde?

Feminizm gibi solda da iki tür solcu var. Biri çok daha ortodoks Marksist. Mesela Birgün gazetesi böyle. Diğeri demokratlık üzerinden giden, parçalı yapıların farkında olan, hepsiyle ayrı ayrı konuşmaya çalışan, kendini yeniden kuran, yani toplumla teması kaybetmeden, o toplumun iç dinamiğinden hareketle değişimi belki beslemeye çalışan bir sol anlayışı. Taraf gazetesi de böyle bir sol. Ve bu ikisi arasında büyük bir çatışma ve bu çatışmanın bir takım alanları var. Bu alanlardan biri de Agos.

Neden?

Çünkü Agos’un başında Hrant Dink vardı ve Hrant karmaşık bir kişilikti aslında. Bir yönüyle, Ermeni duyarlılığı noktasından başlamış, son 5 yılda hızla demokratlaşmış biriydi. Kendisi de haz alıyordu bu değişiminden. Bir yönüyle de Birgün’de yazıyor, geçmişten gelen ilişkilerini devam ettiriyordu. Ben Hrant’ın son 5 yılının neredeyse bire bir tanığı oldum. Hem siyasi, hem arkadaşlık, hem aile ilişkileri olarak çok yakın olduk. Gördüğüm şuydu: Hrant’ın çevresinde birbiriyle ilişkisiz çok parçalı dünyalar vardı ve hepsi de kendisini Hrant’ın sahibi görüyordu. Hrant öldükten sonra da, Agos’u onunla özdeşleştirdikleri için Agos’un kendi anladıkları biçimiyle solcu olmasını isteyen arkadaşlar var. Ama onlar açısından ‘maalesef’ buraya ben geldim ve benim soluculuk anlayışım onlarınkiyle örtüşmüyor.

Hrant’la ne kadar örtüşüyor?

Hrant’la son 5 yıl içinde hiçbir konuda çatışma yaşamadım ben. Dolayısıyla örtüştüğünü söyleyebilirim.

Star



Bu haber 526 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,613 µs