Ahmet Altan! | " /> Ahmet Altan! | "/>

En Sıcak Konular

Seni anlıyoruz sevgili Ahmet Altan!

3 Aralık 2008 14:28 tsi
Seni anlıyoruz sevgili Ahmet Altan! Ahmet Altan dün işe gitmemiş. Çimenlere uzanmış, elini toprağa koymuş. Kendi kendine "parası olanlar neden alabildiğine korkak" diye sormuş. Neden bunca zorluğa rağmen Taraf'ı çıkardığını sorgulamış. Neden "kavga" ettiğini anlatmış. Bizleri kavgaya d

Ahmet Altan - Taraf

Yürüyüş 

Churchill, savaşın ortasında bile mutlaka bir köşeye çekilip yirmi dakika uyurmuş.
İnsanın içinde bulunduğu gerçeklerden biraz uzaklaşması gerektiğini biliyordu belki.
Kısa bir dinlenmenin iyi geleceğini.
Dün sabah kalktığımda harika bir hava vardı.
“Ben bugün gazeteye gitmeyeceğim” dedim.
Kimseyle de konuşmayacağım.
Bir durayım bakayım.
Sahile indim.
Denizin kenarında sakin, acelesiz adımlarla yürüdüm.
Ragıp Paşa’nın köşkü iyiden iyiye eskimiş.
Bir zamanların efsane köşküydü, kuleleri, çatıları, cihannümaları, cumbaları, kocaman kapıları, geniş pencerelerinden görülen merdivenleri, düzenli bahçesiyle, geçen yüzyılın büyük hırsızlıklarından süzülmüş bembeyaz masum bir gelinlik gibi yayılırdı Caddebostan kıyılarına.
Çok el değiştirdi.
Şimdi kimin elinde bilmiyorum.
Eşofmanlı yaşlı adamlar, orta yaşlı kadınlar, bebeklerini gezdiren genç anneler, spor yapan gençler dolaşıyordu etrafta.
Güneş iyiden iyiye ısıtıyordu.
Yürürken düşünüyordum.
Niye yapıyorum ben bu işi?
Ömrümün sonlarına yaklaşırken neden böyle çılgın bir kavganın içine düştüm?
Yüzlerce yıldan beri, bu topraklarda yaşayan insanları soyarlar, ezerler, öldürürler.
Bu gerçeği bir kere daha anlatabilmek için değer mi bunca çektiklerimize?
Gerçekleri söyleyen bir gazete çıkartacağız diye sabahtan akşama kadar para aramaya, o gazeteyi yaşatabilmek için bu kadar kıvranmaya değer mi?
Hem neden bize düşsün ki bu iş?
Yetmiş milyon insanız.
Onların arasından, “gerçekleri biz anlatacağız” diye çıkmak da garip bir kibir değil mi?
Parası olanlar alabildiğine korkak...
Yoksullar her kavganın kenarında seyirci...
Dost bildiklerim bile beni böğrümden vururken neden böyle bir işi yapmalıyım?
Dünyanın en güzel kentinde yaşıyorum.
Masmavi berrak bir deniz, güzel bahçeleriyle eski yalılar, sessiz bir güneş, sakin bir yeşillik, ılık bir hava...
Burada, bu sahilde, yalnız başıma yürürken iyiyim ben.
Kimseye bir şey vaat etmem.
Kimseden bir talebim yok.
Bütün hayatımı böyle yaşadım.
Şimdi neden bir gazeteyi yaşatabilmek için, bir yılda konuşmadığım kadar çok insanla bir günde konuşayım, dert anlatayım, çare arayayım?
Bu gazete olmazsa benim hayatımdan ne eksilir?
Daha huzurlu yaşarım, daha sakin yaşarım.
Zamanım bana ait olur.
Oturur, kitaplarımı yazarım.
Önümde kalan vakitte kaç kitap daha yazabileceğim?
Benim gazete yönetmek gibi bir ihtirasım hiç olmadı ki...
Kendimi bildim bileli tek istediğim oturup kitap yazmaktır.
Çekeceksem bir kitap yazmanın çilesini çekmek, mutlu olacaksam güzel bir cümle yazabilmenin mutluluğuna sahip olmak isterim.
Böyle tek başıma dolaşayım, hayallere dalayım, olmayan, yaşamayan insanlar yaratabileyim isterim.
Biliyorum çok bencilce ama kendi yarattıklarımı tanrının yarattıklarından daha çok sevdiğim zamanlar vardır.
Ben, sadece benim zihnimde dolaşan, benden başkasına görünmeyen o insanlarla mutluyum.
Kucağında kitabı, alnına kaldırdığı okuma gözlükleriyle şu bankta oturan yaşlıca erkeğin yüzündeki memnuniyet, anlatılacak bir ifade katar benim zihnime.
Yanındaki arkadaşına kederine öfke karışmış sesiyle bir şeyler söyleyen şu genç kadın, bir cümle bırakır bana.
Çimenler nasıl güzel ve ılık.
Çimenlerin üstüne uzandım.
Güneş yüzüme vuruyor.
Avuçlarımı toprağa bastırdım.
Neredeyse bir yıldan fazladır buralara gelmedim.
Yürümedim.
Toprağa uzanmadım.
Özlemişim.
Kalabalıktan, telaştan, kavgadan uzak bir gün yaşamayı özlemişim gerçekten.
Kayalıkların üstünde genç bir çift öpüşüyor.
Bir büyükanne torununun pusetini itiyor.
O pusetteki çocuk büyüdüğünde, bugün bize çok anlamlı gelen dertler, ona o kadar anlamsız görünecek ki...
O bebeğin büyüdüğünde anlamsız bulacağı işler yapmak için bir insanın ömrünün son yıllarını harcamasının bir manası var mı?
Ragıp Paşa’nın köşkü iyiden iyiye eskimiş.
Bir zamanlar neler yaşanmıştı içinde, kim bilir?
Savaşta uyuyan Churchill gibi kavgadan bir gün çaldım.
Sahilde yürüdüm.
Hayallere daldım.
Güzel sevimli bir şeytan bana, “yarın da gitme” dedi, “gel, burada gezeriz.”
“Eh,” dedim kendi kendime, “var bu şeytanın da bir bildiği.”

 



Bu haber 1,483 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,518 µs